Divan Şairi Küser Mi?

Divan Şairi Küser Mi?

Yabancı bir komedi dizisinde izlemiştim. Arkadaşının Paris’e gitmesini istemeyen esas kız dostunu arayıp uçaktan inmeye ikna etmeye çalışıyor. Kararlı kadın bu isteği kabul edilmeyince o an aklına gelen kozunu oynuyor ve “Şu an bir duyum aldım bindiğin uçağın arka sol falankslarında arıza varmış” diyor. Bunu duyan arkadaşı “Ne arka falankslarda problem var ve bizden gizleniyor mu?” diyor inanmayarak ama koltuk arkadaşının ses tonundaki alayı fark edecek kadar tanımadığı için yanındaki adamın anksiyetesi tetikleniyor, arkadaki gencin panik atağı ortaya çıkıyor derken Türkiye’de olsa “habbeyi kubbe yapmayın canım” denilip geçilecek bir söz infiale sebep oluyor ve uçak birkaç saniyede boşaltılıyor. Hostesler “Sayın yolcular uçakta bir arıza yoktur hatta uçağımızda falanks isimli bir parça yoktur,” dese de kimse onlara kulak asmıyor. Sonuna yetkililer söylem değiştirip “Sayın yolcularımız merak etmeyin falankslarımız değiştirildi, üstelik her ihtimale karşı yeni yedek falans takıldı,” diyerek yolcuları tekrar uçağa alıyor.  Böylece ufak bir gecikmeyle ama büyük bir yalanla uçak havalanıyor. Bu arada falanks kelimesinin isim babası da havaalanına yetişiyor ve arkadaşını New york ’ta kalmaya ikna ediyor.

Evet, Türkiye’ de de birileri bir zamanlar bir yerlere çıkmak için “ Divan edebiyatı hayattan kopuktur, saray edebiyatıdır, anlaşılması zordur, eski yazıdır” yalanını uydurmuş, karşısında oturan ve zaten klasik edebiyatı anlayacak araçlara sahip olmayan yeni yetme bir şair bu fısıltıyı duyup ona sımsıkı sarılmış,  o sırada kapının önünden geçen ve yurt dışından yeni gelmiş olan diğer şiir heveslisi de bu söylenenlere kulak kabartmış, kulaktan kulağa dolaşan bu yalan,  hakikat çizmelerini giyene kadar dünyayı dolaşmış, sonunda günümüze kadar ulaşmış.

O uçak nasıl hiç boş kalmamış hatta zamanla tüm hava yolu çalışanları falanks isimli bir uçak parçasının olduğuna inanmışsa bu yalana da önce edebiyatçılar, şairler, yazarlar sonra okurlar son olarak da halk inanmış. Hatta okullarda öğretmenler edebiyat dersinin açılışını böyle yapmış “Evet biliyoruz çok sıkıcı bir ders ama mecburuz bunları anlatmaya.”

Pilotun uçağı boş kalma pahasına “Hayır arkadaşlar uçakta falanks diye bir yer yok” demesi gibi Dursun Ali Tökel’ de zihnimizde yel değirmenleri gibi olan yerleşmiş bu düşünceleri düzeltmek için yola çıkmış ve söylediklerini Divan Şairi Diyor ki isimli kitabında toplamış. “Hayattaki en kolay şey kendilerini savunamayacak olanları suçlamaktır” diyerek bu sorumluluğu üzerine almış ama bunu öyle ecdad güzellemesiyle, hamasetle, mübalağa ile değil makalelerle yapmış.  “Hayır arkadaşlar Divan edebiyatı yüksek zümre edebiyatı değil yüksek kültür edebiyatıdır ve halktan kopuk değildir olsa olsa halk edebiyattan kopuktur ve bir de şöyle bir durum var ki edebiyatın hayattan kopuk olması için o hayatla edebiyatı kıyaslamak gerekir ama biz bunu yapamayız. Çünkü elimizde edebiyat var ama hayat yok.” diyerek belgelerle her sözünün arkasında durmuş. “İnsan iki şeyi göremez bir bakmadığı şeyi iki sürekli baktığı şeyi” cümlesiyle de semptoma değil sebebe odaklanmış.

