DÜNYADA ANAYASA

Anayasa bir halkın devlet haline geldikten sonra ilk yapması gereken hukuki ve siyaset yönü ile yasama işlemidir. Anayasa yeni kurulan ya da zaten var olan devletin yapısını, temel kurumlarını ve o kurumların işleyişini, devletin yönetim biçimini belirler. Vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan ve vatandaşların görevlerini belirleyen en temel kanun bütünüdür. Anayasa vatandaşlar tarafından genel kabul görmüştür. Yazılı ya da teamüle dayalı olabilir. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülkede anayasa yazılı iken, İngiltere de anayasa yazılı değildir.
Anayasaları her ne kadar hukuki bir metin olarak değerlendirip kanun desek de, anayasa hem hukuki hem de siyasi bir metindir. Siyasi yönü her zaman var olmuştur. En başta devletin yönetim biçimini belirliyor olması, siyasilerin anayasa hazırlaması ve anayasayı bir bütün olarak halkın önüne getirmeleri bu siyasal yönü oluşturmaktadır. Anayasa, siyaseti, siyaset de anayasayı yönlendirmektedir. Olması gereken ise Anayasal bir devlet olup siyasetin anayasaya tabi hale gelmesidir. Anayasa halkın ortak mutabakatı ise bu durum genel kabul olduğu için bu genel kabule sadık olmak da siyasetin zorunluluğudur.
Tarihin akışı içerisinde dünyada siyasi üstünlük mücadeleleri toplumlar içerisinde hep olmuştur. Avrupa Kıtası’nda din adamlarının ve halkın kral karşısındaki mücadele örneğinde 1215 yıllarında bir “Büyük sözleşme, ferman “ anlamlarına gelen Magna Carta belgesi vardır. Kralın sonsuz yetkileri papa ve halk karşısında kısmen sınırlandırılmıştır. Toplumun söz sahibi güçleri arasında bir denge olma yönü ile anayasal düzene geçişte ilk basamaklardan kabul edilmiştir. Kral toplum içinde en üstün güç olmuş ve bu üstünlük gerek papa ve gerekse gerçek güç olan toplum karşısında zamanla sınırlı bir güç olma yolunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Topluma bir takım güçler müdahale edecekler yani yönetim elbette olacaktır. Ama bu sınırsız gücün bölünmesi ve bu bölünme sırasında kurulacak dengede sınırların tespiti elbette genel kabullerle olacaktır. İşte bu kabul belgesi geçmiş zamanda büyük sözleşme iken günümüzde ise Anayasa olmuştur. Toplumu idare eden bu gücün biçimlenmesi yanında vatandaşın özgürlük alanları ve sorumluluğu da elbette olacaktır. Bir düzenleme ile bu hususlar kayıt altına alınacaktır. Magna Carta’da 39. maddede yer alan, “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak veya hapsedilmeyecek veya mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak veya kanun dışı ilan edilmeyecek veya sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır” hükmü, vatandaşların hakları ve özgürlükleri açısından çok önemli kurallar getirmiş olup, hukukun üstünlüğü ilkesinin birçok Avrupa Kıtası ülkesinde yerleşmesine neden olmuştur.
1781’de ABD de ilk anayasa yapılmış ve günümüze kadar 20 kez değiştirilmiştir. Anayasa tabiri ilk defa burada kullanılmıştır. Bu yazılı metinden sonra Fransa Devrimi ile anayasalaşma hızlanmıştır. Devrimi diğer Avrupa ülkeleri zamanla takip etmişlerdir.
1789 yılında yine bu güç mücadelesinde halkın burjuva karşısında edindiği kazanımlar vardır. Bu söz sahibi olma girişimi, halkın ayaklanması sonucu elde edilen bir denge kurma girişimidir. Ayaklanan halk karşısında mutlak otorite olan kral, kendi otoritesinden tavizler vererek halkın yönetimde söz sahibi olmasını kabul etti. Kurucu meclis ile parlamento kuruldu halk yönetimde temsil edildi. Kralın mutlak olan söz söyleme/yönetme uygulaması sınırlandırıldı. “İnsan ve yurttaş hakları bildirgesi” kabul edildi. Bildirge; insanların eşit doğduğunu ve eşit yaşamaları gerektiğini, insanların zulme karşı direnme hakkı olduğunu, her türlü egemenliğin esasının millete dayalı olduğunu ve mutlak egemenliğin bir kişi ya da grubun elinde bulunamayacağını, devleti idare edenlerin esas olarak millete karşı sorumlu olduğunu, hiç kimsenin dini ve sosyal inançları yüzünden kınanamayacağını söylüyordu.
Avrupa Kıtası halkı salt akıl ile girdiği mücadelede papa ve krallara karşı kazandığı hakları genel bir sözleşme haline getirmiştir. Sosyal bir mutabakat haline gelen bu kazanımlar Anayasa adı ile yazılı hale veya teamül haline getirilmiştir.
