Bugün Gençliğim Yanacak Ya Da Bir Devrimin Acı Başlangıcı

Kuzey Afrika’nın kavurucu öğlen sıcağında geçindirilmesi gereken bir ev ve okutulması gereken beş kardeşin omzuma yüklediği ağır yükün altında bitap düşmüş bir insan müsveddesi olarak, içinde bulunduğum durumdan kurtulamayacak kadar aciz ve çaresiz, etrafımda olup biteni idrak edemeyecek kadar da şuursuz bir şekilde yürüyorum. Başım, yaşadıklarımın etkisiyle dönüyor, uzuvlarım ise tamamen kontrolden çıkmış durumda. Sürekli olarak yarım saat önce yaşadığım olayları gözümün önünde yeniden canlandırıyorum…
Üstü çeşit çeşit meyve sebzeyle dolu seyyar arabamı, kazanacağım birkaç kuruşun içimde uyandırdığı umut kıvılcımıyla biraz daha ittiriyorum. Aynı zamanda etrafı da izlerken kara üniformalılarla göz göze geliyorum. Tam o an tüm dünya başıma yıkılıyor. Onlar üstüme doğru geliyorlar ve ben tüm bitkinliğim ve çaresizliğimle olacakları bekliyorum. Yanıma geldiklerinde “Kanunu bilmiyor musun sen? Kaç kez daha uyaracağız seni, anlamıyor musun be adam?” diyerek azarlamaya başlıyorlar. Karşılarında bir şeyler mırıldanıyorum lakin ne mırıldandığımı ne ben anlayabiliyorum ne onlar. Haliyle çok geçmeden de olanlar oluyor. Arabamı ve meyvelerimi ellerimden çekip alıyorlar. Karşı koymaya çalışıyorum, yalvarıyorum, direniyorum ama nafile. Taştan kalplerine tek bir yakarış etki etmiyor. Ekmek teknemi arabalarına doğru götürürlerken olanlara dayanamayan vücudum yere bırakıyor kendini, kaldırıma çöküp dakikalar boyunca ağlıyorum. İnsanlar acıyan gözlerle beni izliyorlar. Sadece izliyorlar, susarak.
Bu sahnenin beynimde kaçıncı kez tekerrür ettiğini tahmin dahi edemezken her defasında sanki ilk kez yaşıyormuş gibi sinirleniyor, üzüntüden kahroluyorum. Şakaklarım her geçen saniye daha çok uyuşuyor ve ben artık benden korkuyorum. Gözüm istemsizce sol elimde sıkıca tuttuğum kırmızı bidona gidiyor. O lahzada elimde tuttuğum bidon bana fakir Afrika ülkelerine refah getireceklerini söyleyen bir Avrupalıdan farksız görünüyor. Biliyorum, kurtuluşumu katilimde arıyorum lakin kurtuluşu aramazsam bir ömür boyu sistemin keskin dişli çarklarının arasında kevgire çevrilmiş bir et yığını olmak istemiyorum.
Ve en önemlisi artık pes ettim. Zira ruhlarına merhametten tek damlanın sirayet edemediği, vicdanlarının ancak parayla ölçülebildiği, insan kisvesine girmiş takım elbiselilerle olan savaşımı kaybettim. Ana rahminden ayrılıp ilk nefesimi ciğerlerime doldurmamla başlayan ve 26 senedir hiç aralıksız sürdürdüğüm savaşı bugün, kalbime bir türlü sığdıramadığım hüzünle ve haklı davamın asilliğinden gelen şerefli bir yürüyüşle sonlandırıyorum. Aslına bakacak olursak meydanda ve masada kaybettiğim bu savaşı, yapacağım son bir hamleyle kazanacağımı ümit ediyorum. İnsanlığın kara lekelerini, cesur ve mağrur son bir darbeyle gökyüzün maviliğine kazıyacağım ve bu zaferle birlikte gökyüzü kirlenecek. Nefsim, zaferin bedelini, ölümlerin en acı vericisiyle ödeyecek de olsa, tüm dünyaya ilan ederken bu destansı galibiyetimi, bir ömür boyu kalbimi hep teğet geçen mutluluk belki de ilk ve son kez yerleşecek kalbimin merkezine. Baştan aşağı ısınırken vücudum, mutluluğun verdiği haz etlerimi kemiklerimden söküp alacak. Gökyüzüne doğru yükseleceğim tek kişilik kara uçakla.
Şimdi siz, yani şu lahzaya kadar bana mutluluktan tek bir parenin sunulmadığı, her bir karışı kana boğulmuş yerde, üç maymunu oynayarak hayatta kalmaya çalışanlar, muhakkak ki bu yapacağımı bir delilik olarak addedeceksiniz. Lakin şunu bilmelisiniz ki büyük işleri başarmak için büyük fedakârlıklara ihtiyaç duyarsınız. Ve ben bir can feda ederek yapacağım bunu.