Şairlerden yola çıkmak gerekir

Dursun Ali Tökel, Divan şiirinin yalnızca bir güzeli muhatap almadığını tasavvuf, siyaset, Osmanlı mutfağı, çocuk eğitimi, kitap sevgisi, aile, insan ruhu ve eğitim gibi konulara da temas ettiğini farklı şiirlerden örneklerle açıklıyor. Her bir yazıda bütüncül bir bakış açısıyla Divan şiirinin farklı bir yönüne değinip ele aldığı mevzuyu farklı yönleriyle anlatıyor. Klasik edebiyatımızın hayattan uzak olmadığını İslami, tarihi, siyasi, kültürel, psikolojik, pedagojik bilgilerle destekliyor. “Cihan bir tarafa Baki bir tarafa” diyen Kanuni’den başlayıp baklava redifli gazele, oradan elma çeşitlerine, diş fırçalamanın önemine, mal mülk sevdası, uyku düzeni gibi konulara değinen divan şiirlerine geçip daha ne olsun?” diyor. Shakespeare için “Eski İngiliz şairi” demeyen dilimiz neden kendi edebiyatımız söz konusu olunca bu kelimeyi cömertçe kullanıyor? diye soruyor.

“Shakespeare’e hazineye girilir gibi girilir” diye düşünüp kendi edebiyatıyla ilgilenmeyenlere “Bir medeniyetin bütün verileri, yaşanılan çağın bir yorumudur; Osmanlı dönemi mimarisi, müziği, geleneksel sanatları hakkında iltifatlarda bulunulurken, o devrin edebiyatı hakkında sadece karalamacı, hafife alıcı, yok sayıcı bir üslup kullanmak akıl kârı değildir. Mimar Sinan’ın taşla yaptığını Karahisarî yazıyla (hatla), Bâkî kelimelerle, Levni renklerle, Itri seslerle (notalarla) yapmıştı. Bize düşen bu çok katmanlı miraslar karşısında, anlama yetimizi kullanarak sonuçlar çıkarmak; o günü anlayacak, bugüne anlatacak, nelerin kaybolduğu, nelerin kaybolmadığı, nelerin taşınması, nelerin bırakılması, nelerin bizi zenginleştireceği, nelerin bizi fakirleştireceği sonuçlarını çıkarmak…” diyerek kafamızda oluşmuş tabuları sarsıyor.

“Eskiye rağbet olsa bit pazarına rahmet yağardı.” mantığına Mehmet Kaplan’la cevap veriyor “Şunu gördüm ki Türk milletinin tarih boyunca duyduğu, düşündüğü, hayal ettiği ve özlediği her şey, edebi eserlerin içinde gizlidir.”

Gülle bülbülle bir yere varamayız millet uzaya çıkıyor diyenlere Horatius’un şiirini okuyor:

“Beyhudeydi şefin ve bilgenin gururu,

 Ozanları yoktu ve öldüler!

Boşunaydı entrikaları, boş yere aktı kanları,

Ozanları yoktu ve öldüler!”

Nefi ile devam ediyor:

“Şairlere iltifattan sakın geri durma;

 Zira bu cihânın gözcüleri olan o şanlı hükümdarları övenler şairlerdir!

 Eğer şairler olmasaydı, şu dünyaya devletle gelip yine devletle (saadetle) giden hükümdarları kim nerden bilecekti?

 Kanunî Sultan Süleymân Hân’ı kıyamete kadar yaşatacak olan,

 Bâkî’nin âb-ı hayâta benzeyen o sözleri değil midir?”

Şiir kendi içimizde kâinatı bulmak sanatıdır

“Âh bu eski şairler… Niçin onları sık sık okumaz ve sevmeyiz, bir türlü anlamam…Her şey dildedir. Dil, insan dediğimiz duygu ve düşünce kaosunun vuzuh noktasıdır. Onda var oluruz, onunla şekil alırız…” diyen Tanpınar’la kalbimize dokunup “Dilini anlamadan insanı anlayamayacağımıza göre dili dışlayarak aslında neyi dışlamış oluyoruz?” sorusuyla bizleri baş başa bırakıyor.

Peki Orhan Veli’ye bile eski şair diyerek, klasik edebiyatımıza istihza ile bakarak biz acaba hangi uçağa yetişiyoruz? O oyuncu yalan söyleyerek arkadaşına kavuştu peki biz bu tarihi yalanı sorgulamayarak neye kavuşuyoruz?

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.