Doç. Dr. Faruk BİLİR* ile “Anayasa” üzerine Mülakat

Doç. Dr. Faruk BİLİR* ile “Anayasa” üzerine Mülakat

 

Doç. Dr. Faruk BİLİR:

“ANAYASANIN ÜZERİNE KURULACAĞI YEGÂNE DEĞER İNSAN HAKLARI OLMALIDIR”

 

İlkadım: Çağdaş bir anayasa hangi değerler üzerine kurulmuş olmalıdır?

Doç. Dr. Faruk BİLİR: Tarihsel sürecine baktığımız zaman anayasaların ortaya çıkış sebebinin iktidarı sınırlamak olduğunu görmekteyiz. İktidarı sınırlamaktaki amaç ise iktidarın keyfi davranışları karşısında güvenceden yoksun olan insan haklarını, iktidarı hukuk ile bağlayarak, hukuki bir güvenceye kavuşturmaktır. Dolayısıyla anayasanın üzerine kurulacağı yegâne değer insan hakları olmalıdır. Anayasada öngörülen diğer mekanizmalar da bu değere hizmet edecek şekilde dizayn edilmelidir. Yeni anayasanın temelleri: demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları olmalıdır. Yoksa yapılacak anayasa, anayasacılık mantığı ile bağdaşmayacağı gibi kendisinden beklenen faydayı da sağlayamayacaktır.

 

İlkadım: “İnsan haklarına dayalı anayasa” ve “insan haklarına saygılı” anayasa kavramları hakkında ne düşünüyorsunuz? Yeni anayasa hangi yaklaşımı esas almalı?

Doç. Dr. Faruk BİLİR: Bilindiği üzere, 1982 Anayasası, 1961 Anayasası’ndaki “insan haklarına dayalı…devlet” ibaresi yerine, “insan haklarına saygılı…devlet” (m. 2) ibaresini tercih etmiştir. Bu ifade tercihleriyle ilgili olarak, bunların arasında bir fark olup olmadığı konusunda doktrinde hararetli tartışmalar yaşanmıştır. Bir tarafta iki farklı ifadenin, 1961 ve 1982 Anayasalarının, insan hakları konusunda benimsedikleri anlayış farkını ortaya koyduğunu;  1961 Anayasası’ndaki ifadede özgürlüklerin asıl, sınırlamanın istisna olduğunu, oysa 1982 Anayasası’ndaki ifade ile tam tersi bir anlayışı benimsendiğini, kişinin değil, devletin öncelendiğini savunanlar olduğu gibi; diğer tarafta da bu iki ifade arasında, anlatım farkından öte temel bir yaklaşım farkının olmadığını savunanlar da oldu.  Ancak 2001 yılında, 1982 anayasanın 14. maddesinde yapılan değişiklik ile “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyet” ifadesinin kullanılması, bu tartışmaları sonlandırabilecek bir gelişme olarak yorumlanabilir.  Başka bir deyişle, her iki anayasada kullanılan iki farklı ifade bir anlayış farkını yansıtıyor olsa bile, bahsi geçen anayasa değişikliği ile bu anlayış farkının, 1961 Anayasası’ndaki anlayış yönünde evrildiği söylenebilir. Yeni anayasada da esas olarak tartışmalara yer vermemek ve insanı öncelemek için “İnsan haklarına dayalı devlet” ifadesini kullanmak gerekmektedir.

 

İlkadım:1982 Anayasasının aksayan yönleri ne idi ve bu aksamaları gidermek için öncelikler nelere dikkat edilmelidir?

