GÜN IŞIĞINDA

Günlük hayatımızın güzelleştirilmesi bazı prensiplere bağlıdır. Bu prensiplere riayet edilirse hayatımızda verimlilik ve cazibe meydana gelir. Bazısını burada arz etmeye çalışacağım.
İnsan her şeyden önce zaman şuuruna sahip olmalıdır. Ömrünü planlı programlı kurmalı, vakit israfından kaçınmalıdır. Ömür kısa, yapılacak işler çoktur. İşlerin aksamaması, hayatın bereketlenmesi bu anlayışa bağlıdır. Sabah namazının günün ilk saatlerine yerleştirilmesinin, diğer namazların “vakitlere bağlı ibadetler oluşunun” hikmetlerinden biri de bu şuuru kazandırmak olduğunu düşünüyorum.
İnsan, namaz sonrası günlük hayatına hazırlanırken, mesela traş olurken, kahvaltı esnasında bir teypten güzel bir ders, ayet ve hadis mealleri, ilahiler, güzel bir program izleyebilir. Bu ondaki zamanı değerlendirme prensibidir. Rahmetli Ruhi Özcan Hoca’mız bunu daha geliştirilmiş şekilde uygulardı. Evinin her odasına, mutfağa, salona küçük hoparlörler monte ettirir, teypteki bir kaset evin her tarafından dinlenebilirdi. Ev bir dershaneye dönüşürdü.
İnsan sabah namazına kalktığında, mutlaka bir iki bardak ılık su içmelidir. Bu hem sindirim sistemi, hem böbrekler, hem de kan dolaşımı için çok faydalıdır. Su soğuk olursa iç organlarda problem çıkarabilir dikkatli olunmalıdır.
Günlük hayatımızda kılık-kıyafetin de kendine göre bir önemi vardır. İnsan kıyafetinde hem temizliğe hem şekle hem de renk uyumuna dikkat etmelidir. Bu, işin estetik boyutudur. Dini sınırları zorlamamak şartıyla usulüne uygun giyinmek Peygamber Efendimizin teşvik ettiği bir tutumdur.
Evden çıkışta euzübesmele, malum dua ihmal edilmemeli, bir Fatiha ve Ayetel kursi de buna eklenmelidir, unutulmamalıdır ki hayırlı başlangıçlar hayırlı sonuçlar doğurur. Ömrümüzün başlangıcında ezan, günümüzün başlangıcında ezan olması boşuna değildir.
Mâzi, hal ve istikbali birbirine katıp-karıştırmamakta önemlidir. Geçmişte olup-biten üzücü olayların, bugün yeniden hatırlanması ruh sağlığımız üzerinde önemli etki yapar. Buna fırsat vermediğimiz gibi, gelecekte halledilecek meselelerin kaygısını da bugünden yaşamamalıyız. Dikkatimizi geçmiş ve geleceğe dağıtıp günü ihmal etmek, yaşanmadık bırakmak iş değildir.
Yanlış anlaşılmamak için şu iki sözü buraya kaydetmeliyim:
“Uzağı düşünmeyen üzüntüye yakındır.”
“Geçmiş tecrübedir, faydalan. Gelecek ihtimaldir, planla. Bugün imkândır kullan.”
J.J. Rousseau’nun teklifi var;
Zihin çalışmalarıyla beden çalışmaları nöbetleşe getirilmelidir. Böylece bir önceki faaliyet, bir sonrakinin yorgunluğunu gidermiş olacaktır.
Zihinsel çalışmalar da, bedensel çalışmalar da, çeşitlilik arzeder. Toprakla meşguliyet bedensel faaliyetlerdendir. Çok yönlü faydaları vardır. Keşke modern zaman, insanları topraktan bu denli koparıp iri iri şehirlere tıkmasaydı. Tabiatın bin bir güzelliğinden mahrum edip çok katlı mezarlara mahkum etmeseydi. İnsanlık ufuksuz, renksiz ve nursuz bir hayat yaşama kahrına râm olmayacaktı. Kanadı açık, dağdan dağa uçan hür kuşlar gibi yaşamayı tercih etseydi.
İnsanlık oyuna geldi ve perişan oldu.. Ah ki ne ah…!
Güneş karşı dağlara vurmuştur.
Bir çocuk koştura koştura okula gitmektedir. Çantası lap lap sırtına vurmaktadır. Geç kaldı besbelli.
Akasyaların nasıl çiçek açtığının farkında mısın?
Renk renk güllere dikkat et.
Güzel demlenmiş bir çayda zindelik verir, bilirsin.
Ve illa ki sınıfa, mabede girer gibi girmelisin; edeple, heyecanla ve hazırlıklı olarak. “Hâşâ ki eğitim ve öğretim oyun değil, ciddi bir konudur.” Laubaliliğe tahammülü yoktur.
Yok, hayır bu böyle olmamalıydı. Gençlerin elinden tutulmalıydı. Göklerle bağlantıları kurulmalıydı. Hisleriyle baş başa bırakılıp tecrübesizliğin ateşinde yanmalarına göz yumulmamalıydı. Sonsuzluğun yolcusu, Kuran’la tanıştırılmalı, kendisiyle barıştırılmalıydı.
Ne çare…!
Geçip gitme, şu garibana bir selam ver. Ne bilirsin bekli de en çok muhtaç olduğu şey sıcak bir alakadır.
Selam bir duadır. Selam selametler dilemektir.
Şu taşı ayağınla kenara itiver. Belki bir arabanın tekerinden fırlayarak bir sakatlık çıkarır. Belki bir öğrencinin ayağına çarpar da ayakkabısının burnu açılır.
Rahmetli Mehmet Kaplan “sükutiler tarikatı” isimli yazısında kitap yerine tabiat teklifinde bulunur. Kitap işin laf kısmı, tabiat ise bir realitedir. Ağaç sözü nerede, ağacın kendisi nerede? Pırıl pırıl bir derenin canlılığını dere kelimesinde bulmak mümkün mü? Hangi şiir cana yakın bir çocuk kadar etkili olabilir? Dumanlar içindeki bir dağın ortaya çıkmasındaki heybeti hangi kelimeyle ifade edeceksiniz?
Evet, kitap işin laf kısmıdır. Hayat kitapların dışındadır. Ne kadar canlılık, ne kadar güzellik varsa hepsi dışarıda, hepsi realitedir. Dere, çeşme dışarıdadır. Çocuk, çiçek dışarıdadır. Kar, yağmur dışarıdadır. Gezegenler galaksiler dışarıdadır. Ağaç, meyve dışarıdadır. Ay, güneş dışarıdadır. Gül, sümbül dışarıdadır.
Kitap sadece bir yerlere işaret eden parmaktır. Gözlerimiz parmağa çakılıp kalmamalı. İşaret edilen yere dikkat kesilmelidir.
Kitapla bir yere kadar. Kitaptan öteye hayranlık vardır, aşk vardır.
Meseleyi kuş bakışı görmek lazımdır. Gelişim basamak basamaktır. Basamaklardan hiç birini yok sayamayız.
Mademki durum budur, mademki kitabın dışında da insanın öğreneceği çok şey vardır. Mademki ilim tünelinin sonu görünmemektedir. Mademki bir kitabı bitirince bin kitabı sıraya geçmiş görürüz. Bırak dostum suni dünyaları. Kafanı kitaplara gömerek teselli arama, kitaplarda teselli yok. Dikkat buyur nur-u ilahi tabiatta parlamakta, Esma-i Hüsna alemde yansımaktadır.
Buyur dostum çelik gibi havaya, buyur güzel sanatlar galerisine.
Hayatın içine buyur dostum kenarda kalma….