DUA VE EDEPLERİ

“Elindeki nedir Ya Musa?’’ diye sormuştu Rabbimiz Hz Musa’ya. Musa aleyhisselam cevap vermişti “Asamdır.’’ ve devam etmişti Hz Musa: “Ona dayanırım, onunla hayvanlarıma yaprak silkelerim ve onda başka hacetlerim de var.’’ diyerek sözü uzatmıştı. Bütün âlemleri yoktan var edene, insana kendinden daha yakın olana, bütün soruları ve sorulacak bütün sorulara verilecek cevapları bilene böyle bir izah yapmak fazlalık değil miydi? Hayır, fazlalık bir kenara, hatta az bile. Çünkü sevgilinin huzurunda söz uzatılırdı. Huzurda kalmanın ve huzurda olmanın süresi uzatılırdı. Hatta bu süre bir ömür boyu uzatılsa bile azdır. Aslında dua da budur. Yani kulun, Rabbinin huzurunda, huzur içinde Rabbi ile söyleşmesidir. Mademki dua etmek huzurda kalmaktır, o halde dua edebilmiş olmak duanın sonucundan daha önemlidir. Edilen duanın kabul edilmesi ya da edilmemesi dua edebilmiş olmaktan daha önemli değildir. Dua edebilmiş olmak Allah Teâlâ’nın kuluna bir ihsanı, bir ikramı, bir lütfu ve kuluna verdiği önemin bir göstergesidir. Çünkü dua edeni Allah Teâlâ KUL olarak MUHATAP almış demektir. İnsana huzuru ilahide değer kazandıran eylem, haddini yani kul olduğunu, aciz olduğunu, eksik olduğunu, güçsüz olduğunu, muhtaç olduğunu ve yardımsız hiçbir işi yapamayacağını bilerek Rabbine iltica etmesidir. “(Rasulüm!) De ki: “Rabbim size ne kıymet verir duanız olmasa?..( Furkan 25.). Allah Teala’nın insana verdiği değeri gösteren bir uygulama da bedeni ile işlediği cürümlerin af edilmesi için bütün bedeni yerine dilini kullanarak tevbe etmesini istemesidir. “O kötü amelleri işleyip de sonra arkasından tevbe ve iman edenler için hiç şüphe yok ki, Rabbin bundan sonra yine de affedici ve merhamet edicidir.’’ (Araf 153). Aziz Mahmud Hudâyî, bu ayeti yorumlarken, tevbenin pek dikkat edemediğimiz bir inceliğine dikkat çeker. İnsan kötü işi bedeniyle yapar, eliyle gerçekleştirir, açık bir eylem koyar ortaya. Tevbe ise dille yapılır, hatta dile gelmeden de yapıldığı olur. Hüdâyî Hazretleri, işte bu farkı hatırlatarak, fiilen yapılan isyanın sözle yapılan itaatle affedilmesindeki lütfu gözler önüne seriyor.
Madem Allah Teâlâ kulunu muhatap alarak ona değer veriyor, o zaman kul da bu değerli kılınmayı dikkate alarak dua etmelidir.
ALLAH’A NASIL DUA EDİLİR?
Dua ve ibadete aslında yüce Allah’ın ihtiyacı yoktur. Çünkü O müstağnidir. Kendi kendine yeterlidir. Bir başkasının O’nu anmasına, övgüsüne ihtiyacı yoktur. Fakat dua ile yücelmeye, nefsin kötü tutkularına karşı çıkmayı öğrenmeye, Tevhid’in gereği olan sadece rabbine yakarış ve O’na sığınış eğitimine salih kulların ihtiyacı vardır.
Allah Teâlâ Kuran’da kendisini bizlere kullarına yakınlığı ile tanıtıyor. “Kullarım beni sana soracak olurlarsa muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm.’’ (Bakara Suresi, 186), Andolsun ki Nuh bize seslenip dua etmişti de biz de ne güzel kabul etmiştik. (Saffat 75) buyuruyor. Yani duanın karşılığını bulmaması mümkün değildir. Halbuki Rabbiniz: “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim.’’(Mümin60) buyurmaktadır.
Dua etmek için belirli zamanlar ve mekânlar ayrılmamıştır. “İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, gerek yan yatarken, gerek otururken, gerek dikilirken bize dua eder. Kendisinden sıkıntısını gideriverdik.’’ (Yunus 10 )
DUANIN EDEPLERİ
Yalvararak ve sızlayarak dua etmek ibâdetlerin cümlesindendir. Peygamberimiz buyurur ki: “Dua, ibâdetin özüdür.” Bunu şunun için buyurmuştur: İbâdetten maksat kulluktur. Kulluk da, kulun kendi acizlik ve zayıflığını, Allah’ın azametini düşünmekle olur. Duada bunların ikisi de vardır. Dua ne kadar tazarruya yakın ise o kadar evlâ olur. Her ne kadar dua etmenin belirli bir zamanı ve şekli yoksa da dua ederken duygusal yoğunluğa ulaşabilmek için bir takım kurallara uymakta fayda vardır:
1- Duada elleri kaldırmak. Zira Rasullullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah-ü Teâlâ’dan dileğinizi ellerinizin içiyle isteyiniz.” buyurmuştur.
