BAŞYAZI- Başkalaşmak

BAŞYAZI- Başkalaşmak

Kainatta sürekli bir değişim yaşanmaktadır. Bu değişim ilk insan, ilk peygamber Hz. Adem aleyhisselamdan, zamanımıza kadar devam etti. Halen devam etmekte, bundan sonra da devam edecektir. Bu değişim fiziksel, zihinsel, sosyal, kültürel, siyasal vb. bütün sahaları kapsamaktadır. Müsbetiyle, menfisiyle süreklilik arzeden bu değişimler bazen başkalaşmaktadır. Mesela sürekli isyan, tuğyan, inkar, ihanet, fesat içinde toplumu dejenere etmeye çalışan, insan” değerlerini kaybeden bir kavmin maymunlara dönüştürüldüğünü, yani tamamen başkalaştırıldığını, Kur’an-ı Kerim’den, o sağlam kaynaktan öğreniyoruz. Allah teala bir şeyin olmasını irade ederse, o şey mutlaka olur. Biz yaramaz, ahlaksız bir topluluğun maymuna dönüştürüldüğünü biliyoruz ve inanıyoruz. Fakat hiçbir şekilde insanın maymundan türediğine dair, ne semavi kitaplarda ve ne de ilmi gerçeklerde hiçbir ize, işarete rastlamıyoruz. Kaldı ki bütün semav” dinler, tüm insanların ilk insan Hz. Adem’in çocukları olduğu gerçeğini vurgular. Hiçbir ilm” gerçeği olmayan, sapık bir nazariyeden ibaret olan ve ilim çevrelerince de reddedilen DARVİN NAZARİYESİ yani insanın maymundan türediği saçmalığı maalesef yeniden gündeme taşınarak, okullarımızda ders olarak okutulması gibi bir ideolojik histeri sergilenmektedir. Bazı üniversite hocaları bunu bir ilim ve çağdaşlık olarak vurgulamakta ve insanın maymundan geldiğini savunarak bunun aksini iddia etmek, yobazlıktır, çağdışılıktır diye feryad ediyor. işte bu prof.ların ve yandaşlarının başkalaşmasıdır. Başkalaşmalar yukarıda zikrettiğimiz gibi fiziksel olur. insanken maymun olmak gibi. Bazen de zihinsel olur. Bu kişiler zihinsel olarak başkalaşmış ve maymundan geldiğini, ilk atasının maymun olduğunu kabullenmiştir.

Maymunun en belirgin özelliği taklitciliğidir. Onun için bu gibiler Kur’an hakikatlarını inkar ederek, batı adına ne varsa taklit etmeyi çağdaşlık, bilimsellik kabul ederler. Bu zihinsel başkalaşım, kültürel, sosyal, siyasal başkalaşımları da beraberinde getirmektedir. Türkiye’de ve bazı ülkelerde yaşanılan işte bu başkalaşımın neticesidir. Temelinde inkarcılık yatmaktadır. Kendi köküne, inancına, kültürüne, ahlaki değerlerine ters düşen inkar eden kişi ve topluluklar değişim değil BAŞKALAŞIM yaşamaktadırlar. işte bu sebeplerdendir ki, müslüman bir ülkede bu bir avuç BAŞKALAŞMIŞ insanlar başörtüsüne karşı savaş açarlar. Onbinlerce genç kızımız bu BAŞKALAŞMIŞ kişilerin hakaret baskı ve zulümlerine maruz kalarak en tabii insan hakkı olan okuma hakları ellerinden alınır. Başörtüsü taktığı için nice değerli, mesleğinin ehli bacılarımız, bir ömür harcayarak elde ettiği mesleğinden atılır. Evet bu bir değişim değil, değişiminde ötesinde ONUR KIRICI, KÜÇÜLTÜCÜ BİR BAŞKALAŞIM’dır. Bu başkalaşanlar onurlarını kaybettiklerinin, küçüldüklerinin, aşağılık bir komplekse kapıldıklarının ne zaman farkına varacaklar? Dileriz ki farkına varsınlar, bir değişim yapıp olmaları gereken noktaya gelsinler. En azından insana, insanca ve insan haklarına saygılı olmanın, bir insanlık vecibesi olduğunu anlasınlar. YÖK’te yaşananlar… Türkiye’deki yüksek öğrenim kurumlarında en iyi bir şekilde eğitim ve öğretim yapılması için gayret göstermesi, bilimsel çalışmalara öncülük etmesi, destek vermesi gereken bu kurumdaki BAŞKALAŞIM, hayretin ötesinde DEHŞET verici boyutlara ulaşmıştır. Hiçbir sorumluluk duygusu taşımadan, insana ve insan” değerlere, mesleke ve ilme karşı kaygı duymadan, bir insanın bütün kazanımlarını bir lahzada silip, elde ettiği ünvanları kaldırıp mesleğine bir kararla son verecek. YÖK’ün çıkardığı son yönetmelikten bahsediyorum. Bu yönetmeliğe göre üniversiteye yıllarını verecek, bilimsel çalışmalar yapacak Dr. Doç, Prof olmuş kişiler, mesela başörtüsü taktığından, namaz kıldığından, islami kimliğinden, başörtüsünü savunduğundan veya başörtülü öğretmenlere baskı yapmadığından dolayı bu ünvanları elinden alınacak ve meslekten atılacak. Bütün kanun” hakları alınacak. YÖK bu yönetmelikle, Ben kanun, hukuk tanımam, ben meclis, hükümet tanımam, ben inkarcı bir ideolojiyi dayatırım. Halk da kim oluyor. Onlar ancak vergi vermek, askerlik yapmak, işçilik yapmak, verilen vazifeleri ses çıkarmadan uygulamak tek kelime ile kölelik yapmakla mükelleftirler, demeye getiriyor. BÖYLESİ BİR ZİHNİYET ve BÖYLESİ BİR UYGULAMA YAMYAMLAR ÜLKESİNDE bile olamaz ve buna müsaade edilemez. Bugün Türkiye’nin gündemini APO’nun İtalya’da bulunuşu, sebebiyle gelişen olaylar meşgul etmektedir. Mitingler yapılmakta, İtalyan malları boykot edilmekte ve bu iş bizzat hükümet tarafından ve kartel medyası tarafından teşvik edilip, organize edilmektedir. İtalyan mallarını boykot etmenin sonucunda faturanın kendilerine çıkacağını farkeden patronlar hemen geri adım atmaya, Türkiye’ye gelen mallar artık bizimdir. Aman yapmayın etmeyin diye yalvar yakar olmaya başladılar. Bu kartelin, bu boyalı basının, bu patronların mafyalaşmış, çeteleşmiş çıkar grublarının ne millet, ne vatan, ne Apo umurlarında bile değildir. Onlar gündemlerin değişmesinde ne gibi yeni vurgunlar yaparız veya yaptığımız vurgunları gözlerden uzak tutarız. Onlar bunun çabasındalar. Meclis tarafından azledilen sayın Başbakan APO’nun İtalya’da olduğundan 15 saat kadar sonra haberdar olduğunda, “APO’yu biz yakalattık. Millete verdiğimiz sözü tuttuk. APO Türkiye’ye gelecek şehitlerin kanı yerde kalmayacak PKK artık bitmiştir.” gibi sözler ederken daha o saatlerde PKK’nın daha tehlikeli bir boyut kazanacağını, APO’nun Türkiye’ye teslim edilmeyeceğini söylemiştim. Kaldıki APO Türkiye’ye teslim edilse ne çıkar. Belki de bir kısım siyasiler, bürokratlar, Holdingler ve medya APO’nun Türkiye’ye verilmemesi için gizliden çaba göstermektedir. APO Türkiye’ye iade edilirse belki de KASET SAVAŞLARI daha geniş ve değişik boyutlar kazanarak kızışabilir.

