GÜNAHSIZ BİR GÜN, GÜNAHSIZ BİR TOPLUM İÇİN RASULULLAH SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEMİN TEVBE VE İSTİĞFARI

Her konuda örnek ve önderimiz olan Allah Rasulü Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin tevbe ve istiğfarları da bizim için çok önemlidir. “Ey insanlar! Allah’a tevbe ve istiğfar ediniz. Zira ben günde yüz defa tevbe ederim. (Müslim, Zikir 42) buyuran Efendimiz, bütün insanların her gün, her an tevbe ve istiğfara ihtiyacı olduğunu belirtmektedir. Buhari ve Tirmizi’nin bir başka rivayetinde ise “Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla, Allah’tan beni bağışlamasını diler(istiğfar), tevbe ederim.” (Buhari, Deavat 3) buyurulmaktadır. Hadislerdeki yetmiş ve yüz rakamlarının “kesretten kinaye” diye ifade edebileceğimiz “çok, çok fazla, yüzlerce defa” anlamı taşıdığı âlimlerimizce ifade edilmektedir.
Geçmiş ve gelecek günahları affedilmiş, günah işlemekten korunmuş, masum olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tevbe ve istiğfara bu kadar önem verirken, her yanımız ve her anımız günahlarla kuşatılan biz aciz kulların rahatlığına şaşmamak elde değil! Nitekim Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem kendinden çok ümmetine örnek olarak, günahsız bir ümmet için tevbe ve istiğfarla bize yol gösteriyordu.
Tevbe: İşlenen günahtan dönme, vazgeçme, yapılan bir işin dinen suç olduğunu bilerek pişman olma ve o günahı terk etme demektir.
Hicret, bir başka yorumla tevbe demektir. Bu çerçevede günahlardan sevaba; haramdan helale; şeytan ve nefisten Allah’ın rızasına hicret, aynı zamanda bir tevbedir.
Tevbe, bilme ile başlar. Kabul etme, vicdan azabı duyma ve pişmanlıkla devam eder. Söz vererek, terk ederek ve zararı telafi ederek sonuçlanır. Yapılan her bir günaha ayrı ayrı tevbe etmelidir. Kul hakkını gerektirmeyen günah için terk etmek, pişman olmak ve bir daha yapmamaya söz vermek yeterlidir. Ancak kul hakkını da içine alan günah işlenmişse, öncelikle bu hak iade edilmelidir. Mal ve benzeri şeyler sahibine geri verilir. İftira etmişse, o şahıstan helallik diler.
İstiğfar ise; Rabbim beni bağışla, mağfiret eyle diye diliyle söylemek, Allah’tan af dilemektir. Azab ve günahtan kurtulmanın yolu, dil yalvarırken, beden günahlardan uzaklaşacak, kalp pişmanlık ateşi ile yanarak, günahlardan nefret edecek. Dil, beden ve kalp bütünlüğü sağlanmadan ne iman ve ibadet, ne dua ne de tevbe ve istiğfarların bir anlamı kalır. Gönül dünyamızın ihyası ve imarı böyle bir tevbe ve istiğfarla sağlanabilir.
Nitekim Nur suresi 31. Ayette: “ Ey Müminler! Hepiniz Allah’ tevbe edin. Belki bu sebeple korktuğunuzdan emin, umduğunuza erişebilirsiniz.” buyuran Rabbimiz, sağlıklı bir toplumun en önemli şartlarından biri günahından arınma çaba ve gayreti olduğunu ifade ediyor.
Hud suresi 3.ayette: “ Rabbinizden bağışlanma dileyin. Sonra da tevbe edin ki, sizi bu sebeple belli bir süreye kadar en düzel bir şekilde nimetlendirsin.” buyurulmaktadır. İstiğfar ve tevbe edilecek makam da Allah’tır, dünya ve Ahiret nimetlerini veren de Allah’tır. Konu ile bağlantılı olarak Nuh suresi 10-12. Ayetler daha dikkat çekicidir: “Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O çok bağışlayıcıdır. (mağfiret dileyin, istiğfar edin ki) bu sebeple üzerinize bol yağmur indirsin, mallarınızı ve evlatlarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.”
Sahabe ve sonraki nesiller dünya ve ahiret nimeti isteyeceklerinde bu ayeti okur, gereği olan istiğfar ve tevbeyi çok yaparlarmış. Günahsız bir fert, günahsız bir toplum olmak, günahsız bir gün geçirmek için tevbe istiğfarı terk etmemeliyiz.
Tahrim suresi 8. Ayette : “ Ey iman edenler! Nasuh tevbesi ile Allah’a tevbe ediniz.” buyuruluyor. Nasuh tevbesi, ağızdan çıkanın ağıza, memeden çıkanın memeye dönmediği gibi, bir daha günaha dönmemek demektir.
