DAHA DA FAZLA AZLIK

Çok uzun seneler önce uzun bir yolculuğu göze alarak yakın bir arkadaşımın düğününe gitmiştim. Hem bu mutlu gününde kadim dostumun yanında olmak hem de düğünde sahne alacak sevdiğim bir müzik grubunu dinlemek gayet karlı gibi gelmişti. Müzisyenler, tanıdık olan Damat Bey’in hatırı için Hatay’dan bir iki saatliğine gelmişlerdi ve hemen döneceklerdi. Hiçbir anını kaçırmak istemediğim için terminalden doğrudan düğün salonuna geçtim.
Gittiğimde gelin ve damat salona yeni girmişti, solistlerse “Ses bir iki ses bir iki…” provasındalardı. Arkadaşımın babası karıncayı incitmekten bile sakınan bir ses tonuyla siteden komşuları olan milletvekili aday adayı bir beyefendiden “Hoş geldiniz” konuşması yapmasını rica etti. Büyük bir ihtimalle düğüne hoş bir girizgâh olsun, tören çat diye müzikle başlamasın hem adamcağızın da gönlü kalmasın diye düşündü. Zaten sonrası da orkestra, nikâh, takı merasimi vs. şeklinde devam edecekti. Eğer milletvekili bey davetlilere, muhalif partinin üyeleri muamelesi yapmasaydı. Ah be siyasetçi abi öyle olsa bile düğündeydik!
Evet, bu ellili yaşlardaki, iri yarı, gür sesli, öfkelendiğinde kıpkırmızı olan politikacı amca tam bir saat kırk beş dakika boyunca yapacağı icraatları anlattı. Rakip partinin hainliklerini, vatanı nasıl sattığını, ülkenin elden gittiğini düğün salonundaki dans pistinde, rengârenk balonların ve kırmızı yapay güllerin içinde tek tek belgelerle ispatladı. Hayır, zaten biz bizeydik, aynı muhitin insanlarıydık, müellefe-i kulüp grubuna da girmiyorduk üstelik iktidar partisinin rozetleri falan da yoktu yakamızda. Şalvarlı, yemenili teyzelerin yanında oturan sessiz sakin kızlardık. Kimeydi bu öfke, ne yapmalıydık, düğünden kaçarak yüksek seçim kuruluna gidip “Seçimi erkene alın hemen oy kullanmalıyız, ülke elden gidiyor!” mu demeliydik?
Tabi bir buçuk saatin sonunda müzik grubunun uçuş saati geldiği için palas pandıras havaalanına doğru yola çıktılar. Gelinimiz siyaset meydanına düşmüş beyaz bir güvercin gibi, damadımız komşusu siyasetçi olan bir kızla evlenmenin ağırlığıyla çökmüş gibi, biz de kuru pasta ve meyve suyu için mitinge gelmiş partizanlar gibi kalakaldık. Arkadaşın babası ise yüzünde “Nerede yanlış yaptım?” ifadesi, bir yanda nikâh kıyılmasını beklemeden kaçarcasına giden misafirler bir yanda yüzüne duvak yerine mutsuzluk örten kızı bir yanda da seçimi kazanmış gibi gururla misafirleri uğurlayan komşusu arasında ne yapacağını bilemez halde bakakaldı.
Hatıranın hatırlattıkları
Peki, bu hatırayı 20 yıl öncesinden kim çağırdı bugüne? Tabi ki, atomların dünyasından ölüme kadar hiçbir şeyin çocuklara anlatılmaz olmadığını söyleyen Asa Lind’ in “Kum Kurdu” kitabı. Hani diyoruz ya “Japonların işi dinimiz gibi dinleri işlerimiz gibi,” ben de diyorum ki “Bu yazarın üslubu dinimiz gibi, anlattıkları işlerimiz gibi.”