2- Kıbleye doğru yönelmek ve göğe bakmadan dua etmek.
3- Her an Allah Teâlâ’ya iltica etmek ondan yardım dilemek ve ona sığınmak mümkündür. Dua gönül volkanının coşması ile istek ve temennilerin semaya yükselmesi olduğuna göre merci yeri de yalnızca Allah Teâlâ olmalıdır. “De ki: “Ben ancak Rabbime dua eder ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmam”..(Cin 20). “Gerçek dua O’nadır. O’nun dışında yalvarıp durdukları ise onlara hiçbir şeyle cevap veremezler.’’( Rad 14)
4- Önce tesbih edip ve sonra da salâvât getirmelidir. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz “Oysa en güzel isimler Allah’ındır. Bundan dolayı Allah’a onlarla dua edin..’’ buyuruyor. Peygamber Efendimiz duadan önce şu duayı okurdu: “Sübhane Rabbiye aliyyil alâl-vehhâb.” (Ahmed, Hakim). Peygamberimiz buyurur ki: “Dua etmek isteyen, önce bana salâvat getirsin. Zira bu takdirde, sâlâvat sayesinde duası muhakkak kabul olur. Allah duanın bir miktarını kabul edip diğerini reddetmekten kerimdir..”
5- Allah Teâlâ’ya hamd, Rasulüne salâvattan sonra yeryüzünde bulunan bütün müminlerin dünya ve ahiret saadetleri için dua edilmelidir. Müminler ‘’biz’’i ‘’ben’’e tercih ederler.
6- Gönülden istemek gerekir. “Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin…’’(Araf 55).
7- Kıymetli vakitlerde dua etmeye çalışmalıdır. Arefe günü, Ramazan ayı, cuma günü, seher vakti ve gece yarısı gibi. “Onların yanları yataklardan uzaklaşır, korku ve ümid içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayıra sarfederler.’’ (Secde16)
8- Kıymetli haller gözetilmelidir. Muharipler saf bağlayıp savaştıkları, yağmur yağdığı, farz namazların kılınacağı haller gibi. Zira hadiste gelmiştir ki: “Bu hallerde rahmet kapılan açık olur.” Ve yine ezan ve kamet arasında; oruçlu olup iftar açarken ve kalbinde incelik hissettiği hallerde. Zira kalpte hissedilen incelik, rahmet kapısının açık olduğuna delildir.
9- Duada tereddüt edilmemelidir. Belki yapılan duanın muhakkak kabul olacağı kanatında olunmalıdır. “Ben, sizden ve Allah’tan başka taptığınız şeylerden çekilip ayrılırım da Rabbime dua (ibadet) ederim. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağımı umarım’’ (Meryem 48) Peygamberimiz buyurur ki: “Yaptığınız duanın mutlaka kabul olacağına inanın.” (Müslim – Buharî).
10- Dua sızlayarak, tazarru ve kalp huzuru ile yapılmalıdır. Zira Hadis’te şu şekilde buyrulur: “Gafil kalbin duası asla dinlenmez.’’ İşledikleri hatayı idrak ederek rablerine yönelen Âdem aleyhisselam ve eşinin yaptığı yakarış: “Dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!” (Araf, 23). Gencecik hanımını ve canı kadar sevdiği evladını ıssız bir vadiye bırakarak geriye dönen bir eşin, bir babanın ve aynı zamanda bir peygamber olan İbrahim aleyhisselamın Allah Teâlâ’ya olan ilticası: “Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bir kısmını namazı dosdoğru kılmaları için, senin Beyt-i Haram’ının yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmını onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler.’’ (İbrahim 37).
11-Duada ısrar edip tekrar etmelidir, devam etmeli, terk etmemeli ve “Ne kadar dua ettim, kabul olmadı.” dememelidir. Zira duanın kabul zamanını ve hayırlısını Allah bilir. Duası kabul olunca, bu duayı okumalıdır: “İyi nimetlerini tamamlayan Allah’a hamd olsun.” kabul geç olursa, “Her hal-ü kârda Allah’a hamd olsun.” demelidir.
12-Tevbe edip her türlü zulümden zimmetini kurtarmalıdır ve kalbini tamamen Allah’a bağlamalıdır. Zira reddolunan duaların çoğu kalplerin gafletinden ve günahların zulmetindendir.
Rabbimize bollukta ve darlıkta, zenginlik ve fakirlikte daima O’na yönelişimizin ve O’na inancımızın bir ifadesi olarak dua dile gelmiyorsa, değerli addedilmeyi hak etmiyor demektir.
Dua edemeyen, dua edemediğinin farkında değildir; dua etmek için dua etmek gerektiğini bile bilemez. Dua edemeyen, dua edememekle neyi kaybettiğinin farkında değildir; bir şeyi kaybettiğini bilmeyen ise aramaz, aramadıkça bulamaz, bulsa bile eline almaz.
Dua eden adam bilmeli ki, dua ediyor olmakla, kaybettiğini bulmuştur, kaybettiğini bile bilmediği bir kaybını bulmuştur, eksikliğini bile çekemeyecek kadar gafil olduğu bir eksiğini tamamlamıştır.