CİHAD DERSLERİ- Daha Doğmadan Annesi Tarafından Allah’a Adanan Çocuk

CİHAD DERSLERİ- Daha Doğmadan Annesi Tarafından Allah’a Adanan Çocuk

İmrân ve Hanne çifti çok zamandan beri evli olmalarına rağmen çocukları yoktu. Çünkü çocukları olmuyordu. Artık yaşları da ilerlemişti. Bu duruma İmrân’dan çok Hanne üzülüyordu. Çocuk hasreti onun içini yakıp kavuruyordu. Yaşları da ilerlediği için bundan sonra çocuklarının olamayacağını düşünüyor ve yıkılıyordu. Bütün bunları düşünürken Rabbinden de ümidini kesmiyordu. Bir gün bir kuşun, gagasıyla yavrusuna yiyecek verdiğini gördü ve dikkatlerini o tarafa yönlendirdi. Kuşun, yavrusuna olan ilgisinden ve şefkatinden etkilendi.

Gördükleri karşısında bir hayli duygulanan Hanne, Rabbine yöneldi ve kendisine bir çocuk vermesi için duâ etti. Yüce Allah, onun bu duâsını kabul etti. Yaşı biraz ilerlemiş olmasına rağmen Yüce Allah’ın bir lütfu olarak hâmile kaldı. Bu duruma İmrân da çok sevindi. Ama ne var ki İmrân, çocuğunu göremedi. Doğacak çocuğu hakkında değişik hayaller kuran İmrân, Hanne’nin hâmileliği esnasında rahatsızlandı ve çocuğunun doğumundan önce vefat etti.

Hanne, yıllardan beri özlemini çektiği bir çocuğa sahip olacağı sırada eşini kaybetti. Demek ki dünyada her şey birden elde edilemiyordu. Eşinin vefatına üzülüyordu ama doğacak çocuğun kendisine vereceği sevinç bu üzüntüye baskın çıkarıyordu. Kocasını yitirdiği bu sırada doğacak çocuğu ile dünyaya tutunmaya çalışıyor ve biricik yavrusu için hayaller kuruyordu.

Hanne, doğacak çocuğu için çok güzel şeyler düşünüyor ve onu Allah’a adamayı uygun buluyordu ve öyle de yaptı. Çocuğunu Yüce Allah’a ve onun dinine adadı. O, verdiği sözüne bağlı ve gönlü îmanla dolu biriydi. Çocuğu daha doğmadan onu Allah’a adıyor ve nazik bir şekilde şöyle duâ ediyordu: “Rabbim! (Bağışımı) benden kabul buyur!”

İmrân ve Hanne çifti Kudüs’te yaşıyorlardı. Eşini kaybeden Hanne, doğacak çocuğunun erkek olacağını umuyordu. O, bu erkek çocuğu küçük yaşta Mescid-i Aksâ görevlilerine teslim edecek ve onun güzel bir din adamı olarak yetişmesini görecekti. İlerlemiş yaşında oğlunun dine yapacağı hizmetlerle bahtiyar olacaktı. Bütün beklentisi buydu. Ama ne var ki, doğan çocuk erkek değil kızdı. Çocuğunun kız olması Hanne’yi biraz umutsuzluğa sevk etti ama kendini çabuk toparladı. Biliyordu ki, Yüce Allah’ın katında ihlâs ve takvâ her şeyden daha önemliydi. Eğer Allah dilerse yapı itibariyle zayıf olan bir kız evlâdı, erkek evlattan daha çok hizmet ehli olabilirdi. Nitekim de öyle oldu.

Yüce Allah, bu olayı Kur’ân-ı Kerîm’in üçüncü sûresi olan Âl-i İmrân (İmrân’ın nesli) sûresinde şöyle anlatır: “İmrân’ın karısı şöyle demişti: “Rabbim! Karnımdaki (çocuğu) dünya işlerinden âzad edilmiş bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyâzımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.”

“Onu doğurunca Allah, ne doğurduğunu bildiği halde: “Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Oysa erkek kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum.” dedi.”

