Gazeteci Yazar Ahmet Taşgetiren ile İslam Birliği Üzerine Söyleşi

Gazeteci Yazar Ahmet Taşgetiren ile İslam Birliği Üzerine Söyleşi

“Bu Coğrafya Eninde Sonunda Normalleşecek”


• İslam’ın Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğe bakışı çerçevesinde dünya Müslümanlarının mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

• Bir kere İslam, Müslümanların birlik ve beraberliğine nasıl bakıyor birkaç cümle ile girmek lazım. Mukaddes kitabımız da, peygamber efendimiz de Müslümanları kardeş olarak tanımlıyor. Efendimiz onun pratiğini yaptı. Tarih boyunca eşine rastlanmayacak bir kardeşleşme hadisesi yaşandı. Ayrıca Rasullah Efendimiz zaman zaman kavmiyet, kabilecilik asabiyeti ile çıkabilecek problemlere de anında müdahale etti. En son veda hutbesinde “arabın arap olmayana, kırmızının sarı renkliye üstünlüğü yoktur, üstünlük takva iledir” diye buyurdu.

Bir örnek olarak Bilal-i Habeşî ile Ebu Zer arasında geçen bir olayı da hatırlamak lazım. Hz. Ebu Zer, Bilal’e (RA) “kara kadının oğlu” diyor. Bilal-i Habeşî bundan çok üzülüyor ve Peygamberimize anlatıyor. Peygamberimiz de çok üzülüyor. Ebu Zer uyarılınca geliyor, başını eşiğe koyuyor. “Bilal ayağını bu başa basmadığı sürece kaldırmam” diyor. İşte bunlar İslam’ın bu kardeşlik pratiğini ortaya koyuyor. “Mü’minler ancak kardeştirler” ayetinin devamında “kardeşlerinizin arasında problem olursa onları birleştirin, düzeltin” buyuruluyor. İslam için kardeşlik, olmazsa olmaz bir ilkedir.

Günümüze geldiğimizde ise kardeşlik ikliminden epeyce uzakta olduğumuz gözleniyor. Tarih içinde de acı örneklere rastlanmıştır. Değil kardeşliğin, düşmanlığın bile izah edemeyeceği olaylar yaşanmıştır. Bu olaylar niye yaşanmıştır? Kardeşliğin iyi özümsenemediğinden, İslam kişiliğinin yeterince inşa edilememesinden, asabiyet duygusunun öne çıkmasından kaynaklanmıştır. Demek ki bu çok köklü bir duygudur. Bunun terbiyesi de epeyce bir süre alıyor.

Peygamberimiz Evs ve Hazrec kabilesi arasındaki husumeti kaldırmış ve din kardeşliğini tesis etmişken ve kendisi henüz aralarında iken iki kabile gençleri bir arada sohbet ettikleri bir zamanda bir yahudi geliyor, cahiliye döneminde iki kabile arasında geçen Buas Harbi’ni hatırlatıyor. Sadece bu tarihî hadise dillendirilince bile gençler arasında fitne ortaya çıkıyor. Kavmiyet-kan asabiyeti ortaya çıkıyor. Hadiseyi biliyoruz, Efendimiz anında müdahale ederek büyük bir kavgayı önlüyor.

Son zamanlarda ise Fransız İhtilalinden sonra ulusçuluk ilkesi yaygınlaştı. İslam ülkelerini de etkilemeye başladı. Onun sonucu olarak ulus devletler kuruldu. Önce Osmanlı’daki gayri müslim unsurlar hem dînî, hem kavmî aidiyetle beslenerek koparıldılar. Daha sonra İslam kavimleri üzerinde de çalışıldı o manada. O çalışmaların hepsi projedir. Osmanlıyı, o İslam yapısını yıkmaya ilişkin projelerdir. Osmanlı yönetiminin de hatalarıyla bu gerçekleşti. Her şeye rağmen direnilebilirdi ama işte o noktada insanların zaafları ortaya çıkıyor. Size krallık vatan, bayrak vaad ediliyor. Hala o süreç de işliyor İslam dünyası içerisinde.

• İslam ülkelerinin bulunduğu coğrafyada görüyoruz ki Arap Baharı ortaya çıktı. Tüm İslam ülkeleri bir kargaşa içine girdi. Bizde ise Kürt Türk kavgası oluşturulmaya çalışılıyor. Osmanlı’da sağlanan bu birliğin günümüzde de sağlanması sizce ütopya olarak mı görülmeli? Yoksa gerçekten tekrar ümmetin birliği sağlanabilir mi?