Doç. Dr. Faruk BİLİR : 1982 Anayasası hazırlanırken, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin görüşlerine yeterince başvurulmamış, anayasa yeterince tartışılmamıştır. Hatta birçok noktada Danışma Meclisi’nin önerileri bir kenara bırakılarak, metin Milli Güvenlik Konseyince oluşturulmuştur. Dolayısıyla anayasa, eksiklikler, çelişkiler ve ifade bozuklukları ile doludur. Bu durum Anayasa uygulanmaya başladıkça daha çok ortaya çıkmış ve yaşanan krizler her seferinde anayasanın değiştirilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında ortaya çıkan kriz bu durumun en son ve en çarpıcı örneğidir. Ne yazık ki, 1982 Anayasası 12 kez değiştirilmesine rağmen hala sorunlu yönleri bünyesinde barındırmaktadır. Bu noktada ilk olarak anayasanın bakış açısı değiştirilmeli, devlet karşısında birey haklarını koruyan ve gözeten bir anayasa yapılmalıdır. Örneğin, her ne kadar “kutsal devlet” ifadesi anayasadan çıkarılsa da, anayasanın bütününde hâkim olan bu anlayışın ortadan kaldırıldığından bahsetmek mümkün değildir. Zira sadece bazı maddelerin veya ifadelerin değiştirilmesi, “anayasanın ruhunu” değiştirmede yeterli olmayacaktır. Asker-sivil, din-devlet ilişkilerinin düzenlenmesi, hürriyetlerin korunması sistemlerine bakıldığında anayasanın ruhunun, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü kriterlerine uygun olmadığını söyleyebiliriz. Bu noktada anayasanın Başlangıç bölümünde, temel hak ve özgürlükler alanında ve özellikle siyasî partilerin kapatılması konusunda değişiklik yapılması şarttır. Ayrıca idarenin bütün eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olması kuralının istisnalarının kaldırılması, sivil-asker ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi gibi önceliklere dikkat edilmelidir.

 

İlkadım: “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” söylemi ile anayasamızdaki değişmez ve değişmesi teklif dahi edilemez maddelerin yer alması bir çelişki oluşturuyor mu? Modern, sürekli değişen ve gelişen bir toplum için değişmeyen maddelerden söz edilebilir mi? Edilirse bile bu maddelerin içeriği ve ifadelendirilişi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir başka ifade ile değişmez maddeler modern yaşamın gereklerine göre yeniden dizayn edilebilir mi?

Doç. Dr. Faruk BİLİR: Anayasada değiştirilemez maddelerin bulunması aslında bir temenniden ibarettir. Zira, artık hayatta bile olmayan insanların iradesinin gelecek nesilleri mutlak olarak bağlaması düşünülemez. Her ne kadar anayasaların uzun yıllar uygulanması istenilen bir durum olsa da, teknolojik, sosyal ve ekonomik gelişmeler anayasaların da değiştirilmesini zorunlu kılabilir. Bu noktada anayasanın hukuki yollardan değiştirilebilmesi zorunludur. 1982 Anayasasında değiştirilemez maddelerin içeriğine baktığımızda, genel olarak bu maddelerin değiştirilmesi konusunda bir toplumsal ihtiyacın ortaya çıktığını söylemek mümkün değildir. Ancak özellikle 2. maddede daha önce de belirttiğimiz gibi ifade bozukluklarının olduğunu görüyoruz. Bu maddeye göre “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, …….bir hukuk Devletidir”. Bu maddede geçen  “toplumun huzuru”, “millî dayanışma ve adalet anlayışı” gibi kavramlar maddeyi belirsizleştirmekte ve bu kavramlar için diğer ilkelerin feda edilebileceği gibi bir yoruma sebep olmaktadır. Bu durumun giderilmesi için maddenin yeniden kaleme alınması zorunludur. Üstelik 1982 Anayasasını yapan iktidar, bu yetkiyi kendisinde görmüş ve değiştirilemez maddelerinin kapsamını genişletmiştir. Bu noktada seçilmiş bir meclisin bu tür bir değişiklik yapamayacağını söylemek, demokrasi ilkesini de yok saymak anlamına gelecektir.