İstiğfar ve tevbenin önemi ve zamanı ile ilgili Al-i İmran suresi 135. Ayette de önemli mesajlar verilmektedir: “ Onlar (müminler) bir kötülük yaptıklarında veya nefislerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp, günahlarından dolayı hemen istiğfar ederler. Zaten Allah’tan başka, günahları kim bağışlayabilir ki. Bir de onlar işledikleri günahta bile bile ısrar etmezler.”
Bu ayete göre tevbe ve istiğfarı geciktirmenin, bir yaşa kadar ertelemenin bir mazereti yoktur. Güneş batıdan doğana, son nefes boğazda düğümlenene kadar af ve mağfiret kapısı sonuna kadar açıktır. Ancak, şeytan ne nefsin tuzağına düşenler aldanır ve fırsatı elden kaçırırlar. Lokman suresi 33. Ayet bu konuya dikkat çekiyor: “ Ey İnsanlar! Rabbinizden korkun. Babanın evladı, evladından babası için hiçbir şey ödeyemediği o günden kendinizi koruyun. Allah’ın vadi şüphesiz gerçektir. Öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın. Aldatıcı(şeytan) Allah’ın affına güvendirmek suretiyle sizi kandırmasın.” buyuruluyor. Fatır suresi 5. Ayeti de aynı konuya dikkatimizi çekiyor.
Hz. Ali radıyallahu anh insanların dünya ve Ahiret azabından kurtulmaları için iki yol olduğunu söyleyerek Enfal suresinin 33. Ayetini okurdu: “ Sen onların içinde bulunduğun müddetçe Allah onlara azap edecek değildir. Aralarında istiğfar edenler oldukça da Allah onlara azap etmez.”
Azaptan kurtulmanın birinci yolu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemle birlikte yaşamaktı. Efendimizin vefatı ile bu fırsatı kaçırdık. Geriye tek yol kalıyor. O da bol bol tevbe ve istiğfarda bulunmak.
Cenab-ı Hak bizi affetmek ve cennetine almak istiyor. Merhameti, şefkati ve affı sonsuz olan Rabbimize ümit ederek, cennetin bizim için hazırlandığına inanarak günahlarımıza istiğfara devam edelim.
İstiğfarın ne zaman yapılacağını da Zariyat suresi 17 ve 18. Ayetlerden öğreniyoruz: “ O muttakiler, geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfara devam ederler.”
Vücut ve elbise nasıl zamanla kirleniyor ve temizlenmeye ihtiyaç duyuyorsa, ameller ve kalp de kirlenir. Zikir, tevbe ve istiğfarla temizlenir.
Her şey bizim cennete girebilmemiz için. Cenab-ı Hak kullarının tevbe ve istiğfarla arınmasını istiyor. Konu ile ilgili bir hadiste şöyle buyuruluyor: “ Kulun tevbe etmesinden dolayı Allah Tealanın duyduğu memnuniyet, sizden birinizin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok fazladır.”(Müslim, Tevbe 1)
Yüceler yücesi Rabbimizin insana verdiği değer bu hadiste özlü bir şekilde açıklanıyor. Günahkâr insan günahının, şeytan ve nefsin kölesidir. Ne zamanki günahını affettirdi, özgürlüğünü de kazanmış oldu. Çölde devesini kaybeden insanın, çöle esir olduğu gibi.
İnsan günaha karşı cüretkâr olmamalı. Bu da mı haram, bu günah da bende olsun, dememelidir.
“ Günahları küçük görme; kime karşı ona bak!”
Nimetleri küçük görme, kimden geliyor ona bak!” sözü çok anlamlıdır. Abdullah b. Mesud şöyle buyuruyor: “ Mümin kimse günahlarını hayalinde öylesine büyütür ki, sanki kendisi bir dağın eteğinde oturuyormuş da, dağ üzerine çökecekmiş zanneder. Günaha düşkün kimse ise günahlarını, burnunun üstüne bir sinek gibi görür.(Buhari, Deavat 4)
Günahlardan, küçük-büyük demeden kaçmayı, işlediğimiz zaman da gereği gibi tevbe ve istiğfarda bulunmayı Cenab-ı Hak bizlere nasip etsin.
“Benim de kalbime gaflet çöküyor. Ben de Allah’a günde yüz defa istiğfar ediyorum.” buyuran Allah Rasulünden bir istiğfar örneği vererek konuyu tamamlayalım: “Rabbiğfirli ve tüb aleyye inneke ente t-tevvabürrahim.” “ Rabbim beni bağışla! Tevbemi kabul buyur. Şüphesiz sen tevbeleri kabul eden, merhamt sahibisin.” (Amin)