GERİYE DÖNÜŞ YOK

“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen Allah’a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.”(Âli İmran:144)
Uhud gününde Abdullah b. Kamia Resulullah’a bir taş atarak mübarek dişini kırdı ve güzel yüzünü yaraladı, öldürmek maksadıyla da saldırdı. Mus’ab b. Umeyr müdafaya koştu. Fakat İbnü Kamia onu şehit etti ve Resulullah’ı öldürdüğünü zannederek, “Muhammed’i öldürdüm.” diye haykırdı. Ses hemen yayılıverdi. Her taraftan kaçışmalar başladı. Müslümanlar savaş alanını terk etmeye dağılmaya başladılar.
Bu esnada Enes bin Nadr:“Ey kavmim, eğer Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) öldürülmüş ise Muhammed’den sonra siz hayatı ne yapacaksınız? Şüphesiz Muhammed’in Rabbi Allah öldürülmemiştir. Kalkınız, Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) ne için savaşıyor idiyse, siz de onun için savaşınız.” diye haykırdı. Sonra kılıcını eline aldı ve şehit düşünceye kadar savaştı. Resulullah ise: “Allah’ın kulları bana doğru gelin.” diye çağırıyordu. Bu sırada ashabdan ilk önce Ka’b b. Malik, kendi tabiriyle, miğferin altında parlayan gözlerinden Resulullah’ı tanımış, en yüksek sesiyle: “Ey müslümanlar! Müjde Allah’ın Resulü işte!” diye alabildiğine bağırmıştı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen Allah’a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir.”(Âli İmran:144) âyetini indirdi.
Ayet-i Kerime bir yönüyle Uhud’da müslümanların içine düştükleri kötü durumu sorgulamakta bir yönüyle de Efendimiz’in vefat zamanına inananları hazırlamaktadır. O gün olabilecekleri müminlerin önceden göğüslemelerine yardımcı olmaktadır. Vefat gününde çıkabilecek bir kargaşa Uhut günündekinden yıkıcı olabilirdi.
Uhut savaşı gibi zor zamanda Resulullah’ın bir gün ölebileceği ihtimaline hazırlanan müminler yine de sendelediler. Peygamber Efendimiz’in vefat ettiği gün Ebubekir Sıddik Hz. Aişe’nin hücresine girdi ve içerde bulunan Resûlullah’ın elbise ile örtülü olan yüzünü açtı, üzerine eğilip öptü ve ağladı. Sonra dışarı çıktı. Ömer bin Hattab halka konuşuyordu: “Kim ki, Resûlüllah vefat etmiştir derse onu öldürürüm, elini, ayağını keserim.” şeklinde tehditler savuruyordu. Ebubekir (radıyallahuanh) minberin yanında durdu. Halk ile konuşmakta olan Ömer’e: “ Ey Ömer otur.” dedikten sonra şunları söyledi:“ Kim ki, Muhammed’e kulluk yapıyordu ise, şüphesiz Muhammed öldü. Kim ki, Allah’a kulluk yapıyorsa, şüphesiz Allah diridir, ölmez.” Dedikten sonra Âli İmran Suresinin:144. ayetini okudu. ibn Abbas: “Allah’a yemin ederim, Ebubekir okuyuncaya kadar sanki halk Allah’ın bu ayeti indirmiş olduğunu bilmiyorlardı. Ne zaman ki Ebubekir ayeti okudu, halk da beraberce bu ayeti tekrar tekrar okudular.
Allah’ın Resulü vefat ettiği zaman, Mekke’de de durum farklı değildi. Mekkeliler Kâbe’nin yanına çağrıldılar. Süheyl bin Amr kalktı ve “Kim ki Muhammed’e tapıyorsa şüphesiz Muhammed öldü. Allah diridir, ölmez…” şeklinde hitap ederek Mekkeli müminlerin imanlarını tazeledi. Bilindiği gibi Süheyl bin Amr Hudeybiye antlaşmasının yapıldığı gün Mekkeli müşrikler adına antlaşmayı imzalayan Mekke’nin hatiplerinden biri idi. O gün Ömer (radıyallahuanh) Süheyl bin Amr’ın Peygamberimize karşı pervasız hareketlerine çok sinirlenmiş ve ”Ey Allah’ın Resulü, bana izin ver de şunun dişlerini çekeyim ki, bir daha kavminin içine çıkıp da konuşmasın.”demişti.