 

İlkadım: İnsan hak ve özgürlüklerinin sınırları ve sınırlandırılması konusunda ne düşünüyorsunuz? İnsan hakları söylemi, ülkenin ve toplumun birlik ve beraberliğinin sağlanması açısından bir tehdit olarak değerlendirilebilir mi? Yeni anayasada insan hak ve özgürlüklerinin çerçevesi nasıl bir yaklaşımla çizilmelidir?

Doç. Dr. Faruk BİLİR: Devletlerin olmadığı dönemlerden günümüze kadar insan hakları ve özgürlükleri mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. İnsan haklarının temeli insanın dünyadaki mevcudiyeti ile ilgilidir. Doğan her insan eşit hak ve özgürlüklere sahiptir. Ancak bu, insan hak ve özgürlüklerinin sınırsız olarak kullanılabileceği gibi bir anlama yol açmamalıdır. Herkesin hakkı ve özgürlüğü ancak başkasının hakkına müdahale etmeyecek ve toplum düzenini bozmayacak kadardır. İnsanlar kendileri hak ve özgürlüklerini koruyamayacaklarını düşündükleri için bir toplum sözleşmesi olarak devleti kurmuşlardır. Devlet insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve bu alandaki adaletsizliklerin giderilmesi için insan hak ve özgürlüklerini sınırlandırabilir ve sınırlandırmalıdır da. Aksi taktirde sınırsız bir alanda herkes kendi bildiğini okumaya çalışacak ve buda insan hak ve özgürlüklerinin mevcudiyetine halel getirecektir.

Ülkenin ve toplumun birlik ve beraberliği ancak insan hak ve özgürlüklerinin var olması ve korunmasıyla mümkün olabilir. Bir toplumda insan hak ve özgürlükleri ne kadar öneme haiz ise o toplumdaki birlik ve beraberlik de o kadar sıkı ve sağlam olur. Yani bu ikisi arasında doğru orantı vardır. İnsan hakları söylemi şahsi bir talep değildir. Bu söylemle tüm halka ve topluma istekte bulunulmaktadır. Bu söylemin artması ülkenin ve toplumun birlik ve beraberliğinin sağlanması açısından bir tehdit değil tam aksine yapıcı bir etkide bulunmaktadır.

Almanya Anayasasının birinci maddesiİnsan onur ve haysiyeti dokunulmazdır. Tüm devlet erki ona saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür.’ Bu yaklaşımla Alman Anayasası anayasanın temeline insan onur ve haysiyetini yerleştirmektedir. Bizim anayasamızda da anayasada insan hak ve özgürlüklerinin çerçevesi onların anayasanın ana unsuru olacak şekilde anayasanın temeline oturtulacak bir yaklaşımla yeni anaysa hazırlanmalıdır.

 

İlkadım:Hak ve sorumluluk dengesizliliği ya istibdatı ya kaosu ortaya çıkarmaktadır. Yeni anayasa hak ve sorumluluk dengesini nasıl sağlayabilir?

