DÜŞÜNCE UFKUMUZ – Din’in Yanlış Anlaşılmasına Dair – 1

Sonsuz kudret sahibi olan Allah Teâlâ merhameti gereği insanlara kendi razı olduğu, doğru yolu gösteren bir din gönderdi. Gönderilen din hayatın hiçbir alanını göz ardı etmeksizin insanları iyiliğe, doğruya ve kulluğa yönlendirdi. Samimiyetle bu yola yönelenler doğru yol üzerinde sebat gösterdiler ve Allah’ın kendilerine lütfettiği nimetlere ulaştılar. Samimiyetten ve fedakârlıktan uzak duranlar ise Allah’ın gönderdiği din üzerinde -hiç de hakları olmadıkları halde- birçok yanlış ürettiler.
Üretilen yanlışların boyutları din üzerinde çok faklı durumlar ortaya çıkardı. Mücadele isterken tembellik, diğerkâmlık isterken bencillik, ciddiyet isterken gevşeklik, samimiyet isterken ikiyüzlülük, huzur isterken kargaşa, merhamet isterken şiddet, sebat isterken kaypaklık… Velhasıl, Allah Teâlâ’nın kullarında görmek istediği ne varsa birçoğunun yerini başka haller aldı. Ve bu durum -maalesef- ivme kazanarak devam ediyor.
“İnsanları din hakkında yanlış anlamaya sevk eden nedenler nelerdir?” deyip bir başlık açsak; okuduklarımız, dinlediklerimiz, tecrübe ettiklerimiz ve gördüklerimiz çerçevesinde şunları ifade edebiliriz:
1. “İbadetler Ne Kadar Zor Olursa O Kadar Makbuldür.” Anlayışı:
Kapitalizm dünyada yaşanmaya başladığından beri zorluk, insan için hep çekici gelmiştir. Zor olana yönelmek hem şöhret hem de başarı hikâyelerini peşinden getirmiştir. Böylece piyasa şartlarında tutunmak daha da kolaylaşmış ve kestirme bir yol olmuştur.
İşte bu anlayışı İslam’a da uyarlamaya çalıştılar. Özellikle İslam hakkında cahil bırakmayı başarabildikleri insanlara bu düşüncelerini kolayca empoze ettiler. Ve birçok insan zor ve makbul olma arasında doğrusal bir bağ kurdu. Bu insanlar için din bir güç gösterisi yapma halini almıştı. Örneğin iftar saatinde açılması gereken oruç için 1-2 saat fazla aç kalsam daha fazla sevap alırım düşüncesi zihinlerinde dolaşmaya başladı.
Yanlış anlaşılmasın bu ifadelerimiz. Zor ise yapılmaz, demiyoruz. İslam’ın hükmü ne ise istenildiği şekilde ve zamanda yerine getirilmelidir. Ancak insan takatinin üzerindeki ibadetlerin insana uzun süreli bir faydası olmayacaktır. Dahası bıkma ve usanma duygularıyla kişi İslam’dan soğuyacaktır.
Oysaki Efendimiz aleyhisselam iki durumla karşılaştığında kolay olanı tercih etmiştir. “Siz yorulmadan Allah yorulmaz.” buyurmuştur.
2. “İslam’ı Sadece Belli Kimseler Anlayabilir.” Anlayışı:
Allah Teâlâ, insan için dengeli bir hayat belirlemiştir. İslam insanda dengeli hayatın oluşması için gerekli ne varsa hepsini ihtiva eder. İnsan ancak bu kuralları, davranışları kendi üzerinde uygulayarak dengeli hayata ulaşır. Bunlardan uzak kalma ise insanın aşırılığa kaçması ve dengeden uzaklaşması anlamı taşıyacaktır.
Allah Teâlâ, gönderdiği dini tanıtırken ‘din-i mübîn’ ifadesini kullanır. Apaçık, beyan edilmiş, anlaşılacak seviyede şeklinde kısaca açıklayacağımız bu ifade göz önünde dururken niçin “kitabı da dini de belli aşamadaki kişiler anlayabilir” diye mantık geliştiriyoruz? Allah’ın kitabına ve dinine kim samimiyetle yönelirse, ilim talep ederse Allah o kişiye bu ilmi verecektir. Değilse gayret göstermeksizin “bir okuyuşta hepsini anlayayım.” ifadesi sadece çocukça hayallerden ibarettir.
Yeri gelmişken bir yanlış anlayışı da düzeltelim. Herhangi bir konuda nasıl uzmanlık arıyorsak bu dinin de uzmanlık alanları vardır. Din üzerine, kitap üzerine yoğunlaşanlar / çalışma yapanlar elbette diğerlerinden daha fazla bilecek ve kavrayacaktır. Ki bu konuda Allah Teâlâ “Allah’tan ancak âlimler hakkıyla korkarlar.” (Fâtır, 28) buyuruyor.
3. Menkıbelere Dayalı Din Anlatımı:
Maide suresindeki “din tamamlanmıştır.” ibaresi; artık yeni bir din gelmeyeceği, farklı ibadet tarzlarının olmayacağı, yeni kuralların gelmeyeceği ve farklı din anlayışlarının gelişmeyeceği şeklinde anlaşılmış. İslam’ın ibadet ve muamelat kuralları bellidir. Farklı zamanlarda karşılaşılan olaylara karşı nasıl yaklaşıp hangi çözümler üretileceği de belli bir usûl çerçevesinde devam etmektedir.
İslam’da yaşanmış örnekler çok önemlidir. Ancak Kitab ve Sünnet’in dışında yaşanmış örneklerden fıkıh çıkarılamaz. O yaşanmış örneklerden ibret alırız, kendimize çekidüzen veririz, iç âlemimizi olgunlaştırırız, gayreti kuşanarak yaşamaya çalışırız ama onlardan İslam’ın emriymiş gibi kurallar çıkaramayız. Çıkaracak olduğumuzda neyi, ne kadar tahrif ettiğimizi kendimiz bile hesap edemeyebiliriz.