Bir Tartışmadır Gidiyor

“Allah ve Resulünün önüne geçmeyin, seslerinizi Peygamberin yanında yükseltmeyin yoksa amelleriniz boşa gider.” (Hucurat, 2) O hadis uydurma, bu hadis zayıf, bu kadar rahat bol keseden atamazsınız. Yoksa peygamberimize bu şekilde de yalan isnat etmiş olursunuz. Vesaire vesaire…
Günümüzde bu ve benzeri tartışmalara çok fazla şahit oluyoruz. Okulda, çarşıda, otobüste, markette… Kulak misafiri olduğumuz ne kadar insan varsa gündemlerini artık bu konular meşgul ediyor. Sokaktaki çocuk Mehdi aleyhisselam’ın gelip gelmeyeceğini soruyor. Ortaokul sıralarında vahdeti vücud, vahdeti şuhud konuları yer etmeye başladı. Bu kadar çalkantının arasında “Ne oluyoruz?” demekten kendimi alamıyorum. Hani çok mu İslam’ı önemsemeye başladık? İslam’ın hangi ellerde nerelere çekildiği bizi çok mu ilgilendiriyor? Gözümle gördüklerimle çelişmese az daha buna inanacağım.
Bir yandan kulağa güzel geliyor. İnsanların uğraşlarının İslami konulara yönelmesi sevindirici gibi görünüyor. Kaliteli sorular diyorum. İyi hoş ama namazını dahi kılmayan bir şahsın mezheplerin varlığını irdelemesi hatta Kur’an’da sadece üç vakit namazın olduğunu iddia etmesi garipsenmeyecek gibi değil.
Öncelikle bu sorular televizyon programlarında tartışılıyor, sosyal medya hesaplarından 7’den 70’e arz ediliyor. İnsanlar buradan edinmiş oldukları bilgileri başkalarına kafalama sevdasına düşüyor. Böylece toplum içinde ondan ona yayılıyor. Önceki zamanlarda da buna benzer durumlarla karşılaşılmış.
Şimdi bizdeki bu vaziyeti nasıl değerlendirmek gerekir? Dine bir yönelişten bahsetmek şöyle dursun araştırmalara göre deist ve ateist sayısının artıyor olması nasıl bir değerlendirme de bulunmamız noktasında bize biraz da olsa kapı aralıyor.
Amaç da bu olsa gerek zaten. “Bu sorular nerden çıkıyor, ilk kim muhatap olmuş bu sorularla?” dediğimizde karşımıza “oryantalist” olarak adlandırdığımız bir taife çıkıyor. Oryantalizm başlı başına “Doğu’yu anlama” adı altında siyasi, ticari ve dini gayelere hizmet eden bir düşünce yapısıdır. Bu yapı altında toplanan kimseler “oryantalist” olarak adlandırılıyor.
Yıllar boyunca İslam üstünden oynanmış türlü türlü oyunlar var. Oynanan oyunlar oryantalist ve yanlıları tarafından içeriden ve dışarıdan desteklenmektedir. Bu oyunların en büyük sebebi ise savaşlarla yıkılmayan iman sahibi olan bir milleti manevi algı operasyonları ile yıkmak. Son zamanlarda ise bu operasyonlara bir yenisi eklenmiş durumdadır. “Hadislere gerek yoktur” düşüncesi ile yeni bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Bir sarayın surları çok güçlü ise onu yıkmak çok zordur. Savaştaki düşman ise bu sarayın surlarının yıkılmayacağını bildiği için sarayın surlarına delikler açıp saraya öyle saldırmayı hedeflerler. Ve böylece İslamiyet’in 1400 yıldır yıkılmayan dimdik bir saray olduğunu bilen oryantalist zihniyet İslamiyet’i yıkmak yani saraya girebilmek için fark ettirmeden delikler açmaya çalışıp kaleye gizlice girmeye çalışmaktadırlar.
