CİHAD DERSLERİ- Günde Beş Vakit Camideyiz

Hz. Peygamber efendimiz ve O’nun çevresindeki ilk Müslümanlar, Mekke döneminde namazlarını kendi evlerinde kılıyorlardı. O zaman cemaatle toplu namaz kılınamıyordu. Çünkü Mekke’de Müslümanların namaz için toplanabileceği bir mescid yoktu. Müslümanların böyle bir câmileri olsa bile müşrikler, Müslümanların toplu namaz kılmalarına izin vermezlerdi. Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ammar (r.a.), evlerinin birer odalarını mescide çevirmişlerdi; orada namaz kılar ve Kur’ân-ı Kerim okurlardı.
Hz. Peygamber efendimiz, Mekke’den Medîne’ye hicret ederken, Medîne şehir merkezine girmeden önce birkaç gün Kubâ köyünde kaldı. Bu köyde hemen bir mescid yaptırdı. Kur’ân-ı Kerim’de bu mescidden bahsedilmekte ve temellerinin takvâ üzerine atıldığına vurgu yapılmaktadır. (Geniş bilgi için bakınız: Tevbe Sûresi, 108)
Hz. Peygamber efendimiz, hicretten sonra Medîne’ye yerleşince birtakım işlerin bir an önce yapılmasına öncelik verdi. Bu işler arasında Medîne merkezinde bir mescidin yapılması da vardı. Medîne’nin yerlisi olan Ensâr ile Mekke’den gelen Muhâcirlerin kardeş ilân edilmesi ve Medîne vesîkası da bu işler arasındaydı. Hz. Peygamber efendimiz, Medîne’ye girdiği esnada devesinin çöktüğü arsayı sahiplerinden aldı. Arsanın bedelini Hz. Ebû Bekir ödedi. Arsa düzeltildi ve hemen bir mescid inşaatı başlatıldı. Temelleri taştan, duvarları kerpiçten olmak kaydıyla kısa zamanda yapılan bu binanın üstü de hurma dalları ve yaprakları ile gölgelik şeklinde yapıldı. Hz. Peygamber efendimizin kendisi de Ashâb-ı kirâm ile birlikte bu mescidin inşaatında çalıştı.
Mescid yapılıncaya kadar namazları bulundukları yerde, açık havada ve uygun mekânlarda kıldılar. Mescidin inşaatı bittikten sonra günde beş vakit namaz ve Cuma namazları bu mescidde kılındı. Mescid, Medîne Müslümanlarının hem ibâdet yeri, hem sohbet mekânı, hem mekteb ve medresesi, hem dinlenme yeri hem de buluşma yeriydi. Mescid, Hz. Peygamber efendimizin kurduğu “Medîne İslâm Devleti”nin merkeziydi. Peygamberimiz misâfirleri mescidde kabul eder, Suffe’de yatırırdı. Bu konuda geniş bilgi sahibi olmak isteyenler benim, Ravza yayınlarından çıkan “Hz. Peygamber (s.a.v.) Devrinde Mescid ve Fonksiyonları” isimli kitabımı okuyabilirler.
Hz. Peygamber efendimiz, Medîne şehir merkezinde yaptırdığı bu câminin imâmıydı. Medîne’de bulunduğu sırada namaz vakitlerinde muhakkak mescidde olur ve cemaate namaz kıldırırdı. Herhangi bir iş için Medîne’nin dışına çıkınca, kendisi dönünceye kadar, uygun birini imam tâyin ederdi. Rahatsızlığı esnasında bile câmiye gitmeyi terk etmezdi. Yalnız, vefatından önceki hastalığında birkaç vakit câmiye gidememiş ve namazlarını evde kılmıştır. Vefat ettiği Pazartesi günü sabah namazını câmide cemaatle kılmış ve aynı gün kuşluk vakti vefat etmiştir. Sevgili Peygamberimiz işte bu derece câmiye ve cemaate düşkündü. O’nun ümmeti olan bizler, bu konuda O’na neden benzemiyoruz?
Yüce Allah, bize kitap olarak Kur’an-ı Kerim’i, Peygamber olarak da Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’i göndermiştir. Biz, dinimizi bu iki kaynaktan öğreniriz. Özellikle, dinin nasıl yaşanacağını Hz. Peygamber efendimizden öğreniriz. Bu dinin peygamberi günde beş vakit namazı câmide cemaat halinde kılıyordu. Bize ne oluyor veya bizler ne biliyoruz ki, câmilere gitmiyor; namazlarımızı evlerimizde, bürolarımızda veya işyerlerimizde kılıyoruz? Bu fetvayı kimden alıyor ve bu yaşantıyı kimden öğreniyoruz? Yüce Allah’ın ve Hz. Peygamber’in râzı olmadığı bu yaşantıyı ne zaman terk edeceğiz?
Kur’ân-ı Kerim’i okumayan, Hz. Peygamber efendimiz gibi yaşamaya çalışmayan Müslümanlar, dinsizlerden ve misyonerlerden niçin şikâyetçi oluyorlar? Aslında bu gibi tembel Müslümanlar, Yüce Allah’ın emrini ve Hz. Peygamber’in sünnetini yerine getiremediklerinden dolayı dinsizleri sevindiriyor ve misyonerlerin işlerini de kolaylaştırıyorlar. Rabbimizi sevindirmek ve din düşmanlarını üzmek istiyorsak câmileri dolduracağız. Namaz vakitlerinde sel gibi câmilere akacağız.
