COVİD GÜNLÜKLERİ

Yıl 2020 mart ayının son günleri kabus gibi günler, dünyanın ortak bir derdi var. Ne olduğu belli olmayan bir virüsle mücadele içinde. Genç doktor mart ayının başından beri öksürüyor ama adı covid olmayan başka bir virüs uğramış ona. O yüzden ihtimal vermemişti yeni +-düşmana. Ama son 2 gündür boğazında bir kuruluk hissediyor. Hafif düzeyde bir baş ağrısı ve küçük bir ateş.. Acaba bu sefer diyor.. Ve o nöbetinde örnek veriyor. Sonuç pozitif.. Hemen sorgulamaya başlıyor yakın temaslılarını. İyi ki diyor… Ailesinin yanında olmamasına şükrediyor. İnsan hastayken yalnız olduğu için sevinir mi öyle bir ortam. Genç olduğu için rahat atlatacağını düşünüyor. Ama yine de beklediğinden daha kötü geçiyor günleri. Acaba hastaneye yatmalı mıydım yanlış mı yaptım diye kaygılandığı günlerin ardından yeniden iyileştiğini hissettiği günlere kavuşuyor. Bu süreci sıhhatle atlatıp kimseye bulaştırmamış olmamanın verdiği iç rahatlığıyla dönüyor görevine.
Görevine dönüyor dönmesine ama hastaneye giderken gördüğü maskesiz insanlar, boş kalabalıklar büyük hayal kırıklığı oluyor. İnsanlar nasıl bu kadar bencil olabilirler nasıl yaymaktan korkmadan bu kadar rahat tedbirsiz gezebilirlerdi?
Bir defasında iki çocuk getirilmişti amcaları tarafından. Küçük 10 abisi 15 yaşında. Pozitifler. Babaları vefat etmiş, anneleri taburcu olmuş. Kendileri örnek vermeye gelmişler. Yüzlerinde; yaşananların şaşkınlığını, hüznü ve garipliği gördü doktor. İçi parçalandı da sıktı kendini, her şey normalmiş gibi işini yapmaya devam etti.
Günler günleri kovaladı. Benzer hayatlara şahit olmaktan ailesini özlemekten, ne zaman kavuşacaklarını bilememekten artık iyice yıpranmıştı. Aldığı hes koduna bile eve dönüş hayali ismini koyduğunu aylar sonra fark etti. Aylar sonra hayaller gerçek oldu.
Ve takvimler eylül ayını gösteriyordu artık. Azalan sayıların ardından, tatiller düğünler ve boş vermişliklerle vakalar yeniden artıyor kapanan servisler yeniden açılıyordu.
Yedi aydır salgınla mücadele eden bir hastanenin, yoğun bakımdan çıkan hastalarının bulunduğu gözlem servisinde 2 numaralı odada doktor, yaşlı bir hastayı yeniden yoğun bakıma inmeye ikna etmeye çalışıyor. Durumu iyiye gittiği için yukarı servise almışlar ama hasta toparlayamamış yeniden nefes almakta güçlük çekiyor. Oksijen maskesi yeterli gelmiyor. Kan değerleri işaret veriyor; hasta yeniden solunum cihazına bağlanabilir. Bu yüzden serviste değil yoğun bakımda takip edilmeli. Ama hasta istemiyor. Doktor, hastasının gözlerine bakıyor ve neden kabul etmediğini soruyor. Çünkü yoğun bakım soğuk çünkü orada refakatçisi yanında olamayacak çünkü orada tuvalete gidemeyecek bezle altından alınacak, kıyafetleri üzerinde olmayacak utanıyor yaşlı kadın, hele solunum cihazına da yeniden bağlanmaktan korkuyor hiç istemiyor onu. Ama her şey onun iyiliği için. İkna ediyor doktor ve hasta yeniden yoğun bakıma gidiyor. Gidişini izleyen evlatlarının gözleri yaşlı…
4 numaralı odada yine durumu ağır bir hasta. Ellerinden geleni yapıyorlar onun için de. Zor olan hasta değil hasta yakınları bu odanın. Testi pozitif çıkan hastanın covid olduğunu bir türlü kabul etmeyerek olay çıkaran hasta yakınları…
7 numaralı odada genç bir gazeteci. Yoğun bakımda zor günler geçirmiş, şükür ki her gün biraz daha toparlıyor. Odada daha uzun süreli yürüyüşler yapabiliyor. Maskeyle verilen oksijen dozu da düşürülüyor kademeli olarak. Ne zamanki maskesiz nefes alabilecek duruma gelecek, o zaman taburcu olabilecek. Ama sadece bu değil, iyileşmek yüzüne de yansıyor insanın. Hüzünler kadar mutluluklar da bulaşıcı. Odaları gezerlerken doktorlar bu odada mutluluk bulaşıyor maske altındaki yüzlerine.