“Rabbi, Meryem’i güzel bir şekilde kabul etti. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriya, onun yanına mâbede her girişinde orada bir rızık (yiyecek ve içecek) bulur ve şöyle derdi: “Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?” O da şöyle cevap verirdi: “Bu, Allah tarafındandır. Allah dilediğine sayısız rızık verir.” (Âl-i İmrân, 3/33-37)

Bu âyetlerden anladığımıza göre İmrân’ın karısı Hanne, doğacak çocuğunu tamamen Allah’a adadı. Yani çocuk, dünyalık hiçbir iş yapmayacak; yakınları da ondan hiçbir şey istemeyeceklerdi. Çocuk, hiçbir işle meşgul olmayacak, dünyaya meyletmeyecek, evlenmeyecek, bütün hayatını âhireti kazanmaya tahsis edecekti. “Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım.” demek, işte bu demekti. Nezrin böylesi onlar arasında meşrû idi. Çünkü dinlerine göre çocuğun, hizmet edecek çağa geldiği zaman ana ve babasına hizmet etmesi vâcib idi. Anne-baba nezr ile böyle bir istifadeyi terk ediyorlar ve çocuklarını kendi hizmetlerinden azâd ederek mescidin hizmetine veriyorlardı. Allah’a adanan çocuk da hayatını mescitte geçirmiş oluyordu.

Bir bayan içten ve gönülden bir adakta bulunur ve bu adağının kabul edilmesi için Rabbine duâ eder de Rabbi onun bu adağını ve duâsını kabul etmez mi? Elbette kabul eder. Yüce Allah, bu hanımefendinin sunduğu hediyeyi kabul etti ve onu en güzel şekilde yetiştirdi. “Kul, Allah’a nasıl bakarsa Allah da kula öyle bakar” sözü ne kadar doğru bir sözmüş meğer. Yüce Allah, bu hanımefendinin kızı Meryem’e ilgi gösterdi ve onu en güzel şekilde yetiştirdi. Yetişmesi için de Hz. Zekeriya’yı görevlendirdi.

Bir rivâyete göre Hz. Zekeriya, Meryem’in teyzesi ile evliydi. Hz. Zekeriya, belli bir yaşa gelen çocuğu Mescid-i Aksâ’ya aldı ve orada yetiştirdi. Çocuğa yiyecek-içecek getiren Hz. Zekeriya, zaman zaman onun yanında kendisinin getirmediği yiyecekleri gördü ve: “Ey Meryem! Bu yiyecekler sana nerden geliyor?” diye sordu. Meryem de şöyle cevap verdi: “Bu yiyecekler bana Allah katından gelmektedir.”

Aziz okuyucular! Hayat, îmân ve cihaddan ibarettir. Îmân, bir insanın kendini Allah’a raptetmesi demektir. Amel de cihad aşkıyla ve hâlis bir niyetle yapılan eylemler bütünüdür. Bütün bunlar bir insanın kendini Allah’a adaması demektir. Kâmil bir Müslüman, hayatı Allah ile yaşamalıdır. Yani hayatını Allah’a adayarak bereketlendirmelidir. Daha doğrusu, Allah için yaşamalıdır. Tarikatta var olan “hem bâheme hem bîheme” prensibi işte bu demektir. Yüce Allah, hayatını kendisine vakfedenlere ve hayatı Allah için yaşayanlara çok değişik lütuf ve ikramlarda bulunmaktadır. Biliniz ki hayat, Allah’a adandığı zaman güzeldir.

Aziz okuyucular! Bu âyetlerden hareketle, içinde yaşadığımız bu dünyada hiç olmazsa çocuklarınızdan birisini Allah’a adamanızı tavsiye ederim. Çocuk, bir insanın geleceğidir. En güzel gelecek de cennettir. Çocuğunuzla birlikte cennete girmek istiyorsanız, Hanne gibi çocuğunuza karşı ilgili ve duyarlı olmanızı tavsiye ederim. Meryem gibi bir hanımefendiden İsâ gibi bir peygamber dünyaya geldi. Her ikisinin hayatı da mûcizelerle doludur. Bütün bunların Hanne’nin duâsı bereketiyle vücuda geldiğini unutmayalım. Akıllı bir Müslüman, ne yaptığının, ne söylediğinin, nereye gittiğinin, ne yediğinin, kiminle oturduğunun, kiminle kalktığının farkında olandır. Siz de bütün söylediklerinizin ve yaptıklarınızın farkındasınız, değil mi?

Yatılı kız Kur’ân kurslarında okuyan ve hafızlık yapan kızlarımızın bu yazıyı anneleri ile birlikte okumalarını tavsiye ederim. Hedefe varmak isteyenlerin kendilerini dâvâlarına adamaları ve dünyalık bazı şeylerden vazgeçmeleri gerekir. Hem evde kalmak hem hafız olmak ve belli bir makama yükselmek çok zordur. Kolay olsaydı annesi Meryem’i mescide bırakmaz ve onu yanından ayırmazdı. Kendini dinine ve dâvâsına adayanlara Yüce Allah, her türlü rahmeti sağanak yağmur gibi yağdırır.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.