Ayrılık Da Sevdadandır

Bir ilahiyatçı Hz. Aişe’nin Hz. Peygamber ile evlendiğinde 18 yaşında olduğunu ısbatlamaya çalışıyor bir matematikçi edasıyla, bir diğeri Peygamber Efendimizin çok evliliğe nasıl mecbur kaldığını anlatıyor mahcup bir tarzla. Sonra Asr-ı Saadetten kadınların çalışması, çocuklara pedagojik ilkeler ışığında davranılması, hayvan hakları, çevre sevgisi ile ilgili rivayetleri seçip övünerek anlatıyor, kim bilir gönülleri İslam’a böyle ısındırdığını düşünüyor, belki de kendi mutmain olmayan kalbini teskin ediyor. Biraz Sadi, biraz Fuzuli, biraz Mevlana, biraz Gazali’den alıntı yapıyor,- çağın hassas noktalarına aykırı olmamak kırmızı çizgisi-, Hz. Peygamber’den bir devrimci, Hz Aişe’den romantik komedi başrol mankeni, sahabeden Greenpeace gönüllüsü, İslam alimlerinden insan hakları aktivisti çıkarıyor.
Peki rüşt yaşı 21 olunca Hz. Aişe’nin evlilik yaşını 21’e çıkarmaya mı çalışacağız? Çevrecilik, kadına karşı pozitif ayrımcılık, veganlık, organ bağışı, kürtaj hakkı, çocuk merkezli pedagoji… gözden düşerse Kuran’ı tekrar mı okuyacağız? Dünyaya tahakküm eden kültür Amerikan Protestanlığı değilde Çin Budizmi olduğunda bu sefer İslam tarihi rivayet arşivinden Çin’in hoşuna gidecek olayları mı öne çıkaracağız? Olmaması için dua ettiğimiz savaş zamanları gelip çattığında hoşgörü ve barış peygamberi Hz. Muhammed’den intikam alan, adaletli, cesur savaş peygamberi’ ne mi dönüş yapacağız? Bu rivayetlerle İslam’ın hümanist bir din olduğuna karar verip kalbi dinimize ısınan kişi, hümanist ilkelere uymayan mütevatir rivayetlerle karşılaştığında mürted olduğunda ne yapacağız?
‘’Müslüman düşünür İslam’a olan bağlılığını hiç zayıflatmaksızın önünde duran meselelere çözüm getirmeye çalışıyor ne var ki yola çıkarken kendisine İslam dışı olarak sunulmuş eğitimin ana noktalarını sıkı bir eleştiriden geçirmeyi ihmal ediyor. Bu tutumun temel yanlışı Allah’ın insanlara işaret ettiği yönü kavrayıp o yönde bütün öteki insan ürünü düşünce sistemlerini değerlendirme yolunda titizlik göstermedeki ihmalleri oluyor. İnsanlar tarafından kabul görmüş ve aklın sağduyunun müsbet karşıladığı birçok düşünce tezahürünün İslam’da ki karşılığını arayıp ortaya çıkarmaya çalışıyorlar yani o düşünce birimlerini geçerli kabul ediyor ve onların İslam’da doğrulandığını gösterme telaşına kapılıyorlar. Müminin farklı kültür iklimlerinde gelişmiş düşüncelerle teması görev olarak üzerindedir ama bilgiye tefekküre olan dostluk kısaca hikmet uğruna girişilen çalışma, edinilmiş tefekkür tarzına müslümanın mahkumiyeti sonucunu doğuracak olursa varılan yer seçmeciliktir.
Felsefenin bir kavramı olarak seçmecilik çeşitli düşünce sistemlerinden beğendiğini, en iyi olduğuna inandığı tezleri alarak, bunları uzlaşabildikleri nisbette uzlaştırarak yeni bir sistem kurma gayretine verilen isim. Seçmecilik düşünce sistemine bulaşmış bir zaaf olduğu için günümüzde seçmeciliğin faziletlerini bizzat savunan düşünce adamlarına değil de kendini seçmeci kabul etmeyen ama savunduğu düşünce sisteminde bazı noksanlıklar görerek onları başka sistemlerden aldığı tezlerle tamamlamaya çalışan düşünce adamlarına rastlıyoruz.