Bugün Türkiye’nin gündeminde canlı tutulan APO ve fakat çok daha önemli, gördüğüm, toplumun gözünden kaçırılmaya çalışılan Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren, Türkiye’yi ortaçağ Avrupasının karanlığına sürükleyecek ve zahirde bir basit yönetmelik değişikliği gibi görünen YÖK’ün yeni yönetmeliğidir. YÖK’ün başındaki kişiye dikkat etmek gerek. Bu insan, üniversiteler üzerinde şovenist bir baskı kurup, üniversiteleri bilimsel yönden uçuruma sürüklerken, toplumsal zıtlaşmalara bütün hızıyla çaba gösteriyor. Eski YÖK başkanı Mehmet Sağlam, “Cumhurreisi Süleyman Demirel’e profesörlerim, rektörlerim arasında YÖK başkanı olacak pek çok kişi var ama YÖK başkanı olamayacak ve olmaması gereken birisi varsa O da KEMAL GÜRÜZ’dür” diye bilgi verdiğinden bahsediyor ve bu bilgiye rağmen DEMİREL, KEMAL GÜRÜZ’ü YÖK başkanı olarak seçiyor. Bütün bu olanlar karşısında DEMİREL sessiz kalırken yapılanları tasvib mi ediyor? Yoksa zamanını mı bekliyor? Şayet yapılanları tasvip etmiyorsa, başörtülü öğrencilere ve inançlı öğretim üyelerine yapılan baskıları, dayatmaları, zulümleri hoş karşılayamıyorsa bu kişiyi azletmenin zamanı çoktan geçmiştir ve bu kişi sadece üniversitelerin değil, tüm Türkiye’nin selameti için bu vazifeden azledilmelidir.

Meclis vazifesini yaptı, dayatmacı, toplumun inancını, isteklerini, tarihini, gelenek ve göreneklerini hiçe sayarak, milli eğitimde, ekonomide, sosyal hayatta görülmemiş tahribatlar yapan halka karşı baskıcı, gizli üstlerine karşı, “evet efendimci” hükümeti azletti. Şimdi vazife Demirel’de. Yine, risksiz, kendi çıkarlarını mihrak alarak bir tavır mı sergileyecek, yoksa artık şu ahir ömrümde millete ve vatana faydalı bir iş mi yapayım diyecek. Bekleyelim, göreceğiz. Gerçi yeni hükümetten büyük icraatlar bekleyecek değiliz, yapılan zulümler karşısında frene basıp, çetelerin üzerine giderek pisliği kurutacak çalışmalar yapıp 18 Nisan’da sağlıklı bir seçime giderse çok şey başarmış olur. Artık BAŞKALAŞMALAR’ın önüne geçilmeli sağlıklı, miletin ve vatanın hayrına müsbet değişimler gerçekleştirilmelidir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.