Asabiyet Ateşi, Cahiliyye Sıfatı: Taassub

Asabiyet Ateşi, Cahiliyye Sıfatı: Taassub

Taassup, “yakalamak, kuşatmak, sarmak, bağlamak” anlamındaki asb (usûb) kökünden türeyen ve “kendi soyuna yardım etmek, körü körüne bağlanmak” mânasına gelen asabiyyetle eş anlamlı kabul edilir. Terim olarak ise bir düşünce veya bir fikri körü körüne kabul etmek, doğru ya da yanlışlığına bakmaksızın onu savunmak, bir tarafa olan meylinden dolayı delile rağmen hakkı kabul etmemek anlamına gelmektedir.

Başlangıçta “kabile taassubu” anlamında kullanılan asabiyet, zamanla daha geniş bir etnik ve siyasal içerik kazanmış ve Batı dillerinde fanatizm, Türkçe’de bağnazlık kelimesiyle karşılanmıştır.  Taassup; din, düşünce, siyaset, milliyet gibi birçok alanda koyu bir muhafazakârlığı, değişik anlayışları aşağılayıp yok etme eğilimini, farklılıklara karşı katı bir hoşgörüsüzlüğü, bir düşünce veya bir fikri körü körüne kabul etmek, doğru ya da yanlışlığına bakmaksızın onu savunmayı ifade eden bir terim haline gelmiştir.

Hangi isim adı altında olursa olsun bu düşüncenin temel yapısını teşkil eden soy üstünlüğü, kabilecilik ve kavmiyet davalarının tümüyle red edildiği, Allah katında gerçek üstünlüğün ancak takva ile olacağını Kur'an-ı Kerim açıkça vurgulamaktadır. (Ali İmran Suresi 103, Maide Suresi 2, Hucurat Suresi 9-13, Tekasür 1-8)

Müşrikler İslam’a davet edildiğinde, onların körü körüne atalarının dinine sarılmaları, hiç araştırma ve tartışmaya gitmeden kendi dinlerini üstün görmelerini Kur’an, “cahiliye taassubu” olarak adlandırmaktadır. (Fetih Suresi 26.)

Bir âyette, Allah’ın bildirdiği gerçeklere uymaları istendiğinde atalarının tuttuğu yolda yürüyeceklerini söyleyen müşrikler, atalarının akla uygun davranıp davranmadığı, tuttukları yolun doğru olup olmadığı üzerinde düşünmeye davet edilmekte, bilinçsizce atalarının yolunu izleyenler çobanın sesine göre hareket eden sürüye benzetilerek, “Onlar sağır, dilsiz ve kördür, çünkü akıllarını kullanmazlar” şeklinde eleştirilmektedir (el-Bakara 2/170-171). Bu âyetleri yorumlarken, sapıklık içinde oldukları Allah tarafından bildirilen ataları taassupla taklit etmenin onları Allah’a eş tutma anlamına geldiğini belirten Elmalılı Muhammed Hamdi’ye göre gerçeğin ve iyinin ölçüsü Allah’ın buyruğu ve delile dayalı bilgi olduğundan geçmişi sırf kendi geçmişi diye taklit etmek taassuptur. (Hak Dini, I, 585-587).

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem asabiyeti, bir kimsenin kavmine zulümde yardım etmesi olarak tarif etmiştir. İnsanları böyle bir yardımlaşmaya götüren asabiyet ise “Halkı bir asabiyet için toplanmaya çağıran, bir asabiyet için savaşan ve asabiyet uğrunda ölen bizden değildir.” hadisi şerifi ile de yasaklanmıştır. (İbni Mace, Fiten 7.)

Peygamber Efendimizin bu sözü ile şüphesiz zulme dayalı tüm cahiliye taassuplarının yanlış olduğu vurgulanmıştır. İster nesep ve ulus milliyetçiliği ister renk ve mezhep ister meslek veya meşrep milliyetçiliği olsun zulme dayalı olarak açığa çıkan tüm söylem ve eylemler Peygamberimize göre mülgadır. Burada yasaklanan asabiyet ise bir insanın kendi milletini, vatanını sevmesi veya ona karşı özel bir hassasiyet ve ilgi göstermesi değil sadece akrabalık ve soydaşlık gayretiyle zulme dayalı haksız davranışlar karşısında bile müdafaa etme olayıdır.