Doç. Dr. Faruk BİLİR: Yaygın kanaate göre özgürlükler ile güvenlik yahut haklar ile sorumluluklar arasında bir gerilim olduğuna inanılır. Bu inançtan dolayı olsa gerek anayasalarda veya alelade kanunlarda ülkenin şartları ve anayasa yapanların dünya görüşleri doğrultusunda ya haklar ya da sorumluluklar odaklı bir yaklaşım anayasanın genel sistematiğine yansıtılır. Hak ve sorumluluk denklemini çözmeye çalışmak ise esasında zor ve gereksiz bir çabadır. Zordur, çünkü iki zıt yaklaşımdan biri lehine tavır alındıkça bu durum ister istemez diğerinin de aleyhine olacaktır. Hak ve özgürlüklerden yana tutum alındıkça hali ile güvenlik ve sorumluluk arka planda kalacaktır. Öte yandan böyle bir çaba gereksizdir de, zira hak ve özgürlüklerin tabiri caizse ipini saldıkça mutlak surette kaos çıkacağına yönelik bir düşünce otoriter ideolojilerin olağanüstü hal koşullarına ve vesayet sistemine meşrulaştırmak için öne sürdükleri bir yanılgıdan ibarettir. Bu bağlamda yeni anayasaya düşen en büyük görev de hak ve özgürlük odaklı bir sistem öngörmesidir. Bu hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılabileceği durumlara yönelik anayasanın alması gereken tek önlem ise devlet aygıtını anayasal sistem içerisinde mümkün olduğunca az etkili kılarak, iç ve dış güvenlikle yargısal hakemlik görevini yürütmek dışındaki görevlerden onu hariç tutmaktır. Zira bir bireyin hak ve özgürlüklerine yönelik tecavüz sadece diğer bireylerden değil, büyük oranda devletin olumsuz faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden yeni anayasa bir bireyin hakkını korumak için sadece ve sadece asgari güvenlik tedbirlerini öngörerek, hakkı tecavüze uğrayan kişilerin hakkını aramaları için etkin bir yargı sistemi kurmakla yetinmeli, diğer yandan bireyden ziyade devlete karşı bilhassa düşünce açıklamaları ile işlenen suçları hürriyeti bağlayan cezayla müeyyidelendirmemelidir.

 

İlkadım: Son dönemlerde özellikle eğitim hakkı, inanç özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi bir takım özgürlükler ve haklar çok fazla tartışma konusu yapıldı. Bu hak ve özgürlüklerin sınırları siz ne düşünüyorsunuz? Yapılan tartışmalarda yaşanan çıkmazlar nelerdir?

Doç. Dr. Faruk BİLİR: Demokratik toplumlarda hak ve özgürlüklerin sınırsız olması düşünülemez. Toplumsal yaşamın düzenini sağlamak, hak ve hürriyetlerden herkesin yararlanmasını sağlamak amacıyla hak ve hürriyetlere birtakım sınırlar getirilir. Fakat bu sınırlamalar getirilirken bireyin sahip olduğu hak ve hürriyetleri kullanması engellenmemelidir. Gündemde uzun süre yer alan bu tür tartışmaların nedenini 1982 anayasasının vesayetçi ruhunun varlığı ile açıklamak doğru olacaktır.  Kamusal alanlara başörtüsü ile girilemeyeceğine ilişkin anayasada bir sınırlama getirilmemesine rağmen öğrencilerin başörtülü olarak okullara alınmayarak eğitim haklarına müdahale edilmesi bu vesayetçi anlayışın ürünüdür. İnanç özgürlüğüne değinecek olursak bu konuda bir ayrım yapmak gerekir. Bu ayrımın birinci yönü bireylerin dilediğine inanmak konusunda serbest olmalarıdır. Ayrımın diğer yönünde ise bireyler inançlarının gereğini yerine getirirken bazı sınırlamalara maruz kalabilirler. Ancak bu durumda da bireyin inanç özgürlüğünü kullanmasını engelleyecek bir sınırlama boyutuna gidilmemesi gerekir. Her ne kadar 2010 anayasa değişikliği sonrası örgütlenme özgürlüğüne ilişkin olumlu bir adım atılmış gibi gözükse de örgütlenme özgürlüğünün en korumasız haklardan biri olduğunu söylemek doğru bir tabir olacaktır. Tüm bu tartışmaların odağında hak ve özgürlükleri istisna sınırlamaları asıl konumuna getiren 1982 anayasası vardır. Bu nedenle günümüz ihtiyaçlarına cevap veren bir anayasa yapım süreci başlatılmıştır. Bu hususlar da göz önüne alınarak yeni anayasanın yapım sürecinde özgürlükçü, insan onurunu koruyan vesayetçi bir tutumdan uzak, birey haklarını esas alan bir anayasa yapılmasına özen gösterilmelidir.

