Bozar Mı Sandın Acılar?

Mimar Sinan eserlerinde iki şeye dikkat edermiş: mekân ve uyum. Her ayrıntısı sadeliğin içindeki gösterişsiz zarafetin ve uyumun birleşimini yansıtan, belki de bu sebeple günümüze kadar kalan Süleymaniye, Selimiye bu ilkelerin sözde kalmadığının ısbatı.
Modern Türk Mimarisi de yapıtlarında bir şeye dikkat ediyor: her şeyden biraz olsun. Duvarlarda Osmanlı kalem işçiliği, minarede Karahanlı tarzı geometrik kabartmalar, mihrap Selçuklu usulü, kapı kanatları Danişment tarzı, boş kalan yerlere Barok Dönemi desenleri, biraz çelik, biraz cam… Modernizm darılmasın şeklinde yapılan camiler de bu ilkenin vücut bulduğunun ısbatı.
Sadelikteki güzelliği göremeyecek kadar tembelleşen ve çirkinliğin görüntüsüne kendini sonuna kadar teslim eden zihinler elinden çıkan, ne gereğince doğulu, ne gereğince batılı, imamın bile namaz kılıp kaçtığı, gözü yoran, gönlü yoran bu camiler günümüz kadın psikolojisinin sanki yansıması.
Geleneksel ailedeki kadın profilinin içine sığamayan, Batılı kadın gibi ayaklarının altındaki cenneti de itekleyip atamayan Türk kadını… Her kişi ya da grubun bir yerinden çekiştirdiği, ‘Benim dediğim gibi olmalısın!’ dediği, kimsenin ‘Sen nasıl olmak istiyorsun?’ sorusunu sormadığı Doğu kadını… Evi çekip çevirip çocukları büyütünce Türk medyasının dilinde “Külkedisi” olan, bir ofisi çekip çevirip kapitalizmi büyütünce aynı dilde “Sindirella” oluveren Türk kadını… Ekonomik özgürlük, kimseye muhtaç olmamak, kendi ayakları üzerinde durmak oltasıyla fıtratına uygun olmayan mekânlarda ‘tutulan’ Doğu kadını…
Geleneğin dökülen yerlerine modern kadın yamayarak, zamanın bir tabanca ile delik deşik ettiği kimliğini Doğu-Batı sentezi tarzında bulmaya çalışarak, ancak ‘bütün doğulu unsurlardan kurtulmalıyız’ söylemleriyle sürekli muhatap olarak yaşamak zorunda bırakılan İslam kadını… Bir ülkenin camilerinin ve kadınının kaderinin böyle kesiştiği görülmüş müdür?
Müslüman gibi giyinip Batılı gibi düşünen, sadece meslek sahibi olmayı hedefleyen, müfredatın dışındaki kitaplara güvenmeyen, parçalanmış bir kimlikle mutluluk selfieleri çeken bir genç kız, okumuş okumamış fark eder mi? Dış dünyayla baş edemeyecek kadar naif yaratıldığı halde dünyanın acımasız yüzüne bakmak zorunda bırakılan, bu sebeple belki de stres ve dert küpü olan, daha dokunmadan elinize kıymığı saplanan bir annenin yetiştirdiği genç kız nerede okumuş, ne okumuş fark eder mi?
Sahurda şehri uyandırabilen kadın, bugün kendi koyu gafletinden de derin bir idrakle uyanacak, içindeki bir kuş gibi başını kanatlarının altına alarak uyuyan; mutlu ederek mutlu olma erdemi tekrar canlanacak. Şehri, çocuğu, insanı, kitabı tekrar okuyacak, bu sefer şu devlete kapağı atayım diye değil kendini bilmek, Rabbini bilmek için okuyacak.
İnsanın kendini kaybola kaybola bulması gibi genç kız da mimarimizi, sanatımızı, kendini bulmak için okuyacak. ‘Gel sana anlatayım, dediklerimi yap.’ diyen modern anne değil, ‘Gel sana anlatayım, benim gibi yap.’ diyen Müslüman anne olabilmek için okuyacak. Birazdan kadınlar tüm şehri Ramazan gibi bir hayat için güzel bir sahura uyandıracak. Hala uyanmayanları camiden gelen ezan sesi kaldıracak. Kadın ve cami işbirliği yapacak, bu muhteşem ikili beraber tüm şehri uyandıracak. Müslüman kadın güle daha çok benzemek için okuyacak.
“Güle dair neden yok, gül açar, çünkü açar.
Ne gözetir kendini, ne görülmek arzular.”
Angelius Silesius