Son zamanlarda dünyada yeni anayasa yapan Güney Afrika, katılımcı bir anayasa hazırlamıştır. Bu anayasa yapımında devlet, vatandaşlarına anayasayı tartışma olanağını hazırlamış ve vatandaşlarından teklifler almıştır. 2 milyonun üzerinde teklif gelmiştir. Halk düşünce ve görüşlerini, tekliflerini iletmiştir. Anayasa yapımında halka sorulması ve bu denli tekliflerin alınması, halkın isteklerinin devlete yansımasına zemin hazırlamıştır. Halka rağmen yapılan anayasa ya da kanun baskıcı bir anlayışın sonucudur. Kendi halkından korkan bir devlet nasıl ayakta kalır, varlığını nasıl devam ettirir? Elbette bu devlette zulüm olması kaçınılmaz olacaktır. Zulüm ise asla payidar olamaz. Halkı ile barışık, kendi halkından korkmayan, farklılıkları bir zenginlik olarak gören anlayış ile hazırlanan anayasa ile yönetilen devletler tabi ki daha müreffeh, daha huzurlu ve uzun ömürlü bir devlet olacaktır.
Türkiye yakın tarihi bakımından ise ilk anayasa yapımı 1808 Senedi İttifak olarak kabul edilmiştir. Türk tarihinde ilk defa devlet otoritesi sınırlandırılmıştır. Anadolu ve Rumeli ayanları ile devlet arasında imzalanmıştır. Ardından Tazminat Fermanı, 1. ve 2. Meşrutiyet’in ilanı da devlet karşısında halkın isteklerinin kabul edilmesi olarak kabul edildi ve devlet otoritesini sınırlandırdı. 1. Dünya savaşından sonra Teşkilatı Esasiye kabul edildi. Kurtuluş savaşı sonrası kurulan 1. Meclis ile 1924 anayasası kabul edildi. 1960 darbe sonrası 1961 Anayasası ilan edildi. Bir başka darbeden sonra da 1982 Anayasası kabul edildi. Halen yürürlükte olan bu anayasa 1980 darbesi sonrası ilan edilen anayasadır. Yapılan yamama işlemlerinden sonra bu millete yük olarak duran ve sinede kabul görmeyen darbe anayasası mutlaka değişmeli, milli ve sivil bir anayasa olmalıdır.
Tarihte dünyanın bir kısmında bu gelişmeler yaşanırken İslam dünyasında neler olmuştur? Hz. Peygamber Efendimiz döneminde hicret sonrası Medine şehrinde, bilinen ilk mutabakat metni, ortak bir kabulle imzalanmıştır. Medine Vesikası ibretlerle dolu örnek bir yaşamın kabul edilen yazılı belgesidir. Her ne kadar anladığımız manada bir anayasa olmasa da farklı inançtaki insanları bir arada tutabilen ve ihtilafların çözümlerini gösteren, vatandaşlığı da ihtiva eden bir anayasa denilebilir. Anayasadır, değildir tartışmasından çok toplumun mutabık kaldığı bir metin olması Medine Vesikası’nı bir yönü ile anayasalaştırıyor. Anayasalara büyük sözleşme mutabakat metni denmiyor mu? Medine Vesikası işte bu yönleri ile ilk anayasadır.
İslam dünyasında Peygamber Efendimizden sonraki dönemlerde bilinen manada bir anayasa metni kaleme alınmadı. Ama devletin yapısı, işleyişi, hak ve özgürlükler ile sorumluluklar açısından baktığımızda yazılı kanunların yanında yazılı olmayan örf kurallarının da var olduğu görülüyor. Hilafetin devamı, sultanların devam etme şekilleri kaidelere bağlıdır. Bizce bu da bir yönü ile örf yani yazılı olmayan bir anayasayı işaret ediyor. Saltanatın babadan oğula geçmesi yönünde bir yazılı metin var mı bilmem ama yazılı metinden daha sağlam bir kaide olduğu kesin. Askerlik yapılanması, İslam olan milletler ile olmayanların vergilendirilme şekilleri gibi ana kaideler yazılı olmayan ama uygulaması çok yaygın ve geniş olan kaidelere bağlıdır. Bu kaideler yüzlerce yıl uygulanmıştır. Öyle ise bu gün İngiltere de var olduğu gibi bir yazılı olmayan örfi anayasadan bahsetmek mümkündür.
Tarihte İslam âleminde Kur’an ve Hadisler ile devamında fıkhın var olması ile zaten anayasa ve yasa olarak tüm ihtiyaç karşılanmıştır. Anayasa yapmaya ihtiyaç olmamış, var olan kanunlar, büyük devletler kurup yönetmeye yetmiştir. Vahyin ışığı ile yola çıkan akıl tüm insanlığa mutluluk vermiştir. Fakat Avrupa salt akıl ile yola çıkmış, hem yıllarca insanlığa zulüm etmiş hem de geldiği nokta itibari ile yine İslam’ın gerisinde kalmıştır. Vahiy olmadan yola çıkmak zifiri karanlıkta yolda yürümek gibidir. Hem kendimize hem de başkasına zarar vermek beklenen sonuçtur. Karanlığı yırtan ışık her zaman ihtiyaçtır. Vahiysiz akıl karanlıktır. Öyle ise karanlıktan aydınlığa yani mutlak adalete ancak ışık altında yürüyerek ulaşabiliriz. Vahyin ışığında İslam’ın vaat ettiği adalete tüm insanların ihtiyacı vardır.