Hz. Peygamber efendimizin bu konu ile alakalı olan hadîs-i şeriflerine hep birlikte kulak verelim. O, şöyle buyuruyor: “Bir kimsenin câmide cemaatle kıldığı namaz, işyerinde ve evinde kıldığı namazdan yirmi küsûr derece daha sevaptır. Şöyle ki: Bir kişi güzelce abdest alır, sonra başka hiçbir maksatla değil, sadece namaz kılmak üzere câmiye gelirse, câmiye girinceye kadar attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir ve bir günahı bağışlanır. Câmiye girince de, namaz kılmak için orada durduğu sürece, tıpkı namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Biriniz namaz kıldığı yerden ayrılmadığı, kimseye eziyet etmediği ve abdestini bozmadığı müddetçe melekler: ‘Allah’ım! Ona merhamet et! Allah’ım! Onu bağışla! Allah’ım! Onun tevbesini kabûl et!’ diye ona duâ ederler.” (Buhârî, Salât 87; Müslim, Tahâret 12; Ebû Dâvûd, Salât 48; İbn Mâce, Tahâret 6.)
“Kim, sabah-akşam câmiye gider gelirse, her gidip gelişinde Yüce Allah, o kimseye cennetteki ikrâmını hazırlar.” (Buhârî, Ezân 37; Müslim, Mesâcid 285.)
“Şüphesiz, kıldığı namazdan en çok sevap kazanacak insanlar, uzak mesâfelerden câmiye yürüyerek gelenlerdir. Namazı imamla birlikte kılmak için bekleyen kimsenin sevâbı, namazı tek başına kılıp sonra uyuyan kimsenin sevâbından daha çoktur.” (Buhârî, Ezân 31; Müslim, Mesâcid 227.)
“Karanlık gecelerde câmilere yürüyerek giden kimselere, kıyâmet gününde tam bir nûra kavuşacaklarını müjdeleyiniz.” (Ebû Dâvûd, Salât 50; Tirmizî, Salât 166.)
“Hz. Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.): “Size, Allah’ın, kendisiyle günahları yok edip dereceleri yükselteceği hayırları haber vereyim mi?” buyurdular. Ashâb-ı Kirâm: ‘Evet, yâ Rasûlallah!’ dediler. Bunun üzerine O da şöyle buyurdu: “Güçlükler de olsa abdesti güzelce almak, câmilere doğru çok adım atmak, bir namazı kıldıktan sonra öteki namazı beklemek. İşte ribâtınız, işte bağlanmanız gereken budur.” (Müslim, Tahâret 41; Tirmizî, Tahâret 39.)
“Câmilere devam etmeyi alışkanlık haline getiren bir adamı gördüğünüz zaman, onun gerçek mümin olduğuna şâhidlik ediniz.” (Tirmizî, Îmân 8.)
Câmi ve mescidlerin İslâm toplumlarında pek önemli birçok işlevi varsa da, bunlardan en başta geleni cemaatle namaz kılınan mekânlar olmasıdır. Namaz, müminleri günde beş kere bir araya getiren toplayıcı bir ibâdettir. Namaz, ibâdet bahçesinin gülü; câmi de Yüce Allah’ın evidir. Câmide namaz kılmak, Yüce Allah’ın evinde gül koklamak demektir. Günde beş vakit yüksek sesle okunan ezân, bizleri bu ilâhî ziyâfete dâvet etmektedir. Ne yazıktır ki, Müslümanların çok azı, bu sese kulak vermekte ve bu dâvete icâbet etmektedirler. Çoğunluk ise, dünyalık işlerinin peşinde koşmakta ve kendilerine yazık etmektedirler. Müslümanların dünyalıkları arttıkça, makam ve mevkileri yükseldikçe Yüce Allah’a yakın olmaları gerekirken, tam aksine Allah’tan uzaklaşmaktadırlar. Sahibini, Yüce Allah’tan uzaklaştıran makam ve mal yerin dibine batsın!
Aziz okuyucu! Aklını başına topla! Bu dünyada Yüce Allah’tan ve O’nun evinden uzak durma, O’na yakın ol ki, öbür dünyada da O sana yakın olsun ve sana sahip çıksın. Namazlarını dergâhta, vakıfta, dernekte, büroda, evde kılma; câmide kıl!
Câmiler, Yüce Allah’ın evleridir. Câmiye giden, Allah’ı ziyâret etmiş olur. Rabbim, kendini ziyâret edenleri hiç eli boş, geri çevirir mi? Elbette çevirmez. Öyle ise haydin, hep birlikte, toptan, cemaat halinde namaz kılalım ve câmileri dolduralım. Biz, günde beş vakit inananlarla birlikte, komşularımızla birlikte câmilerdeyiz. Bundan sonra sizleri de bekliyoruz. Bizi, fazla bekletmeyin!