Veda hutbesinde ise Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır, Arap'ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi: kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır.” Yine Efendimiz başka bir sözünde “Allah, sizin suretlerinize ve bedenlerinize bakmaz fakat O, sizin kalplerinize bakar.” buyurmaktadır. (Müslim, Birr, 33)

 

İmansızlık Taassubu

Taassubun en şiddetli olanı hiç şüphesiz bazı insanların, iman etmeme konusunda tarih boyu gösterdiği inat psikolojisidir. Hem uyarıcı hem de müjdeci olan peygamberlerin getirmiş olduğu Tevhid çağrısını reddeden küfür ve şirk mensuplarının takındığı taassup psikolojisini Kur'an-ı Kerim ayetlerinde haber vermektedir.

Şüphesiz iman etmeme konusundaki taassup sadece mazide kalmış değildir. Her zaman ve zeminde Firavun karakterine sahip insanlar vardır. Ve kıyamete kadar da devam edecektir. Yoğun taassup psikolojisi ile global katliam yapan emperyal güç odakları ve aktörleri bir bakıma Firavun'un taşeronluğunu yapmaktadır.

Kur'an-ı Kerim iman etmeyenlerden yani küfür milletinden söz ederken onların İlahi mesajlar karşısında gösterdikleri olumsuz refleksleri ve tavırları da haber vermektedir. İman etmeyenlerin gösterdikleri derin taassup psikolojisi içinde en çok göze çarpan vasıflar Kur’an-ı Kerim’de şöyle sıralamıştır:

Saldırgan ve zalim, inkarcı, gururlu, mideye düşkün, alaycı ve dünyaya meyilli, yalancı, Allah yolundan uzaklaştırıcı, hayrı engelleyici, inananlara düşman, Allah anıldığı zaman öfkeli, tağut anılınca sevinçli, Kurana karşı tahammülsüz, en kötü varlık, Allah'a değil tağuta dost olan.

Geçmiş dönemlerde küfür ve şirk mensupları iman etmemek için nasıl koyu bir taassuba yöneldiyseler, çağımızda da yanlış ve batıl anlayışları hangi isim adı altında olursa olsun egemen kılmak için aynı taassubu gösteren ama görünürde kendi tabirleriyle demokrat ve hümanist tavır takınanlar da bulunmaktadır. Özellikle demokrasi, laiklik ve milliyetçilik kavramları kimi insanlar için taassup derecesinde bağlanılan kavramlar haline gelmiştir.

 

Cemaat ve Mezhep Taassubu

İslâm ülkelerinde birliği ve güçlü olmayı engelleyen sebeplerden biri de hiç şüphesiz mezhep ve cemaat taassubudur. Ameli mezheplerde pek olmamakla birlikte siyasal mezheplerin zuhur etmesiyle birlikte ümmet içinde derin uçurumlar olmuş, bazen bu farklılıklar adavet ve şiddeti tetikleyerek sosyal kaoslara ve hatta savaşlara bile neden olmuştur. Tarihte olduğu gibi günümüzde de bu tür saplantıların giderek arttığını müşahede etmekteyiz. Maalesef içinde bulunduğumuz coğrafyada mezhep taassubunun nerelere vardığını görmekteyiz. Sünni kanı dökmeyi “Kerbelanın intikamı” olarak gören Müslümanları(!) hep birlikte seyrediyoruz. Ölen de öldüren de kendini Müslüman görmekte ve yaptığını Allah adına yaptığını söylemektedir. Dehşet bir fitre ateşi içersindeyiz.   Tabii bu durumu fırsata dönüştüren Müslümanların düşmanları, bu tür taassupları daha da kamçılamaktadır. Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın “Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerleri” isimli kitabında bu hususa şöyle yer verir: “Londra misyoner teşkilatı başkanı, İngiliz ajan Hempher'e şöyle talimat veriyor."Eğer sen İslam ülkelerinde Sünni-Şii kavgasını başlatabilirsen Büyük Britanya'ya en büyük hizmeti yapacaksın".

Aynı şekilde Müslümanların bir kısmı "benim cemaatim veya benim mezhebim veya mezhep önderim daha üstündür" saplantısına girerek diğer cemaatler hakkında suizanda bulunabilmektedir. Bu bağlamda İslam'a yapılabilecek en büyük kötülük tefrikaya düşmek, bölünüp parçalanmak, enerji ve imkanları birbiri ile uğraşma yolunda sarf etmektir.

Kur'an ve Sünneti referans kabul eden tüm mezhep ve yönelişler elbette bir zenginlik sayılmakta ve daima böyle algılanmalıdır. Zira mezheplerin değişik şekillerde ve hak yol üzere olması İslam'ın kolaylık ilkesinin açık bir göstergesidir.

 

Sevgi ve Nefrette Taassup

İnsan olma vasfının duygusal plândaki en önemli boyutunu şüphesiz sevgi ve nefret oluşturmaktadır. Ancak sevgi ve nefret İslâmi çizgide ve itidâl üzere olduğu sürece anlam kazanır. Aksi halde meydana gelebilecek taassup insanı manen kör ve sağır yapıp küfür ve şirk'e bile neden olabilir.

Sevgi konusunda insanların düştüğü ifrat ve taassubu Kur'an-ı Kerim haber vermektedir. Özellikle Yahudi ve Hristiyanların sevgide sınırı aşarak nasıl şirk'e düştüklerini Kur'an-ı Kerim haber vermekte ve insanları uyarmaktadır.

Bunların dışında bir de şeyh, efendi veya çeşitli cemaat önderlerine gösterilen ve bazen ifrat derecesine varan sevgiler de görülebilmektedir. Bu tür taassubun içine girenler belki de farkında olmadan sadece cemaat önderini takip eder ve hep onu örnek alıp Kur'an ve Sünneti hâşâ ikinci plana atmış olabilirler. Taassup derecesinde şeyhlerini veya efendilerini sevenler ya da o kişilere bazen insanüstü sıfatlar yakıştırarak bağlananların eğer dikkat etmezlerse küfür ve şirk'e düşme ihtimalleri de bulunabilir. Zira Kur'an, sadece Allah'a ibadet edilmesini ve mutlak yardımın sadece Allah'tan istenmesini emretmektedir. Çünkü Allah'tan başka sığınak asla yoktur.

Özellikle halkı Müslüman olan ülkelerde oluşabilecek nefret taassuplarının engellenmesi fevkalade zorunludur. Zira İslam Âlemindeki farklı cemaatlerin birbirlerine zaman zaman atabildikleri nefret tohumları maalesef olabilmektedir. Kontrol altına alınmadığında domino etkisiyle tüm İslam alemine yayılıp büyük tahribatlara ve fitnelere sebep olabilir. Gazaba uğrayan ve dalalete düşen toplumlar gibi olmamak için taassup saplantısından mümkün mertebe uzak olmak gerekir.

 

Sonuç Olarak…

Adı ne olursa olsun taassup, şuurlu ve samimi bir Müslümanın şiddetle uzak durması gereken cahiliyye sıfatıdır. Eğer Müslümanlar arasında özellikle fitneyi kamçılayan ırk, milliyet, cemaat ya da sevgi-nefret taassubu görülüyorsa bunun ortadan kaldırılması için öncelikle ilim adamlarının harekete geçmesi gerekir. Çünkü Kur'an'ı Kerimde emredilen iyiliği emir, kötülükten sakındırma konusunda ilim adamları peygamberlerin varisleri sayılır. Eğer ulema ilgisiz ve yetersiz kalırsa işte orada afet var demektir. Zira Peygamber Efendimize göre dinin afeti üçtür. Fasık alim, cahil ve zalim başkanlar ve cahil sofular. Görüleceği gibi âlimlerin fasık bir karaktere bürünmesi ümmet için büyük bir afet hükmündedir. Zira toplumların ıslahı veya fesadı iki gurupla mümkündür. İşte onlar âlimler ve amirlerdir. O halde ben Müslümanım diyen herkes Müslüman kardeşliğini bozacak mezhep, meşrep ve cemaat ta­assubundan uzak durmalıdır. Taassubun her çeşidinden sakınmalı, mezhep, meşrep ve cemaat farklılıklarını bürûdet(soğukluk), adâvet(düşmanlık, husumet) ve kavga vesilesi yapmamalıyız.

Zira en değerli insan vasfı sayılan hidayet ve takva, cemaat veya milliyet taassubu ile değil Allah'a ve onun peygamberine itaat ile kazanılır. Kesinlikle unutulmamalıdır ki Allah'ın dinine iman eden ve onun Resulüne tabi olan bütün Müslümanlar aslında tek cemaattir.

“İşte böylece sizin insanlar üzerinde şahitler olmanız, Rasulün de sizin üzerinizde şahit olması için sizi orta (dengeli, vasat) bir ümmet kıldık. …” (Bakara, 143)

 

 

Faydalanılan Kaynaklar:

TDV İslam Ansiklopedisi

Ölçüler Dengeler, Zeki Soyak

Din Psikolojisi Açısından Taassubun Psikanalizi, Dr. Bedri Katipoğlu

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.