İşte geldim sonun başlangıcına. Önümde ihtişamlı bir bina ve içinde onlarca sihirli koltuk. Doğruyu söylemek gerekirse onların sihrini henüz idrak edebilmiş değilim lakin neler yapabileceklerini gayet iyi biliyorum. Kendisi, bin kilometre geride hudutlar ardında kalsa dahi malikine yardımcı olabilen tek şeydir. Eğer ona sahipseniz önünüzde eğilenlerin sırtına basarak diğerlerinin göremediği kapıları açıp fütursuzca nemalanırsınız da kimse bir şey diyemez. Zira biri kaldırıp kafasını baksa kapının ardında olanlara ya kırılır bükülmüş beli ya da görmez olur gören gözü. Bundandır ki o koltuğa oturmanın ilk şartıdır vicdan karalığı.
Son adımlarımı atıp duruyorum. Kulağımda yabancısı olduğum bir şarkı. Nereden geldiğini bilmediğim bi ilhamla hissediyorum ki bu şarkı, özgürlük şarkısıdır. Tam da bu anda insanlar susuyor, etraf ıssız. Dünya herkes için normal döngüsüne devam ediyorsa bile şu saniyeler içinde ben, hiç görmediğim hallerin ev sahipliğini üstleniyorum. O kadar hoş ki bu sahiplenme, kulağımda terennüm eden o şarkı, ömür boyu bana Kaf Dağı kadar uzak gelen o güzide duygu… Bu eşsiz nimetleri ilk defa tadıyor olmamı ancak bir şenlikle kutlayabilirim, nevruz gibi ateşli bir şenlik. Ama bugün gençliğim yanacak.
Şu dakikadan itibaren, yaşamın acı tadının canımı yaktığı anların son demlerini yaşıyorum. Her şey şimdi bitecek. Ama öncesinde yaşanılması gereken bir şeyler olduğunu hissedebiliyorum. Nereye dönsem, şu dünyaya ait neyi düşünmeye kalksam, öteki dünyayı düşünmenin soyutluğunda buluyorum kendimi. Şimdiye kadar benim olarak düşündüklerimin bir bir benim olmadığını fark etmemin verdiği derin acıdayım. Artık geç olsa da anlıyorum ki şu yirmi altı senede ne varsa giydiğim, hiçbiri kefenden daha gerçek değilmiş. Ve yine ne varsa dünyanın içinde, aklımıza ne geliyorsa dünyaya dair bilin ki sürekli olarak tasavvur ettiğimiz lakin hiçbir suretle beynimize sığdıramadığımız cehennemden daha gerçek değildir. Hatta seneler boyu kazanmak için çırpındığım, ulaşamayınca da uğruna kendimi yaktığım özgürlük de buna dâhildir. Evet, yanlış duymadınız, özgürlük de özgürlük şarkısı da yalanmış.
Ve evet yine yanlış duymadınız ben kendimi yaktım. Sizlerle hiç tükenmeyecek bir gevezelikle söyleşirken kırmızı bidonun kapağını açıp kafamdan aşağı boşalttım benzini. Aynı esnada çıkarıp cebimden, çaktım çakmağı. Hiç tahmin edemeyeceğim kadar kısa bir sürede insandan çok koca bir alev topuna dönüştüm. Ateşin verdiği o tarifi imkânsız acıyla avazım çıktığı kadar bağırırken caddenin ortasında, insanlar korku dolu gözlerle izliyordu beni. Ben bağırıyordum ve insanlar izliyordu beni. Çocuklar ağlıyordu ve insanlar izliyordu. Mazlumlar ölüyordu ve insanlar izliyordu. Bir diziyi de izliyordu insanlar bir dizeyi de.
Hâlbuki en nahif duygularla yazılmış dizelerin bir şeyleri kıpırdatması gerekirdi içimizde, okunduğu vakit kalpte açılan o ince çatlaktan merhamet pınarının çağıldayan suları sızmalıydı. Gelgelelim ki bu çağda üstünde binlerce çatlak olan kalplerden dahi kinden başka bir şey sızmıyorken vücudumdan tüm insanlığın ortak paydasına, gökyüzüne, yükselttiğim bu alev dağlarsa taştan kalpleri, uyandırırsa kalbimizde kış uykusuna çekilmiş rikkat duygusunu ve o zaman değişirse bir şeyler, başardım demektir. Çelimsiz bedenimde başlayan bu yangın kuşatırsa zalimlerin göğüs kafesini büyük bir destan yazdım demektir…
Muhammed Buazizi anısına…