Bugüne kadar ortaya çıkan ve belki bundan sonrada rastlayacağımız seçmeci ve telifçi tutumların sahipleri genellikle İslam düsturlarının mutlak hakimiyetine karşı güvensizlik duygularını içinde barındıran düşünürlerdir. Seçmecinin aşağılık duygusu İslam’ın kapsayıcı vasfını anlayamamaktan doğar.(…)’’ diyerek açıklıyor İsmet Özel Üç Zor Mesele kitabında bizim ‘’Ayrılıkta sevdaya dahil mi?’’ durumumuzu. Evet ayrılıkta sevdaya dahildir, ayrılık ihtimalinden dolayı sevda kıymetlidir ve İslam tüm izmlerin, partilerin, kriterlerin üstündedir içimize sinmeyen, aklımızın almadığı, nefsimize ağır gelen tüm emir ve nehiyleriyle bir bütündür. Tüm eleştiren-sorgulayan-çağla uyuşturamayan görüşlere karşı ilk cevabımız ‘’Doğrusu budur, çünkü böyle buyrulmuştur.’ Olmalıdır ’ Bu cevabı vermeden yapılan tüm açıklamalar söz israfı, bu cevabı önce kendine sonra başkalarına veremeyecek şekilde eğitim gören her bir din talebesi insan israfıdır. Kargaya benzemeye çalışan bülbül kadar kargayı idol yapan kargaya benzememeyi özür ve eksiklik hali gören zihniyetlerde bundan sorumludur.
‘’Kargalar gülistanı işgal ederler, gülistanda tüm bülbüllerden artık bülbülce bir hayatı unutmalarını; bundan böyle bülbül gibi şakıyamayacaklarını, bülbülce yaşayamayacaklarını, hayatın tüm alanında artık kargaca yaşamalarını isterler. Bütün bülbüller; bülbül gibi şakımaktan da bülbülce yaşamaktan da vazgeçerler. Direnen bülbüller yok edilir; büyük çoğunluk can korkusu ve gelecek kaygısıyla yeni efendilerinin koyduğu yaşama kurallarına itaat eder; zorlansalar da hayatı kargaca hissetmeye çalışırlar. Zaman içinde tüm bülbüller kargamsı davranan bülbüller halini alır. Bülbüllerin bu halini gören ve bu halden üzüntü duyan bilge bir bülbül bu işgalin behemehâl süremeyeceğini, günün birinde kargaların gülistanı terk edeceğini düşünerek, bir şeyler yapma ihtiyacı hisseder. Kargaca yaşamaya alışan bülbüller, onlar gittikten sonra bülbülce hayat tarzına nasıl döneceklerdir? Birkaç yavru bülbüle; sürekli olarak kendilerinin bülbül olduğunu, karga olamayacaklarını, karga gibi davranmanın kendi özlerine ihanet olacağını söyleyerek eğitimden geçirir. Yavru bülbüller ve bilge bülbül büyük bir iştiyakla kargaların hâkimiyetinin bitmesini kendi çağlarının gelmesini, bülbüllüğün yeniden dirilmesini beklerler. Gün olur devran döner kargalar gülistanı terk ederler, geldikleri gibi hızla çekilir giderler. Kargalar gitmiştir ancak kargaca yaşama tarzı devam etmektedir. Yaşlı bülbül görev sırasının kendisine geldiğinin bilinciyle yıllardır emek verdiği öğrencilerine döner ve “artık sizin çağınız geldi. Haydi, çıkın ve şakıyın, şakıyın ki, bülbüller en derinlerinde gömülü bulunan bülbüllüğü hatırlasınlar.” Der. Yavru bülbüller yüksekçe bir yere çıkarlar ve ötmeye başlarlar O da ne? Yaşlı bilge bülbülün yıllarca emek verdiği yavru bülbüller kargaca ötmeye başlamıştır.” İsmail Kara