Dağlar Dağlar

Dağlar her yerde var. Kur’an’da yeryüzünün çivileri; pamuk gibi atılacak savrulacak olan yükseltilerdir. Peygamber Efendimizin ve diğer peygamberlerin hayatında da dağın büyük yeri vardır. Nur(Hira) Dağı’nın ifade ettiği Allah’la baş başa olmanın devamını, Sevr’de“korkma Allah bizimledir.” şeklinde yaşarız. Uhut Dağı için “Uhut bizi sever, biz de Uhut’u” derken insanlaştırılan bir taş kümesinden bahsedilir. Uhut’un meyvelerinin yenmesi tavsiyesi dağa verilen yeri; gözü doymayan insanı anlatırken Uhut Dağı kadar altın olsa benzetmesi de dağın büyüklüğünü ifade eder.
Tur Dağı’nda tecelli eden ve Hz. Musa’nın baktığı yeri perişan edip parçalayan Rabbin, Hira Dağı’nda nasıl tecelli ettiğini bilemeyiz. Ama Cebrail Aleyhisselamla baş başa kaldığı anın dehşetini, Hz. Hatice ile paylaşmasından anlıyoruz. Sahi o anı bizden biri yaşasa ne olurdu. Anlaşılıyor ki dağlar baş başa kalmanın mekânlarıdır.
Dağlardan odun taşıyan dervişler, şeyhler. Efendisinin dergâhından odunun bile eğrisinin girmesine razı olmayan ve dağlarda doğru odun arayan “dosdoğru” derviş kadar, odunu aslana yükleyerek dağdan indiren şeyhin huysuz hanımına sabrettiği için emrine verilen hizmetçi dağ aslanı da dikkat çeker.
Menkîbede, Hacı Bektaşi Veli’yi ziyarete giden Yunus Emre, hediye olarak dağlardan yabani alıç meyvesini sunar. Ben de “alıç” gibiyim yabaniyim eğitime muhtacım der gibi. Hünkâr da anlar ve sorar. “Himmet mi buğday mı” sorusuna üç kere “buğday” diyen ham Yunus’u yalnız başına Sarıköy’e giderken “himmet ne ola ki?” diye tefekkür ettiren de dağ yollarıdır. Hacı Bektaş erenin şahitliğe çağırdığı taşlar da dağlardır.
Dağlar vuslatın engelidir. Halk hikâyelerinde aşk için sevgililer, âşıklar Emrah’ın Selvi için yaptığı gibi dağlar aşar, Ferhat Şirin için dağlar deler, Hurşit, kendisine verilmeyen ve Karadağ’a götürülen sevgilisi için dağlar, beller aşar, Sürmeli Bey Telli Senem’in peşinden Çukurova’ya inmek için geçit vermeyen dağları geçer.
Dağlar ayrılıktır. Karlı dağların ardında kalan sevgiliye özlem yanık türkülerle dile gelirken;
Kırcı boran duman tuttu dağları
A dağlar ah ulu dağlar
Kapıdan dışarı çıkamaz oldum
Eşinden ayrılan ağlar
Güller soldu hazan bozdu baharı
Aşan bilir karlı dağın ardını
Bağıma bahçeme bakamaz oldum
Çeken bilir ayrılığın derdini
Dağlar yol kesendir. Kimi zaman da Anadolu coğrafyası kendi üstünde yaşayan insanlarına çok sert davrandığından, Karda kışta Anadolu insanının çevresiyle bağlarını kopardığından, kendi kaderiyle başbaşa kalan insanın duygularını Yunus Emre’de olduğu gibi:
Ben toprak oldum yoluna
Sen aşırı gözetirsin
Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın?
biçiminde dile getirir.
Dağlar dağlar yol ver geçem/Sevdiğimi son kez olsun görem Şeklinde zamanımız şarkısında da dile gelir dağın engelliği. Karacaoğlan da şikâyetçidir ve Mevla’dan ister:
Lâleli Dağı’ndan yolun azdırdım,
Çağırırım, Kadir Mevlâ’m, aman hey!
Bir yandan da yağar yağmur, kar serper;
Bir yandan da yolum bağlar, duman, hey!
Dağları başı dumanlı olunca ya aşılmazdır, ya uludur, ya da başı karlı olup yol vermeyen görünümdedir. Dağın başı dumanlıysa hava bozuktur öte görünmez. Dağ ile hisleri arasında ilişki kuran insanın da başı dumanlıysa işler karışıktır. Hiç bir şey net değildir. Kurt da dumanlı havayı sever ya. Köroğlu, dağlara meydan okuyor:
Yol verin dumanlı dağlar
Aşmaya Ayvaz geliyor
Çağlasın soğuk pınarlar
İçmeye Ayvaz geliyor
Seyranî,
Kim gülü dikenden ayırıp seçer
Herkes amelinin mahsulün biçer
Gam yeme Seyranî bu gün de geçer
Yüce dağın başı olmaz dumansız
Karacaoğlan,
Karacaoğlan der ki amanın aman
Bürüdü dağları bir bölük duman
Canım sağdır demek dünyada yalan
Tenim teneşirde salım eldedir.