Aylardır neler gördüler bu serviste…Anne babalarını yoğun bakıma uğurlarken arkasından ağlayanları da, çok bile yaşadın deyip atılıp gidilenleri de. Hayata tutunanları da bir virüsle tüm uğraşlara rağmen terk-i diyar edenleri de.
Bir defasında pozitif olan bir hasta yanlışlıkla bu servise, iki doktorun bulunduğu doktor odasına ansızın gelmişti de ağzında maskesi bile yoktu. Çok sorguladılar insan olmak nasıl bir şey? Bizim canımızın hiç mi değeri yok bazıları için diye. Sonra bir gün tam tersi bir durum yaşandı. Servise yoğun bakımdan yeni bir hasta çıkarıldı. Doktorlar durumunu değerlendirmek için ekipmanlarını giydiler ve hastanın odasına gittiler. Hastanın ağzı burnu yüzü hatta gözü bile kapalıydı. Gözlerinden beyaz tülbenti araladılar da öyle görebildiler. Nasılsın dediler, Türkçe bilmiyordu. Refakatçisi olan gelini çeviri yaptı. Ağzından elhamdülillahtan, kendi dilinde dualardan başka bir söz çıkmıyordu. Anlaşılan bu teyzemizi sıkı takip etmek gerekliydi, kötü olsa bile kötüyüm demeyecekti. Gelinini de dikkatli olması konusunda tembihlediler. Peki ya yüzü ? Yüzü gözü neden bu kadar kat kat kapalıydı? Gelini cevapladı. ‘’Size bulaştırmaktan korkuyor.’’ Ah doktorlar eridi bu ince kalbin güzelliği karşısında oracıkta. ‘’Bulaştırmazsın, biz giyinip de geldik bak yanına” diyerek rahatlatmaya çalıştılar onu.
Dünya büyük bir imtihandan geçiyordu. Aslında mesele salgına yakalanmak yakalanmamak ölmek ya da yaşamak da değildi. Çünkü kimin atlatıp kimin atlatamayacağı en nihayetinde Allah’ın takdiriydi. Ama biz dikkat etmezsek bize bir şey olabilir, sevdiklerimize bir şey olabilir ya da bir çocuğun babasız kalmasına sebep olabilirdik. Buna kader deyip geçemezdik. Asıl mesele salgın değil salgın karşısında bizim nasıl tavır sergilediğimizdi. Şu soruları sormaktı belki de kendimize: Ben yakalanmamak için ve başkalarına bulaştırmamak için elimden geleni yapıyor muydum ? Bugün pozitif olduğumu öğrensem kaç kişiyi tehlikeye atacak düzeyde bir yaşantı içindeydim? Kurallar, istenenler, yol belliyken ve bu kadar basitken ben bunlara uymadığım takdirde Allah’ın bana emanet olarak verdiği kendi canım bir kenara başkalarının canını tehlikeye atmamın bir vebal olduğunun farkında mıydım ?