• Ben ütopya olarak görmüyorum. Bunun Batı dünyasında örnekleri var. Avrupa iki dünya savaşı yaşadı. Onmilyonlarca Alman, İtalyan, Fransız vs Avrupalı insan öldü. Birbiriyle boğuşarak öldüler. Şimdi Avrupa Birliği uzlaşması diye nerdeyse tek devlet olma süreci sözkonusu. Zaman içerisinde olgunlaşan bir süreç bu. Ekonomi birliği olarak temeli atıldı. Daha sonra siyasî birlik, para, askerî birlik çalışmaları yapılıyor. İslam Dünyası içerisinde de bunun olmaması düşünülemez. İslam Dünyasında Birinci Dünya Savaşı sonrasından beri dışardan kurgulanan bir yapı sözkonusu. Ben bunu açık veya örtülü sömürge yapısı olarak tanımlıyorum. Bunda İslam Dünyasının parçalanmışlığı da var. Bu emperyalist bir projedir. Osmanlı yıkılırken cetvelle sınırları çizilerek, sınırları arasında hep ihtilaflı bölgeler konularak, birbiriyle çatışarak sürekli ilişki geliştirmesinler istenmiş. Yönetimler genelde güdümlü yönetimler olmuş ve bunlar birbiriyle münasabetleri asgarî seviyede tutacak yönetimler olmuş.  Mesela Türkiye’ye İslam Dünyası ile ilişkiyi en aza indirgemek ve Batılılaşmayı ana hedef haline getirmek yönünde bir politika empoze edilmiş. Türkiye yıllarını bu şekilde geçirmiş. Arap dünyasına baktığınızda her kabileye, her petrol kuyusuna bir devlet kurdurulmuş. Bu bir projedir. Bu proje değişebilir. Bence bunun değişme süreci başladı. İslam Dünyası dediğimiz bölgede yönetimler, sistemler biçimlendirilmiş, dış politikalar  denetlenmiştir. Halk da biçimlendirilmek istenmiştir ama en az tahrip olan halktır. Mesela Türk-Kürt çatışması diye bir eksen yok. Türk-Arap-Fars vs çatışması diye bir eksen yok. Problemler, temsîlî kadrolar  planında problemli ilişkilere dönüşüyor.

Mesela bugün “Uludere’yi bombaladınız. Ne istediğiniz Kürtlerden?” deniyor. Halbuki ortada kurulu bir düzen var. Bu düzen herkesi dövüyor. Türkü de, Kürdü de dövüyor. Toplum bunu aşmaya çalışıyor. Bir Van depremi oldu. Bütün Türkiye oradaki kardeşlerinin üzerine kapandı. Onlara yardım etmek için. Bir Uludere hadisesi oldu. Oradaki acıyı herkesin hissetiğini düşünüyorum.

Toplum, artık yönetimleri de kendisindeki değerleri yansıtan yönetimler haline getirmeye çalışıyor. Emperyalist yönetimler ve bütün İslam Dünyasındaki sömürge yapısı değişmeye başladı. 1960’lara gelindiğinde sömürge yapısındaki ülkeler bağımsızlığını kazanmaya başladı. Ancak yönetimler değişmedi. Bu son dönemde yönetimler de değişmeye başladı.