Herkesin bildiği gibi Peygamberimiz sadece güvenilir, iyi kalpli ve namaz ehli değilmiş aynı zamanda cevamiu’l kelimmiş yani ana dilinin kurallarına hâkim olduğundan az sözle çok şey ifade edermiş. Muhatabına her şeyi floresan lambanın odadaki eşyaları ayan beyan göstermesi gibi anlatmazmış. Bir tarafı karanlıkta koyan gece lambası gibi lafın büyük kısmını söylemeden bırakırmış ki dinleyen düşünme melekesi ile gerisini tamamlasın. İşte Asa Lind bizim bu adab-ı muaşeret kuralımızı sanki bir yerlerden öğrenmiş farkında olmadan eserinde ilmek ilmek işlemiş.
İsveçli yazar çocuklara anlatmaya ne gerek var dediğimiz her şeyi işaret etmiş, açıklamış mı, hayır sadece göstermiş. Anlamak, açmak, yorumlamak okuyana kalmış. Hanımefendi İsveçli bir çocuğun göz hizasına eğilerek, bağımlılık, demokrasi, ölüm, adalet, rekabet, farklılıklara saygı, anda olmak, aile olmak ve hatta aşk gibi kavramları bazen günlük yaşantının içinde bazen sıra dışı olaylarla tek tek ele almış. Kız olduğu ima edilen ama hiçbir cinsiyet rolü verilmeyen bir çocuğun tüm soyut ve somut soruları vahşi ama hayali bir hayvan tarafından dikte etmeyen, tepeden bakmayan bir dille ayrı ayrı cevaplanmış. Anne dışarda çalışıyor baba evde yemek ve temizlik işleri ile uğraşıyor. Öyle mahalle arkadaşlığı, komşuluk ilişkisi, mecburi eğitim, dini ritüeller vs. yok. Herhangi bir ırk, din, düşünce iması bile yok ama bu mensubiyetsizlik te aslında bir mensubiyet değil midir? Bu soru satır aralarına saklanmış.
Kum kurdu, tüm soruların cevabını bir hayvan olarak ama insan aklının sınırları ile yanıtlıyor. Çaresiz kaldığı sorular için “Hayat bilir” diyor. Ölümün zamanına cevabı “O benden daha güçlü,” oluyor. Sade düğün, sade ev, sade yaşam derken bu minimalist akım İsveç’te kitaplara da tesir etmiş. Yazarımız gereksiz tek bir laf etmiyor.
Zaccarina, her türlü duygusunu serbestçe ortaya koyuyor ama duygunun esiri olmuyor. Mesafesiz bir mesafenin hâkim olduğu evinden hışımla, zihninde deli sorularla çıkıp huzurla dönüyor. Okur’a; “Mevlana’da Şems’in yanına böyle sorularla mı gidiyordu acaba? Neyzen Tevfik’e de Akif böyle iyi geliyor muydu? Mustafa Kutlu Nurettin Topçu dostluğu da böyle miydi?” dedirtiyor.
Peki ben neden milletvekili ile bir yazarı bu yazıda buluşturarak haksız bir mukayeseye sebep oldum. Belki de yazarınız böyleyse milletvekiliniz de böyle olur demek istedim. Ya da milletvekilimiz böyle olduğu için yazarımız da böyle dedim. Efendim başkaları yanlış dediğimiz şeyleri bu kadar kısa ve öz anlatırken bizim doğruyu bu kadar uzatmamıza gerek var mı demek istemişte olabilirim. (Bu yazı da dahil)
Kitap, tek dünyalı bir çocuğun ölüm anksiyetesi yaşamaması için, kayıp karşısında depresyona girmemesi için, varoluşsal sorunlar girdabında madde bağımlısı olmaması için tüm tedbirleri alıyor. Türk çocuğu da gözlerindeki ışığı söndürmeden, korkutmadan, tepeden bakmadan, parmak sallamadan ama aptal muamelesi de yapmadan sorularına cevap veren yazarları, çizerleri, öğretmenleri daha da fazla hak ediyor.
Kitap adı: Kum Kurdu, Daha fazla Kum Kurdu, Daha da fazla Kum Kurdu
Yazar: Asa Lind
Pegasus yayınları
Yayın Tarihi: 2017