Kur’an üzerinden hedeflerine ulaşamayacaklarını anlayarak hadisler üzerinden politikalarını devam ettirmişlerdir. Oryantalistler hadis ve sünnetin İslam dünyası için ifade ettiği önemi kavradıktan sonra iki şeyin ihtiyacını duymuşlardır. Bunlardan birincisi İslam âlimleri gibi yoğun bir şekilde hadis metinleri ile iç içe olmadıklarından dolayı hadis malzemesi kıtlığı; diğeri ise mevcut hadis malzemelerini değerlendirecek metot eksikliğidir. Oryantalistler bu aşamada amaçlarına ulaşmak için her türlü materyali bulup güçlü çalışmalar kaydetmişlerdir. En önemli çalışmalardan biri de “Concordance” olarak adlandırılan hadis kaynağını ortaya çıkaran sözlük çalışmasıdır. Yaklaşık 23 ciltten oluşan bu kitap acaba bize bir soruyu daha hatırlattı mı? “Bu hadisin kaynağı ne, kim rivayet etmiş? İşte bu soruların cevabını tam olarak bu sözlükte bulabiliyorsunuz!
Çalışıyorlar, çabalıyorlar ve sürekli soru üretiyorlar. Değil mi ki zaten oryantalist dediğimiz kafanın asıl hedefi soru sayısını artırmak. Onlar soruyor biz tartışıyoruz. Gün geçmiyor ki tartışmalar azalsın.
Yine yakın zamanda hadislerin güvenirliliği! hususunda bir tartışma daha yapıldı. Program için “#kimhaklı” adında bir hashtag açıldı. Programa katılan hocaları tanıyan tanımayan birçok insan bu tag’ın altına yorumda bulundu. Televizyon ekranında ise “Hadislere güvenilir mi?” başlıklı kocaman bir yazı vardı. Bu program birilerin çok işine yaradı ve -izleyenler bilir- birçok soru yine cevapsız kaldı.
Nereye gidiyoruz bilmiyorum. Haklıyı ve haksızı “Hakk’ın” sahibine ve değerli, mücteba öncüsüne Hatem’ül Enbiya Efendimize bırakmadıkça gittiğimiz yön daha çok bulanık görünecek.
“Peki, ne yapmalıyız?” diyeceksiniz. Bu sorunun cevabı net aslında, biraz daha saygıyı gerektiriyor. Ve devamla peygambere ittiba etmeyi. Çünkü bu tartışmaların kimseye bir faydası yok. Tecrübeyle sabittir. İslam bizden daha çok amel bekliyor. Ancak kulluk için yaratıldığımızı asla unutmamak gerek. Kulluk gereği gibi ifa edilmeyince de yönlerimiz ilgi alanlarımız değişiyor.
“Peygamber hevasından konuşmaz” (Necm, 3) diye buyuruyor Allah azze ve celle. Bu yüzdendir ki hadislerin tedviniyle uğraşmış âlimlerimiz. Peygamberimizin söylediği sözde değil her zaman onu aktaranda hata aramışlardır. Hayatlarını okuduğunuzda hadisleri toplamada nasıl bir incelik sergilediklerini göreceksiniz. İlmi baş tacı yapmış insanlar. İşte bana en çok dokunan mevzu da burada yatıyor. Onların ilme ayırdıkları vakitle bizim ki bir değilken biz çok basit eleştirilerde bulunabiliyoruz. Tamam, senden de olur bir Buhari! Ama görünen köy de kılavuz istemez. O yüzden kılavuzu iyi belirlemek lazım.
Ve’l hâsıl kelam;
Hucurat suresinin ilk beş ayeti bu konuyu gayet açık bir şekilde toparlıyor. Allah ve Rasulü bir konuda hüküm vermişse o konuda asla “bize göre” deme şansımız yoktur. Hadislerin güvenirliliği yoktur derken gayet de sesler peygamberin sesinden daha fazla yükseltilmiş oluyor. Bu konuda hadislere pay biçmemek bir nevi sesi kısmaktır ve bu kimselere de mağfiret ve büyük bir mükâfat olduğu ayette dile getiriliyor. Bu konu Allah ve Rasulüne saygı ve sevgiyle alakalı bir konudur ve aşırı dikkat gerektirir.
Bu konu siz tatmin olasınız diye açıklanacak, yazılacak, çizilecek bir konu değil. Tatmin olmak veya olmamakla da alakalı değil. Bu konuyu bizim önümüze kimlerin serdiğini kavrayın yeter diye düşünüyorum. Vesselam.