Dünya Bizim Ayağımıza Mı Geldi?

Dünya Bizim Ayağımıza Mı Geldi?

Çocukken çok istediğimiz, hayalini kurduğumuz, sahip olmak için çok çaba sarf ettiğimiz ya da çok zor elde ettiğimiz bazı eşyaların, çocuklarımızın ayaklarının altında olduğunu ve çok çabuk değersizleştiğini görünce bu soruyu sordum kendime.

Değerlerin yer değiştirdiği, pek çoğunun alt üst olduğu bir devirde yaşıyoruz. Elbette değişmeyen tek şey değişim. Her şey değişime değişmeye mahkûm. Ancak değişim süreci teknolojinin hızına paralel hareket ediyor. Biz ise bu değişime ayak uydurmakta değil, onu kabullenmekte güçlük çekiyoruz. Yeni nesil ise bu değişimin içine doğdukları için zorluk çekmiyorlar. Bu değişime ve hıza son derece uyumlular ve sahip oldukları her şeyi çok çabuk eskitiyorlar, çok çabuk tüketiyorlar. Biz yaşındakilerin, maymun iştahlı diye tabir ettiğimiz çocuklar ve ışık hızında sona eren evlilikler de zannediyorum bunun bir örneği.

Hâlbuki biz eskimesin diye bayramlık ayakkabısını itinayla giyen çocuklardık. Şimdiki gençlere komik gelecek ama kaybolmasın diye silgimizin ortasına annelerimiz bir delik açar, oradan bir ip geçirir boynumuza asarlardı. Bayramı, yeni kıyafet alınacağı için iple çekerdik. Çünkü her gidildiğinde bir şeyler alınan AVM’ler yoktu. Çarşıda satılan şeyler de ailelerin bütçesiyle sık alınmaya uyumlu değildi. Şimdi çocukların ‘kreması yok mu?’ diye sorduğu kekler bizim için enfes yiyeceklerdi. Bize de büyüklerimiz ‘sizin şu yedikleriniz bizim zamanımızda yoktu’ derlerdi. ‘Şu sahip olduğunuz imkânların hayalini kuramazdık’ derlerdi. Tıpkı bugün bizim çocuklarımıza dediğimiz gibi.

Demek ki imkânlar her geçen gün daha da çoğalıyor ve iyileşiyor. Hayatın her aşamasında müthiş bir bolluk ve çeşitlilik var. Efendimiz aleyhissalatü vesselam’ın ‘Mal çoğalacak’ buyurduğu ahir zamanın mü’minleriyiz. İnfak edilenlerin bile niteliği, niceliği değişti. Efendimiz aleyhissalatü vesselam’ın ‘Yarım hurma ile de olsa ateşten sakınınız’ ikazına istinaden ‘Bugün insanların tükettiklerinin yanında yarım hurma nedir ki?’ diyoruz. Tabi ki Efendimiz burada ‘bile’ derken miktarın azlığının küçümsenmemesini kastediyor. Ancak Allah Resul’ünün risaletinin başladığı dönemde bizim bugünkü aklımızın almayacağı bir yokluk ve yoksunluk olduğunu görüyoruz. Hazreti Ömer, hilafeti esnasında kendine ikram edilen soğuk bal şerbetini içince ‘Allah Resul’ünün zamanında böyle imkânlarımız yoktu. Yoksa biz ahiretteki nasibimizi mi tüketiyoruz?’ diye ağlamıştı. Bunu diyen, kendini bolluk içinde gören kişi; devlet başkanı olduğu halde yamalı giyen Ömer’di. Ondan birkaç on yıl sonra bile Müslüman bir devlet başkanının yamalı giymesi muhtemel değildi. Yani o günden bugüne göreceli bir mal ve imkân çoğalması söz konusu. Ve bu artış hızla devam edecek gözüküyor. Bütün bu mukayeseler ışığında başta sorduğum soru cümlesinin cevabı galiba:

‘EVET! Dünya bizim ayağımıza geldi.’

Lakin bu cevap, dünyaya getiriliş maksadımız olan imtihanı da beraberinde getiriyor. Çoğalan bunca imkâna karşı duruşumuz ne olacak? İşte imtihanın sorusu bu: Şükür mü? Verilen bunca imkânı, kulluk yolunda ranta çevirmek mi? Verilen imkânlar içinde kaybolmadan, vasıtaları gaye edinmeden, nimetlerin Allah’tan olduğu şuuruyla hareket etmek, kulluğumuza yukarı doğru bir ivme kazandırmak mı?

Hırs mı? Bizden öncekilerin sahip olamadığı, bizim sahip olduğumuz bunca imkâna ve nimete rağmen sahip olamadıklarımız için hırslanmak mı? Sahip olamadıklarımız için, psikolojimizi, ardından huzurumuzu, ardından da ahiretimizi harap etmek mi? Bizim ve bizden sonraki neslin soruları bunlar. Yani değişen imkânlar ve şekil. Soru ve cevap aynı. Çoğalan imkânlar içinde kulluk muvazenesini kaybetmemek ise esas gaye.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.