 

İlkadım: Modern toplumlarda anayasa hazırlanması süreci ile daha önceki anayasalarımızın hazırlanması süreçleri arasında nasıl bir ilişki ya da farklar bulunmaktadır? Bu çerçevede yeni anayasa hazırlanırken hangi ilkeler içerisinde hareket edilmelidir?

Doç. Dr. Faruk BİLİR: Bir anayasanın içeriği kadar hazırlanma süreci de meşruiyetini etkileyen önemli bir unsur olarak karşımıza çıkar. Modern toplumlarda anayasaların hazırlanması ya bir kurucu meclis tarafından ya da mevcut yasama meclisi tarafından gerçekleştirilmektedir. Kurucu meclis, halk tarafından anayasa yapmak üzere seçilir ve bu görevi sona erdikten sonra dağıtılır. Türk anayasa tarihinde darbe anayasaları olarak bilinen 1961 ve 1982 anayasalarını hazırlayan kurucu meclislerin demokratik olarak nitelendirilmeyecek birtakım özelliklere sahip olması yeni anayasanın kurucu bir meclis tarafından hazırlanmasına karşı olumsuz bir izlenim uyandırmaktadır. Ayrıca 1924 anayasası anayasa yapımı için kurucu meclisin varlığının şart olmadığının bir delilidir. Demokratik bir anayasanın hazırlanmasının milletin büyük çoğunluğunu temsil eden demokratik bir şekilde oluşturulmuş olan bir meclis tarafından gerçekleştirilmesi gerekir. Anayasa yapım sürecinde meclisin gerek sivil toplum örgütlerinin gerekse uzmanların görüşünü alması daha etkili bir sonuca ulaşmada önem arz edecektir. Yeni anayasa hazırlanırken halkın yapım sürecinin her aşamasında yer alması bu anayasanın benimsenmesi açısından oldukça önemlidir. Son aşama olarak anayasanın hazırlanmasının ardından halkoyuna sunulması yeni anayasanın meşruiyetini daha da belirgin hale getirecektir.

 

İlkadım: Modern toplumlarda sivil toplum örgütleri büyük önem arz etmektedir? Hükümetin ve diğer siyasi partilerin STK’lara bakışı nasıldır? Yeni anayasanın hazırlanmasında STK’ların işlevi ne olmalıdır? Türkiye’deki STK’lar bu işlevlerini yerine getirecek güç ve imkanlara sahip olmaları konusunda ne düşünüyorsunuz?

Doç. Dr. Faruk BİLİR

Günümüz demokratik toplumlarında katılımcılık, demokrasinin önemli unsurlarından biri haline gelmiştir. Katılımcılığın gerçekleştirilmesinde de en önemli görev sivil toplum kuruluşlarına (STK) düşmektedir. Bu bağlamda yeni anayasa yapım sürecinde de STK’lara önemli görevler düşmektedir. Bütün toplumsal kesimlerin taleplerini toplayıp bunu kurucu iktidara aktaracak olanlar esasen STK’lardır. Ancak Türkiye’de STK’ların genellikle bir siyasi ideolojiyle gönül bağı ve bir siyasi harekete eklemlenme gibi bir zaaf içerisinde oldukları gözlemlenmektedir. Bu nedenle siyasi partilerin de STK’lara bakışı genellikle kendi ideolojilerine yakın olanlarla işbirliği içinde olma; diğerlerini kendileri için bir “tehlike” ya da  “zararlı” oluşumlar olarak görme eğilimindedirler. Fakat bu olumsuzluklara rağmen yeni anayasa katılım sürecinde STK’ların anayasa yapım sürecine katılması için bütün iletişim kanalları hiçbir ayrım yapmaksızın bütün STK’lara açık tutulmalı. Bu kanalları kullanmak istemeyip bir siyasi partiye eklemlenerek sürece katılmayı tercih eden STK’ların da katkılarından siyasi partiler muhakkak surette faydalanmalıdırlar.

 

*Selçuk Ün. Hukuk Fakültesi Öğr. Üyesi 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.