Dağlar tefekkürdür Köroğlu’ndan:
Mürveti çok Hakk’ın nazargâhısın
Bizim iller karlı dağlar aşkolsun
Gerçek erenlerin seyrangâhısın
Bizim iller çamlıbeller aşkolsun
Âşıkların dilinde ve telinde Yunus Emre’nin bir şiirinde:
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlam seni
Gökyüzünde İsa ile
Tur Dağı’nda Musa ile
Elindeki âsa ile
Çağırayım Mevlam seni
Mevla’yı çağırmak için vesiledir. Hatayî’nin şiirinde aramaktadır:
Karşı dağlar kardadır
İşim ah ü zardadır
İsmail der ya ata
Arafat dağı nerdedir
Yunus’un,
Cemalini gördüm düşte
Çok aradım yazda kışta
Bulamadım dağda taşta
Denizleri süzer oldum
Dağlar yalnızlığın sembolüdür. Sıradağların zirveleri ve tek tek dağlar yalnızdırlar. Başlarının dik olmasından mı, yüce olmalarından mıdır bilinmez pek etrafla haşır neşir değillerdir. Akşam olup herkes evine çekilince onlar doğada tek başına kalırlar. Gurbetteki garipler de öyle değil mi? Onlar dağlara bakar bakar ve silayı; silayı sila yapan değerleri anmaz mı?
Bağrıma basarım taşlar
Akıttım gözümden yaşlar
Yavrusun yitiren kuşlar
Yuvasına döner gelir
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
“Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali (dağları)
Rüzgârın önüne katılmışım ben”
Dağlar merhametlidir de. Kimi âşıkların dilinde dağ ve sevgilinin özellikleri birlikte kullanılır. Dağ sevgiliyi akla getirir. Dağın sevgiliyi akla getirmesi gurbet kültürünün bir sonucudur. Hangi nedenle olursa olsun düzene, yönetime baş kaldıranların kalesidir dağ onları korur. Dağı iyi tanıyan, girdisini-çıktısını, geçitlerini, mağaralarını iyi bilen, iyi tanıyan biri çıktı mı dağa bir kez, kolay kolay ele geçmez olur. ”Dağî” (dağlı) sıfatı bir kişi için kullanılırsa o insanın “düz, sert, eğilmez…” bir şahsiyete sahip olduğu anlaşılmıştır. Şehirleşmeyen insanlar için de bu deyim kullanılır.
Dağlar eşkıyanın sığınağı….
Köroğlu der durman edek cengimiz
Bunda belli olsun yiğit hangimiz
Üç saat sürmeli burada hengimiz
Tarih yazın şu dağlara nişane
*
Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımızın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
diyen Köroğlu’nda dağ bir savaş alanıdır. Haksızlıklar karşısında direnen; devlet zulmü, sosyal baskı vb. unsurlar altında boyun eğmeyen Köroğlu-Dadaloğlu gibi âşıklar için dağ aynı zamanda bir sığınak ve meskendir.
Köroğlu’nun:
Hemen Mevlâ ile sana dayandım
Arkam sensin kalam sensin dağlar hey
Yoktur senden gayrı kolum kanadım
Arkam sensin kalam sensin dağlar hey
Diğer aşığın,
Çıktım Kozan’ın dağına
Remil attım dost bağına
Aşiretten imdat gelmez
Kaç kurtul Gevur Dağı’na
deyişi bu sığınmanın güzel ifadelerinden biridir. Deyişinde belirttiği gibi dağı sığınak olarak görür.
Necip Fazıl’ın “Bekleyen” şiirinde de dağı hedefin peşinde kararlı koşarken buluruz:
Sen, kaçan bir ürkek ceylansın dağda,
Ben, peşine düşmüş bir canavarım!/
İstersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünya da, bir de ben varım!
Atasözlerimizde de dağın hikmet dolu anlamlarıyla yeri büyüktür. Okursanız fark edersiniz bizi ve doğruları anlattığını:
“Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur. Dağdan gelir, bağdakini kovar. Allah dağına göre kış verir. Dağ ardında olsun, yeraltında olmasın. Dağ doğura doğura bir fare doğurmuş. Dağ başına harman yapma, savurursun yel için; sel önüne değirmen yapma öğütürsün sel için. Dağ ne kadar yüce olsa yol üstünden aşar. Dağda gez, belde gez insafı elden bırakma. Dağda bağın var, yüreğinde dağın var. Dağdaki kuşun kırkı bir akçeye.