Bizim Diyarlar

Bizim Diyarlar

Bağdat bizim şehrimizdir. Bağdatlı Ruhî, Fuzulî gibi edebî; İmam Azam, Abdulkadir Geylani gibi dinî şahsiyetleri, cami, türbe, medrese, han, hamam ve köprüleriyle bizim şehrimiz… Ne varsa İslam’ın yani Osmanlı’nın mührüdür. Her mezhebin imamları, âlimleri, her tarîkin şeyhleri Bağdadîdir.

Abbasi halifesi Mansur tarafından başkent yapılan ve imar edilen şehre ‘Medinetüs Selâm! (cennet şehri, barış şehri) adı verilmesi de çok manidardır. Türk dünyasındaki Semerkand, Buhara gibi Bağdat da Arabistan’ın ilim ve kültür merkezidir. Bir kere Moğol Hülagü dönemimde talan edildi. Taş üstünde taş bırakmayan medeniyet düşmanı Moğollar tarif edilmez bir kültürel ve ilmî birikimi yok ettiler. Daha sonra bir kere de Timur tarafından benzer durum yaşatılan Bağdat tekrar eski günlerine kavuşmuştu.

Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinin en gözde merkezi, Safevilerin eline geçince camileri, türbeleri, tekkeleri yakılan, yıkılan şehir Kanuni ve V. Murat tarafından tekrar fethedilmiş ve mezhebî (Şii) baskıdan kurtarılmıştır. 1800’lerin sonu, 1900’lerin başında Kerbela’da ki türbeleri yakıp yıkan Vahhabî anlayışı ile Şii anlayışın mezhepsel bakışlarının aynı olduğu görülür. Şimdi de DEAŞ ve Şiiler aynı yoldalar.

I. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlıların elinde ilim ve kültür merkezi olma özelliğini koruyan Bağdat, 1917’de elimizden tekrar gitti. Şimdi Bağdat yine mezhepçi bir anlayışın işgalindedir. Zaten Körfez Savaşı sonrası ABD bombalarıyla yıkılan Bağdat, Saddam sonrası da mezhepçi bir anlayışın işgaline girmiş ve iki mezhep taassubunun elinde kan, barut, bomba, cinayet merkezi olmuş, ölüm makinelerinin denendiği bir merkeze dönüşmüştür. Artık Bağdat ilmi ve kültürüyle bir barış şehri olarak değil, bir virane şehri olarak anılmaya başlandı.

Kapalı Çarşı (Medine Çarsısı), Caber Kalesi, Ümeyye Camisi ve her tarafı İslam ve Osmanlı kokan cadde ve sokaklarıyla bizim şehrimizdir Halep. Pek çok tarihçi Halep için ‘Doğunun Kraliçesi’ terimini kullanmış. Yumuşak iklimiyle, kültür ve sanat çevresiyle, zengin mutfağıyla insanları kendine çeken bir özelliği vardır.

Halep, Osmanlı Devleti’nin en önemli şehirleri arasında yer almış, Türkçe deyimlere ve Türk edebiyatına yerleşmiştir. “İşte Halep, işte arşın” ya da “Halep ordaysa arşın burada” deyimleri “atıcılara” meydan okuyuştur, Aşık Ömer’in “İşte geldim, işte gidiyorum şen olasın Halep şehri” mısraları, Aşık Emrah’ın sevdiğini Halep’te araması, Kerem’in Aslı’nın ateşinde Halep’te yanıp kül olması bu çerçeveden sayılabilir. Masallarımızda, tekerlemelerimizde Halep hep vardır.

İndim Halep yoluna

Halep yolu Şampazar

İçinde bir ayı gezer

Ayı beni gorkuttu

Kulacı(ğı)mı sarkıttı

diye devam eden karanlık gecelerin sevimli oyununun tekerlemesini seksenli yılların çocuklarından bilmeyen yoktur herhalde.

Halep Kalesi, hanlar, hamamlar, çarşılar, camiler, medreseler Anadolu’nun aynısıdır. Bu şehrin her şeyine Müslümanlık ruhu vurulmuştur. Halep hem madden hem ruhen bizim Halep’tir.

Bizim açımızdan bu ve benzeri nice güzellikler ifade eden akrabalarımızın şehri Halep uzun süreden beri kan ağlıyor. Ağlıyor ne kelime; kan kusuyor, kan yutuyor. Olayı şuna ya da buna suç atarak açıklamayı geçelim.

Halep ve Bağdat Müslümanların suçunun ceremesini çekiyor. Yılan yılanlığını yapar ve ısırır, zehirler. Mü’min de Müslümanlığını yapsa, elini o deliğe sokmasa. Niçin iki kere değil onlarca defa aynı yılan deliğine elini sokuyor mü’min? Hadisteki uyarıya niçin kulak tıkıyor? Mü’min ferasetli olmalı. Diğer insanlar onun ferasetinden çekinmeli. Ama şu anda şeytanın emrine girmiş Müslüman kılıklılar ahmakça davranışlarla İslam diyarını mahvediyor. İslam diyarlarını biz bu hale getirdik. Ziya Paşa yüz sene önce böyle demiş:

Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm

Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm

Cihan namındaki bir maktel-i âma yolum düştü

Hükümet derler anda bir nice salhaneler gördüm

Bu köşede İran’ı ve ondaki Müslüman düşmanlığını özellikle vurguladım. İran’ın gençleri mezhepsel taassupla yetiştiği ve ruhanilerde orada etkili olduğu müddetçe İran’dan İslam adına olumlu hiçbir şey beklemeyelim. Peki, bizdeki taassuba ne diyelim!

Bizdeki İran’ı düzeltebiliriz. Asıl biz içimizdeki İranlılara bakalım. Halep, Bağdat üzerinden romantizm yapmak istemiyorum. Ama herkes bağırıyor, ağlıyor Halep için. Mesajlar, e-postalar, resimler duyun, görün, paylaşın diye. Neyi paylaşalım? Düşülen zilleti paylaşınca, daha çok kimseye ulaştırınca ne oluyor? Zilletimiz, aşağılanmamız, perişanlığımız azalıyor, bitiyor mu?

Paylaşılan resmin, sesin, yazının altında da farklı vakıfların, derneklerin adı ve logosu var. Onlarcası “Halep ölüyor yardım edin.” Diyor. Eğer hepsi Halep’e yardım edecekse -ki nasıl gidiyorlar, nasıl götürüyorlar bilmiyorum- niçin bir arada değilsiniz? Müslümanların düştüğü zillet de mi bizi birleştiremiyor? Açlara, yaralılara, ölülere, çocuklara, kadınlara yardım da mı bizi birleştiremeyecek? Elinizi tutacağınız insanlar da mı ayrılıkları körükleyecek? Şu anda bu işi en iyi yapan kim? Filan vakıf ya da dernek? Tüm yardımlar niye orada toplanmıyor?

Bu kadar basit bir işte dahi benim vakfım, benim derneğim diyen bizler bu taassupla içerde İran’ı, DEAŞ’ı yaşıyoruz: Cemaat taassubu. Cemaat düşmanlarına, cemaat üzerinden İslam düşmanlığı yapanlara da prim ve fırsat veriyoruz. Kusura bakmayalım. Cumhurbaşkanımızın sancısını hissetmiyorsak, hala benim vakfım, benim derneğim diyorsak biz kimseyi davamızda haklı olduğumuza inandıramayız. Cumhurbaşkanı yoksa bu işlere kızdığından mı kurbanını Kızılay’a bağışladı? Düşünmeye değer mi?

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.