ALLAH’A KUL OLMA SANATI

Allah Teâlâ’ya kulluk mülkün sahibi olan Allah’ın, insana vermiş olduğu sonsuz nimetlere karşı insanın O’na boyun eğmesi,
“O göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendi katından (bir lütuf olmak üzere) size amade kılmıştır. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Casiye 13)
O’nun otoritesini tanıması,
“O doğunun ve batının Rabbidir.” (Naziat 9)
“Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güven…” (Furkan 58)
Ve onun bütün emir ve yasaklarına sırf onun rızası için ihlâs ve samimiyetle riayet edilmesi ile gerçekleşmektedir.
“İnsanlardan öyleleri de vardır ki Allah’ın rızasını almak için kendisini ve malını feda eder…” (Bakara 207)
İnsan Allah Teâlâ’ya kulluk için yaratılmıştır.
Rabbimiz:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Casiye 56) buyurmaktadır.
İnsanın yaratılış gayesi Rabbine kulluktur. İlk yapacağı işte budur. Başarması gereken en önemli işte budur. Hiçbir meşgale kulu Rabbine kulluktan alıkoymamalıdır. Düşüncesinde niyetinde sözünde ve fiilinde hep bunu gerçekleştirmeye çalışmalıdır.
Allah Teâlâ’ya kulluk bir sanattır. Bunun kâmil ustaları peygamberler kalfaları ise peygamber varisi âlimlerdir. Kulluk el yordamı ile gerçekleştirilecek bir sanat değildir. Kulluk insanın bütün hayatını ve her türlü faaliyetlerini içine alması gereken bir sanattır. Çok hassas ve itina ile gerçekleştirilmesi gereken bir sanattır. Rastgele değil, bilinçli bir şekilde gerçekleştirilmelidir.
İnsanlık tarihine baktığımızda Rabbine kul olmayanlar en adi ve bayağı şeylere kul olmuş bir taraftan nefsin ve arzularının kulu olurken diğer taraftan kendinin yapıp, kendinin taptığı yüzlerce put icat etmiştir.
“O gün Rabbin onları ve Allah’tan başka taptıkları şeyleri toplar da der ki: şu kullarımı siz mi saptırdınız yoksa kendileri mi yoldan çıktılar?
Onlar: Seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki sonunda (Seni) anmayı unuttular ve helaki hak eden bir kavim oldular, derler.” (Furkan 17-18)
Küfran-ı nimet; Rabb’imizin sonsuz nimetler ikram ettiği insanın, O’na şükretmesi, kulluk etmesi gerekirken, O’ndan yüz çevirip büyük bir gafletle O’nu inkâr etmesidir.
Allah Teâlâ’ya kulluk, insanın dünya ve ahiret saadetinin gereği olduğuna göre, bu bir disiplin içerisinde öğretilip uygulanmalıdır. Bugün beşeri sanatlarda uygulanan çıraklık, kalfalık, ustalık usul ve yöntemleri, Allah’a kulluk sanatında uygulansaydı kulluğumuzun çehresi değişirdi.
“Bedeviler “inandık” dediler. De ki: siz iman etmediniz, ama “boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi…” (Hucurat 14)
Bugün sanatta, ticarette, siyasette, günü gününe insanların performansları ölçülüp değerlendirilip, ona göre performans artırıcı usul ve yöntemler denenirken kaç müslüman kulluk performansını kaygı edip, eksik ve noksanlarını tespit edip, ona göre kulluğunu kemale erdirme gayret ve çabası içine girebilmektedir.
Bunun için kişinin sağlam bir kulluk bilgisine sahip olması bu bilginin de samimi amellerle davranış biçimi haline getirilmesi şarttır. Cehalet Allah Teâlâ’ya kulluk yolunun en tehlikeli haramilerinden biridir.