Hz. Peygamber (sav): “Ey Ömer, onun yakasını bırak. Belki, bir gün seni sevindirir.” Demişti. Ömer (r.a) Süheyl bin Amr’ın Mekke’de müminlerin imanını tazelemek için yaptıklarını duyunca: Sevincini gizleyemedi, Allaha hamd etti Resulünün yüceliğini bir daha takdir edip yukarıdaki hatırasını anlattı.
Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) vefat etti. Aradan da yüzlerce yıl geçti. Ayetlerde geçen “Onun ölmesi ya da öldürülmesi” ifadelerini bugün nasıl anlamalıyız?
Allah’ın Resulü her ne kadar maddi olarak vefat etmiş ve mübarek bedeni aramızdan ayrılmışsa da bilindiği gibi hayat ikidir. Birincisi ruhun cesetle birlikte yaşadığı maddi hayat, ikincisi ise birincinin bıraktığı yoludur, İlkeleri ve prensipleridir, manevi hayatıdır. Kısacası sünnetidir. Evet, Efendimiz vefat etmiştir ancak O, ilke ve prensipleri ile hayattadır. Biz müslümanlar yüce Rabbimizin “Ve etiur resül” “Resüle itaat edin.” Ayetlerini sünnetine uyun, onun takipçisi olun, emri ilahisi gibi anlamalı ve öylece modellemeliyiz. Allah’ın kitabı çerçevesinde ortaya koyduğu ilke ve prensiplerini ümmetin ışığı kabul etmeliyiz. Yemek yeme şeklinden diplomasisine varıncaya kadar sünnetini ölmeyecek rehberimiz olarak görmeliyiz. Her okunan hadisi şerifte Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’ı yanımızda dipdiri hissetmeliyiz. Çünkü O, Kuran’ın ifade ve işaretleriyle: Hepimize şahit olacak olan;Resulullahtır. Hatemen nebidir. Rahmetrellil âlemindir. Raufur, rahimdir.Yüce ahlak sahibidir…
Şimdi sormak lazım; kısaca saydığım tüm bu vasıflardan fazlasına sahip Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)in Uhud’da Muhammedi öldürdüm diye bağıran İbnü Kamia mı Öldürmeye onu yok etmeye çalışmıştır? Yoksa Onu yok etmek için ulaşılamaz takip ve taklit dahi edilemez gibi yüceltenler mi? Cinayete teşebbüs etmişlerdir. Ya da o bir postacı idi vs. gibi saçmalıklarla onu, unutturmak, sıradanlaştırmak için ona ve onun sünneti seniyesine saldıranlar mı cinayete teşebbüs etmektedirler?
Her şehit peygamberin bir katili varken her vefat eden peygamberin sünnetini ve getirdiği dini yok eden manevi katilleri vardır. Bu katiller sadece peygamberin vebalini değil, bütün ümmetinin vebalini de çekeceklerdir. Tıpkı tarihte peygamberleri ululayıp ilahlaştıran ya da fert ve toplum hayatından peygamberi uzaklaştırıp peygamberin yerine kendilerini koyup saçmalıklarını Allah’ın kitabı diye sunan din tahrifçileri gibi.
Zaman Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) sünnetini ve risaletini hedef alanlara karşı Bedirleri Uhudları yeniden yapma, Peygamber ve din düşmanlarına karşı hendekler kazma zamanıdır. Resulullah’a ve onun kutsal emaneti olan sünneti seniyyesine bilinçle yeniden sarılma zamanıdır. Bize yakışan Muhammedi mesaja sarılarak onu, yeryüzünün doğusuna ve batısına götürmek, müslümanlara güzel örnek olmaktır. Kültürel, ekonomik ve siyasî mücadeleler vermektir. Gevşemeden sıratı müstakim üzerinde olmak ve gerekirse ölmektir.