A- A+

Öğrenme Nedir?

İmam-ı Şafi’nin güzel bir tespiti vardır: “İlimde ilerledikçe cehalette olduğumu, zaman beni terbiye ettikçe de akılca noksan olduğumu anlıyorum.” Bugün insanlar organları hakkında oldukça geniş bilgiye sahiptir. Birçok organ nakli de rahatça yapılabilmektedir. İnsanın bir organı daha vardır ki; o da beynidir. Bugün, insan beyni hakkında %3 - 5 bilgiye sahibiz. Yani diğer organlarımıza oranla %95’in üzerinde bir bilgisizlik söz konusudur. Son zamanlarda insan beyni hakkında bilgimiz arttıkça, bilgimiz nispetinde beynimizin öğrenme konusundaki fonksiyonuyla bilgi sahibi olabiliyoruz. Gerçekten insanı hayretler içerisinde bırakan, üzerinde düşünülmesini gerekli kılan bir organımızdır.

Yetişkin bir insan beyni yaklaşık 1.4 kg. ağırlığındadır. İnsan vücudunda hacim olarak 1/50 oranında yer kaplamaktadır. Vücut ağırlığının %2’sini oluşturur. Ancak vücuda alınan oksijenin %25’ini, kalorinin ise %’20sini ve vücutta dolaşan kanın %15’ini kullanır. Yani cürümü küçük ama kalori, oksijen ve kan kullanımına baktığımızda tüketimi oldukça yüklü bir organımızdır. Bu biraz sonra değineceğimiz işlevi ve diğer fonksiyonlarının gereğidir. Kısaca yukarıdaki özeliklerinin yanında konumunun iyi anlaşılabilmesi için konumuzla ilgili  bazı dikkat çekici özelliklerine de değinmeye çalışmak gerekir. Beyin yaklaşık 10-15 milyar sinir hücresine sahiptir. Her bir beyin hücresi 15000 beyin hücresiyle bağlantı kurabilmekte ve bunu 10 mili saniyeden az bir zamanda yani göz kırpma süremizin 1/10’undan daha az sürede yapabilmektedir. Bu bağlantıların sayısı tüm evrendeki atom sayısından daha fazladır. Bu demektir ki beynin bir gramında nöronlar ve hücreler arası bağlantı kapasitesi dünyadaki tüm telefon bağlantı ağından daha fazladır. 5 yaşına kadar bu bağlantıların %50’den fazlası kurulmuş olur. Bütün bunlara rağmen beyin hücreleri diğer hücrelerimize göre daha yavaş ölür. Ancak yerine yenisi gelmez. Beyne her saniyede bir bilgi yüklense bile ortalama insan ömrü içerinde, beynin ancak yarısı kullanılmış olabilir. Bu sebeple beynimiz “uyuyan dev” kullanılmayı bekleyen devasa bir organımızdır. Ancak bu güzide organımızın -bugün maalesef- %1-2’sini kullanabilmekteyiz.

Bu bilgileri, sadece bir malumat olarak vermedik. Vücudumuzdaki organların işlevlerini yürütebilmesi de bu organımızın faaliyeti sayesinde oluşur. Onun sayesinde nefes alır, yemek yeriz, akciğerlerimiz kanımızı temizler, kalp kanımızı pompalar hülasa uyuruz, kalkarız, uykudayken rüya görmemiz de onunladır. Bütün bunların yanında öğrenme işleminin oluştuğu mekândır. Beyin temelli öğrenme kuramına göre; duyu organlarımız vasıtasıyla sadece beş duyu değil, hislerimizle algıladığımız olay ve eşyalar, haz ve elemlerimiz beynimizde bir hücre topluluğu oluştururlar. Yani duyu organlarımız kanadıyla gelen bilgiler bir malumat yumağı; hücre topluluğu oluştururlar. Beyin daha önce oluşturduğu hücre topluluklarıyla karşılaştırma yaparak; o güne kadar algıladığı hücre toplulukları içerisinde yerine koyar. Buna bizim öğrenme konusunun fizyolojik bir olay olarak bakmamızı gerektirir. Yani insan istese de, istemese de beyni vasıtasıyla beş huyu, hisleri, zevkleri, hazları var oldukça öğrenecektir. Ve öğrenmeye devam edecektir. Bu insanın aynen yeme, içme, nefes alma, yatma, kalkma gibi fizyolojik bir ihtiyacıdır.