Türkiye’de de önemli değişiklikler oluyor. 1950 ye kadar tek parti yönetimi yukarıdan aşağı toplumu yeniden dizayn etmeye çalıştı. 50’den sonra zaman zaman askerî müdahalelere de rağmen toplum devreye girip peyderpey değiştirmeye başladı. Mesela her askerî müdahaleden sonra gelen yönetim halka daha yakın oluyor. Şimdi de böyle bir dönem yaşıyoruz. Ahmet Davutoğlu “Türkiye’nin bir stratejik verimliliği var.” diyor. Bu, Türkiye’nin arkasını dayayabileceğini koca bir coğrafya var demektir. Bunu İran’a da diyebilirsin, Pakistan’a da. Bosna, Kahire, Trablus, Bağdat Ankara’dır, İstanbul’dur. Bu yeni bir bakış tarzıdır. Ortak değerler üzerinde bütünleşiliyor. Bu bir hayal mi? Bence değil. Adım adım buna gidilecektir. Hayal, “hadi bayrakları birleştirelim, sınırları kaldıralım” demektir. Suriye ile ortak bakanlar kurulu yaptık. Bu, meselelerimizi müşterek hükümet zemininde ele alabiliriz demektir. Türkiye, İran konusunda Batının bütün baskısına rağmen göğüs gerdi. Bu, kardeşlik, komşuluk açısından çok önemlidir. Onun için kardeşliği, ittihadı, yakınlaşmayı hangi boyutta gerçekleştireceğimize doğru karar vermemiz lazım. Hayalci olmamak lazım. Bundan 30-40 yıl sonra gerçekleşecek şeylere biz şimdi adım atıyoruz dememiz de yaptığımız şeyleri de riske atar. Geçmişte maalesef D8 gibi böyle tecrübeler yaşanmıştır. Bu yanlış bir proje mi? Bence değil. Ama zamanlama önemlidir.

• Canlandırılması gerekir mi sizce?

• Tabi ki canlandırılması gerekir. Yani bu büyük bir coğrafya. O manada da adımlar atılıyor. Batı’da ekonomik kriz olduğunda İslam ülkelerinin Türkiye’ye gösterdikleri ilgi ile Türkiye bu krizi daha kolay atlattı. Bence bütün İslam ülkeleri ile çok iyi ilişkiler kuruyor. Mesela bu noktada Türkiye İslam Konferansı Örgütünü, İSEDAK ve diğer benzeri örgütleri daha fonksiyonel hale getiriyor. Türkiye’nin gayretleriyle daha fonksiyonel hale getiriliyor. Bugünden yarına cevap alınır mı? Bunlar zaman alır. Arap baharının bizim istediğimiz sonucu vermesi de zaman alacaktır. Türkiye’de Akparti on yıldır iktidarda. Hala iktidar oturmuş değil. Hala anayasa çalışmaları devam ediyor. Askerî  yönetimler döneminde yapılmış bir anayasa var. Bu Akparti, 2007 yılında kapatma davası açılan ve kıl payı kurtulan bir partidir. İslam ülkeleri içinde en normal olanı biziz ama bakın hala ne kadar sorunlarımız var. Onun için diğer İslam ülkelerinin de yeniden normal bir yapıya kavuşması bir anlamda tarihin normalleşmesi hadisesidir. Tarihi normalleştirmeye çalışıyoruz. Bundan sonra bu kardeşliğin daha iyi gelişeceğini de söylüyorum. Normal olan bu aslında. Anormal olan bizim birbirimizden uzaklaşmış olmamızdır. Bunu da başka güçler ortaya çıkarıyor. Bu coğrafya eninde sonunda normalleşecek. Tarihin akışı o yönedir. Ben, Osmanlı döneminde yaşanan Osmanlı-Safevî kavgasının da olmayacağını düşünüyorum. Olmaması gerektiğine inanan kadroların işbaşına geleceğini düşünüyorum.

• Arap baharı olduktan sonra halkların Türkiye’ye bakışının çok farklı olduğunu gördük. Yöneticilerin bakışında ise sanki bir tedirginlik hissettik.

• Halklar yönetimlerden pek de bağımsız değiller. Mesela Mısır yönetimine “sen çekil ben halkınla ilişki kuracağım” demek mümkün değil. Artı, Türkiye kendisinin “abi” olarak tanımlanmasını da istemiyor. Abi olarak tanımlanması diğer Müslüman ülkelerde tepki oluşturuyor. Bu coğrafyayı (tarlayı) sürenler özellikle aydın kesimlerde Osmanlı tepkisi de oluşturmuşlar. “Osmanlı geldi bizi sömürdü” diye. Halkta bu yok. Ama entelektüel çevrelerde bu var. Onun için Türkiye eşit ilişki ile temas kurmalıdır. “Yeni Osmanlı” gibi ifadeleri kabul etmediklerini bizim yöneticiler açık açık söylediler. Daha eşit, daha kardeş ilişkileri geliştirmeye çalışılıyor. Sanıyorum 53 ülke ile vize kalktı. Bunların hepsi adımdır. Daha geniş bir entegrasyon için gereklidir. Ama sona doğru iyileştirmeye doğru adımlar atılıyor. Benim için de doğru adımlardır. Türkiye’nin çok akıllı strateji izlediğini düşünüyorum. Her İslam Ülkesi kendi yönetimini kursun. Osmanlı gibi sınırların birleştiği bir yapı düşünmeye de gerek yok. Birbiriyle dost olsunlar, kültür alışverişi yapsınlar, öğrenci alıp versinler. Biz her sene Avrupa’ya binlerce öğrenci gönderiyoruz. Neden bunu İslam ülkeleriyle kendi aramızda yapmayalım? Hac ortamı gibi bir ortamın gelişmesi mümkün. Bunu geliştirmeye çalışılmalıdır.

• STK’ların ittihad-ı İslamın tesis edilmesinde sizce rolü nedir? Ekonomik, sosyal, kültürel örgütlenmeler var. İslam ülkeleri arasında bu örgütlerin kurulması hususunda ne düşünüyorsunuz.

• Son dönemde Türkiye’nin yapmaya çalıştığı şey odur. Ekonomik, sosyal faaliyetleri geliştirmek; siyaset onun ilerisindedir. Onun öncesinde ekonomik alanda insanî ilişkiler kurulmalı. Tuskon gibi, Askon gibi, MÜSİAD gibi, TÜSİAD gibi kuruluşlar önemli görevler üstlenebilirler ve üstleniyorlar. Bir çok ülke İslam’ı ticarî ilişkilerle tanıdı ve benimsedi. Uzakdoğu halklarının çoğunun İslam’ı tanımaları Müslüman tacirlerle oldu. Ben bunun yine ticaretle olacağı kanısındayım. Tabii ki engeller var. Çomak sokmak isteyenler olacaktır. Savaş sadece silahla yapılmıyor. Diplomasiyle, ekonomiyle yapılıyor. Ortadoğu’da çıkarı olan ülkeler bunu istemeyecektir. Fransa Türkiye’nin Ortadoğu’da kazandığı etkinliği istemiyor. Sarkozy resmen Türkiye’ye karşı savaş veriyor. Çünkü Ortadoğu’daki bir kısım alanları kaybetmek istemiyor. 

• Batı, ittihad-ı İslam tarihte olduğu gibi Türkiye tarafından tekrar tesis edilir düşüncesiyle Türkiye’nin ideallerini baltalamak istiyor. Bunu başarmasın diye elinden geleni yapıyor diyebilir miyiz?

• Evet çalışıyor ama Batı da sonuçta monoblog değil. Diyelim ki Fransa ile böyle bir boğuşmamız oluyor. Ama Amerika ile ittifak halinde bulunabiliyorsunuz. Bir anlamda diplomasi de bunu gerekli kılıyor. Mutlak İslam bloku, mutlak Batı bloku diye bir şey şu anda sözkonusu değil. Bakıyorsunuz sizin İslam bloku içinde dediğiniz bir İslam ülkesi Rusya ile Amerika ile Fransa ile bir başka ilişki içinde yer alabiliyor. Onun için bunların olabileceğini ihtimalini de dikkate alarak diplomasinin genişliği içinde iyiye doğru gitmeyi sürdürmek lazım. Bu gece gündüz sürmesi gereken bir çabadır. Bu anlamda Türkiye’de diplomasi yürütenler, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı, Dışişleri bürokrasisi, Dış Ticaret bürokrasisi… bunların hepsi önemli aktörlerdir. Hepsinin de devrede olması gerekiyor. Benim gördüğüm, oluyorlar da.

• Müslümanların birliği için günümüzde çalışmalar daha çok hangi alanlarda olmalıdır?

• Önceliğin ekonomik ilişkilerde olduğunu düşünüyorum. Kültürel ilişkileri daha çok sivil toplum örgütlerinin yapması gerekir. Kültürel ilişkilerimizin ekonomik ilişkilerimiz kadar canlı olmadığını düşünüyorum. Belki dil probleminden kaynaklanıyor olabilir. Onu geliştirmek lazım. Sivil toplum ilişkilerini, kültürel ilişkileri, üniversiteler arası ilişkileri, turizmi vs canlandırmak lazım. Bizim üniversitelerimize diğer İslam ülkelerinden öğrencilerin gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunları yeniden gözden geçirerek daha sağlıklı hale getirmek lazım.

• Teşekkür ederiz efendim. Allah Razı olsun.

Ben teşekkür ederim… 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.