Hint âlimlerinden Doktor İnayetullah el-Maşriki bir hatırasını şöyle anlatır:
“1909 yılında yağmurlu bir Pazar günü Cambridge Üniversitesi profesörlerinden meşhur astronomi bilgini Sir James Jones’i gördüm. İncil ve şemsiyesi koltuğunun altında olduğu halde kiliseye gidiyordu. Ona yaklaşarak selam verdim. Cevap vermedi. Tekrar selam verince:
- Benden ne istiyorsun? dedi.
- İki şey istiyorum beyefendi. Birincisi yağmurun bu şiddetine rağmen şemsiyeniz neden koltuğunuzun altında duruyor? dedim. Gülümseyerek derhal şemsiyesini açtı. Devamla dedim ki: İkincisi de sizin gibi dünya çapında söz sahibi olan bir âlimi kiliseye gitmeye sevk eden şey ne olabilir?
Sir Jones bu sualim karşısında bir duraklamadan sonra;
- Bu gün bize gel de akşam çayını birlikte içelim! dedi.
Akşam evine gittiğimde bana, semavi cisimlerin yaratılışından, onlardaki müthiş sistemlerden, aralarındaki korkunç uzaklık ve farklardan, bu cisimlerin maceralarından, mihverlerinden, çekimlerinden, akıllara durgunluk veren ışık tufanlarından vs. bahseden bir konferans vermeye başladı ki, o anda kalbimin Allah’ın azamet ve heybetinden titrediğini hissediyordum. Sir James’in ise Allah korkusuyla saçları diken diken olmuş, gözlerinden yaşlar boşalmış ve elleri tir tir titriyordu. Bir ara durdu ve sözlerine şöyle devam etti.
- İnayetullah dostum! Allah’ın yaratmış olduğu bütün bu güzelliklere bir göz attığımda Allah’ın celalinden vücudum titremeye başlar. Allah’ın huzurunda eğilerek o’na “Allah’ım sen büyüksün” diye seslendiğim zaman da benim şu varlığımın her bir parçasının beni bu duada desteklediğini görürüm. İşte o zaman ben büyük bir huzur ve saadet hissederim ve benim bu saadetimin diğerlerinin saadetinden bin defa daha üstün olduğunu bilirim.”
Bunun üzerine ben de kendisine o anda hatırıma gelen şu ayet-i kerimeyi okudum:
“… Kulları içinde ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar…” (Fatır 28)
Sir James ayeti kerimeyi işitince birden bire haykırdı:
- Ne diyorsun “Kullar içinde ancak alimler, Allah’tan (gereğince) korkar.” öyle mi? Bu çok müthiş, aynı zamanda çok garip ve cidden acayip!… Benim elli yıldır devam eden uzun araştırma ve tecrübelerim neticesinde keşfettiğim şey, Hz. Muhammed’in önceden haber verdiği şeyler arasında mı? Bu ayet hakikaten Kur’an da var mı? Eğer öyleyse, Kur’an-ı Kerim’in Allah tarafından vahyedilmiş bir kitap olduğuna şahitlik ettiğimi yaz!…
Hz. Muhammed ümmî idi okuma yazma bilmiyordu. Bu yüzden onun bu sırrı kendi kendine keşfetmesi mümkün değildir. O halde bu sırrı ona bildiren Cenab-ı Allah’tır.” (İslam Meydan Okuyor s.251-253)
Allah Teâlâ’nın sırf gökyüzündeki sanat şaheserlerini inceleyen Hıristiyan bir bilim adamı, gördüğü muhteşem eser karşısında Allah Teâlâ’nın azamet ve kudretini fark ederek, ürperip titriyor Kur’an’dan öğrendiği tek bir hakikat karşısında hiç tereddüt etmeden imanını haykırıyor.
Bir ömür Allah Teâlâ’ya kulluk iddiasında bulunan bizlerin, Allah Teâlâ’nın ayetleri karşısındaki halimiz nasıldır, nasıl olmalı.
Rabbimiz kullarının ulaşmasını murad ettiği manevi kıvamı şöyle haber vermektedir:
“Müminler ancak Allah anıldığında kalpleri titreyen kimselerdir.” (Enfal 2)
Kâinattaki varlıkların yaradılışındaki hikmetleri temaşa edince de:
“… Ya Rabbi! Sen bunları boşuna ve abes yaratmadın; seni tesbih ederiz. Bizleri cehennem azabından koru!” (Al-i İmran 111) diye tefekkür ve niyazda bulunmalı.
Ziya Paşa:
“İdrak-i meâli bu küçük akla gerekmez
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez!”
diyerek ilahi sanat karşısındaki şaşkınlığını dile getirir. Ayrıca Rabbini de şöyle tenzih ve tesbih eder:
“Muazzam sanatı karşısında akılların hayrete düştüğü Allah’ı, bütün noksan sıfatlardan tenzih ve tesbih ederim!”
Üstad Necib Fazıl’da:
“Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış
Marifet bu gerisi yalnız çelik çomakmış.”
diyerek kula gerekli olan sanatın Allah’ı bulmak ve O’na kul olmak olduğunu gayet güzel ifade etmiştir.
Ahsen-i takvim üzere yaratılan insanın, bu güzelliğini ve mükemmelliğini koruması, ancak Allah Teâlâ’ya kul olma gayret ve çabası ile mümkündür. Aksi halde esfel-i safiline aşağıların aşağısına inecektir. Bu ise yaratılış amacından sapmanın en vahim neticesidir. Rabb’imiz bu hususu şu şekilde haber vermektedir:
“Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Fakat iman edip salih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır.” (Tin 3-6)
“O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır…” (Mülk 2)
Öyleyse:
“Gafillerden olma!” (Araf 205)
“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (Haşr 19)
“İnsan kendinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (Kıyame 36)
“Sizi boş yere yarattığımızı ve hakikatten huzurumuza geri getirilemeyeceğinizi mi sandınız?” (Müminûn 115)
İnsan bu ilahi emirleri bilip, hayatında gerçekleştirdiğinde, Allah Teâlâ’ya kulluk vazifesini yerine getirmiş ve O’na kul olmanın tadını almış olur. Aksi halde göz açıp kapayıncaya kadar bir ömür, oyun ve oynaşla, boş şeylerle tüketilip heba edilmiş olur.
Rabbimize kulluğu yerine getirirken, dikkat etmeniz gereken en önemli hususlardan biri de riyadır. Riya, tüm kulluk faaliyetlerimizi güneşin buzu erittiği gibi eritir ve tüm sermayemizi tüketebilir.
“İşte namaz kılanların vay haline ki, onlar namazlarından gafildirler, onlar riyakârların ta kendileridir.” (Maun 4-6)
İbadetlerinde, amel ve hareketlerinde, insanların övgüsünü kazanmak hevesiyle gösterişe kapılanlardır. Böyle kimseler ibadetleri başkalarının görüp duyması için yaparlar. Bol bol ibadet ediyormuş gibi görünerek salih kul olduğunu göstermeye çalışırlar.
Bunlar hakkında Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Kendinde olmayan şeyi var gibi göstermek, iki yalan elbise giymektir.” buyurmuştur.
İnsanların övgüsünü kazanabilmek için iyi insan sıfatına bürünmeye çalışmak sahtekârlık ve yalancılıktır.
Rabbimiz:
“Her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse salih ameller işlesin ve Rabbine yaptığı ibadette hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf 110)
Samimi ve akıllı müslüman kulluk faaliyetlerinde asla mürailik yapamaz. Âlimlerimiz riyaya şirk demişlerdir. Çünkü Allah Teâlâ’nın rızasının kastedilmesi gereken bir ibadette başka şeyler kastedilmiştir.
Ömer b. Abdülaziz, Muhammed b. Ka’b el-Kurazi’ye:
- Bana vaaz et demişti. O da cevaben
- Ben sana vaaz edemem. Çünkü ben bir fakir ile bir zengin arasına oturduğumda fakirden tarafa çekiliyor ve zenginin yerini genişletiyorum. Amel ise yalnız Allah’a itaatle olur ve ancak Onun rızası aranır. demiştir.
Allah rızası için Allah Teâlâ’ya kul olabilmek ne büyük bir muvaffakiyet ya Rabbi.