O zaman aklımızı şu gelir ki; okullara ve eğitime harcanan para ve bunca emeğe ne gerek vardır? Mademki beynimiz midemizin, karaciğerimizin, kol ve bacaklarımızın açığa çıkardığı fizyolojik bir eylem gibi öğrenmeyi sağlıyorsa bu gerekliliği nerede ve nasıl anlamalıyız.

İnsan zihninin kapasitesi bu hücre toplulukların oluşmasına ve bunlar arasındaki bağlantının sağlanmasına bağlıdır. Beynimiz de tıpkı kaslarımız gibi kullanılma ihtiyacı duyar, egzersizlerle gelişir. Kullanılmazsa kaslarımız gibi yumuşar, gevşer, sarkar, pörsür. Ve hantallaşır. Bu arada şunu da belirtelim ki işte eğitim bu beyin egzersizlerinin yapılması için gereklidir. Bu yönüyle eğitim hücre toplulukları arasındaki cılız bağı güçlendiren, kullanıldıkça daha sonraki bağlanmaları kolaylaştırma fonksiyonunu yüklenir. Başka bir ifadeyle bu bağlantılar, bir patika olmaktan çıkarak otobanlara dönüşür. Bu otobanlara çevirme sürecinin bir kısım yönlerini başka bir yazımıza bırakırken, bir de olaya Cenab-ı Hakk’ın kitabı açısından yaklaşarak; eğitime, tüm eğitimcilere, ebeveyninden öğretmenine ve toplumdaki her bir sorumluya kadar mesuliyetlerimiz açısından değinmeye çalışalım.

İlk muallim, Allah Teâlâ’dır. Nitekim buyuruyor ki “Allah, Adem’e bütün isimleri (eşyanın adlarını ne işe yaratıldıklarını) öğretti.” (Bakara, 31) Ayetin devamında ve hemen akabinde meleklerine Âdem aleyhisselam’ın öğrendikleriyle imtihan ettirdi. Kul bu öğrendikleri ile dünya hayatında mahşeri bir güne, sınava hazırlanmaktadır. Meleklerin sorguları ve Hz. Âdem’in cevabı bu sınavı hatırlatmaktadır. Ancak bütün bunlar öğrenmeden maksat bu oluşumları sağlayan Allah’ı bilmek içindir. Evrenin güzellikleri, yeşeren ağaç, yükselen bulut, inen yağmur, akan dereler, üzerinde yemyeşil ağaçlarıyla dağlar ve bunlara ilişkin hücre topluluklarının birbiriyle faz ardışıklığı ile ilişkiye geçmesi; yüce yaratanını tanıması ve dünya hayatının imtihana hazırlık olduğu içindir. Nitekim fizyolojik olarak (yeme içme gibi tabii olan) öğrenme konusunda onu tanımayı ve âlemin yaratıcısını tanımak istemeyenler ve tanımayanlar için Allah’ın tespiti şudur: Münafıklar için “Onlar sağırdırlar, dilsizler ve kör gibidirler. Ve onlar geri dönmezler.” (Bakara, 18) Bunlar, Beni ve Benim gücümü algılarlar, yeme içme ihtiyaçları gibi beyinlerinde hücre toplulukları oluşur ama içlerinde kıyaslama ve değerlendirme yapmadıkları ve onunla buluşturmayı sağlamadıkları için “karanlıklar içerisinde kalıvermekte, onların duyu organlarının adeta çalışmaz hale geldiğini” ifade etmektedir. Allah Teâlâ’yı tanımayanlar için de aynı surenin 171. ayetinde “Kâfirlerin hali, bağırıp çağırmak dışında bir şey duymayan, yine de haykıran kimsenin (çobanın) haline benzer. Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Onun için düşünmezler (akıllarını çalıştırmazlar.) buyurmaktadır. Görüldüğü gibi Allah, bu kıyaslamayı beyinlerinde oluşturmayan münafıklar için “geri dönmezler” ifadesini kullanırken, kâfirler için “düşünmezler” (akıllarını çalıştırmazlar.) değerlendirmesini kullanmaktadır. Bu sebeple münafıklar bu karşılaştırmayı yapmamakla karanlıklar içerisinde kalanı ifade ederken, kâfirler ise; adeta inkârın somutlaşmış şekli gibidirler.

Ya Rab bizleri, bizlerde senin gücünle oluşan öğrenmeleri seni tanımakta, imtihanda vesile ve şahit kıl.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr