Al Abdestini, Ver Pabucumu!

Al Abdestini, Ver Pabucumu!

Bu makalemi kaleme alırken sanki içimde gün dönümünü yaşıyor gibiydim. Yeni şeyler yazıp çizmek geçti aklımdan. Nasıl olsa günler geceler durmaz geçiyor. Sermayem olan ömrüm bitiyor. Bülbüllere baktım efkan ediyor. Ey Gonca’m açıl mevsim geçiyor. Dost… Dost… Dost…

Bir zamanlar kadim dostumuz Nasreddin Hoca merhum, sütten kesilmiş kurbanlık ineğini satmak için pazara götürür, lakin müşterisi olmayınca satamaz ve hayvanı ahıra geri getirir. Bunu duyan celep bir komşusu: “Hocam müsaade et, ineğini ben satayım.” der. Hoca Rahmetullahi aleyh de: “Tamam dostum iyi edersin.” der. Bunun üzerine haftaya pazar yerine giden Nasreddin Hoca, tellallık yapan ahbabını dinler. Tellal dostunun “Ey Ahali! İşte bu gördüğünüz Sarıkız Bakara böyle ala tenli, şöyle etli butlu. Her sene doğuran, oğul sağına sağılan, günde 20 litre süt veren öyle bir civan!” diyerek bağırdığını dinler ve ikna olur. Usulca kulağına eğilerek: “Söylediklerin eğer doğru ise ineğimi geri ver arkadaş!” diyerek satmaktan vazgeçer.

Reklam ve pazarlamacılık işte böyle bir sanat ve hünerdir. Reklam, uyanık bir çocuğun anasını cilalayıp boyalayarak, talakı düşünen babasına tekrar gelin edip sarması gibidir. Reklam, bazen göze hitap eder, bazen gönle girer. Reklam, bazen akılları baştan alır, hafızalara yer eder.

Çift ile koyun, gerisi oyun.

Nasreddin Hoca misali bugün; tarım ve hayvancılık alanında çiftçi ve çobanların ürettikleri ürünlerini ve mallarını iyi pazarlayamadıkları için hasatları ve hâsılatları aracı tüccar, komisyoncular ve kabz-ı mallar tarafından acımasızca yarı yarıya paylaşılmaktadır. Devletler bu iki sınıfın giderlerini teşviklerle desteklese bile: “çift ile koyun, gerisi oyun” sözünün bir geçerliliği kalmamıştır. Bu durum sektörün sürekli gerilemesine sebep olmaktadır. Köylü milletin efendisi değil kölesi olarak görülmektedir.

Reklam, Fransızca bir kelimedir. Bir şeyi halka tanıtmak, beğendirmek ve böylelikle sürümünü sağlayıp gelir ve karını artırmak için denenen her türlü yola reklam denir. Reklam, herhangi bir kimseyi veya olayı açığa vurmak, ilan ve ifşa ederek meşhur olmasını sağlamaktır. Şöhret bir afet olsa da; şeyhi müridi uçurur sözü bunun için söylenmiştir. Reklam; duyuru, ilan, ilam, afiş, teşhir, sergi ve fuar anlamlarına da gelen bir faaliyettir. Günlük hayatta; ilan panosu, veraset ilamı, reklam afişi, teşhir sanatı, sergi sarayı, kitap fuarı, kıyafet defilesi ve kermesi gibi kelime ve deyimlerle sık sık karşılaşırız.

Reklamın kötüsü olmaz mı?

Her ajansın en az bir ajan ve bir ajandası vardır. Reklam ajanslarının amacı; kamuoyu oluşturmak, tüketici tercihlerini değiştirip yönlendirmek, herhangi bir şeyin reklamını yapmak, haber toplayıp yaymaktır. Sonra da çeşitli yazı, resim, CD vb. materyalleri kullanarak gizli, açık, sanal ve bilinçaltı reklamlar eşliğinde tanıtıcı reklam filmi ve reklam kuşağı hazırlamaktır. Ajan, ajans ve ajanda kelimelerinin özünde temsilcilik, işbirlikçilik, kışkırtıcılık ve daha ötesi casusluk vardır. Haber ve reklam ajanslarının alt yazılarına ve dip notlarına iyice dikkat etmek gerekir. Zira; reklam yoluyla bütün şeytanlıklar detaylarda gizlenmiş olabilmektedir.

Gerçekten bazı reklam ve haberler; izleyicileri baştan çıkartıcı, aldatıcı ve çılgınca davranışlara sevk edebilir. Hatta bu menfur yayınlar ajan provokatörlük yaparak koskoca bir toplumun ayaklanmasına sebep olabilir. Medyanın devlet yönetiminde sözde dördüncü güç olmasının arkasında ticari firma ve sektörden elde ettikleri reklam gelirleri vardır.

Şeytan bile, dünyayı ve kötülükleri reklam ederek, habis ve murdar işleri, hoş ve güzel göstererek aldatır ve saptırır. Hatta Ademoğullarını ve Havva ana kızlarını kötü emellerine alet ederek konu mankeni yapar. Kadınların cinselliklerini ön plana alarak erkek neslini baştan çıkarır. Toplumu fantezi, lüks, israf ve tüketim çılgınlığına sevk eder.

Para peşin, kırmızı meşin.

 

Bir zamanlar tamamen yerli üretim yapan bir lastik firmasının reklamındaki “Para peşin, kırmızı meşin.” diyen gayrimüslim bir esnafa söylenen “Bu banknotun bedeli Çanakkale’de şehitlerimizin kanıyla ödenecektir.” sözleri hala kulağımızda çınlamaktadır. Reklama konu olan hadise; Çanakkale Savaşı’nın son günlerinde Asteğmen Mehmed Muzaffer’in, silah ve mühimmat taşıyan araçlara lastik almak üzere İstanbul’a gönderilişi ve vatan için imkânsızın olmadığının öyküsüdür. Olay ve Mehmed Muzaffer gerçektir. Reklam tam bir tarihi arşiv niteliğindedir. Çanakkale Savaşı’nın 100’üncü yıldönümünde tüm şehitlerimiz ve Mehmet Muzaffer’in anısına, saygıyla armağan edilmiştir.

 

Reklam, tanıtım ve anket üzerine kurulmuş firma ve ajanslar, bir milletin popüler kültürüne hâkim sanatçı ve öne çıkan isimlerini tüketicilerin tercihlerini etkilemek için kullanmışlardır. Spot cümleler, spot lambalar ve malzemeler gibidir. “Güzel kızı anası övmez, komşusu över.” denilse de işin aslı öyle değildir. Reklam reklamdır. Bir milletin yeme-içme/mutfak kültürünü, kıyafet-giyim ve kuşamını değiştirirseniz arkası gelir. Bir toplumun demografik yapısı ve genel ahlakını öğrenmek için müzik, sanat, folklor ve reklamlarına bakmanız yeterlidir. Mesela; şu günlerde medya aracılığıyla sıkça kullanılan spot reklam ifade ve cümlelerine bakar mısınız?

Hay maşallah!

*Şimdi söz Kur’an’ın.

*Ramazan’da oh de.

*Sahurdan iftara kim tutar seni.

*Bayramınız şölen olsun.

*A’la değerlerimizi hala yaşatanlar var.

*Değerlerimize değer katıyoruz.

*Asla vazgeçme, yeter ki çalış.

*Biz en daha iyisini yapana kadar en iyisi bu.

*Belanı mı arıyorsun? Hayır, yetenek arıyorum.

Madalyonun arka yüzünden devam ediyoruz.

*Hoş geldin faizi.

*Çeklerim biçim biçim, beklerim vade için.

*Adına bakma, tadına bak.

*Kusura ve küsura bakmayın.

*Her gün bir avuç fındık iyi gelir.

*Atsan atılmaz, satsan satılmaz.

*İçindeki seni serbest bırak. Sen yaşamana bak. Hayat bildiği gibi gelsin.

*Kontrolsüz güç güç değildir.

*Pompa akıllandı, sen hala akıllanmadın.

En iyi reklam malın kendisidir.

Evet… İklim değişince bitki örtüsü değişiyor. Ağılda oğlak doğunca derede otu bitiyor. Pekmezi iyi kaynatırsanız sineği Bağdat’tan geliyor. “En iyi reklam malın kendisidir. En iyi referans da kişinin kendisidir.” deniliyor. Amma velâkin yine de reklamlar tüketici tercihini ve profilini etkiliyor. Şimşir tarağın kel müşterisi, kırık aynanın kör alıcısı oluyor.

“Cami, okul ve kışla duvarlarına, elektrik panosu ve trafik levhalarına, anayol kavşakları ve tramvay geçitlerine kısaca toplumun hayatını tehlikeye atan mekânlara reklam amaçlı ilan ve afiş yapıştırmak yasaktır.” denilse de gençler, artık aşklarını apartman duvarlarına sprey boyalarla ilan ediyor. Hey gidi dünya hey!

Sözü madem Nasreddin Hoca merhumdan açtık, yine onun bir hikâyesi ile bitirelim. Efendim, Hoca merhum böyle mübarek bir Ramazan günü Akşehir’e vaaz etmeye giderken yolda abdestini tazelemek için bir dere kenarına iner. Derenin ortasında abdest alırken birden yaz yağmurları ile yamaçlardan akan sel suları Hocanın dere kenarına çıkardığı pabuçlarını yavaş yavaş götürmeye başlar. Durumu fark eden Hoca merhum abdestini almıştır, lakin yeni aldığı bayramlık kundurası kaybolmak üzeredir. Durumu fark eder ve hemen oracıkta yelleme usulüyle abdestini bozar. Ağzından istemeyerek şu sözler dökülür: “Dere Efendi! Dere Efendi! Al abdestini, ver pabucumu!”

Millet olarak bizi 1957 yılından bugüne kadar Avrupa kapılarında bekletenlerin başını çeken ihtiyar kadına aynısını söylüyoruz: “Yaşlı Mama! Yaşlı Mama! Alın yeni elbiselerinizi, bize eski esvabımızı verin. Batı’nın soyhasını istemiyoruz.” Reklama ne hacet?

Anasına bak kızını, kenarına bak bezini… Mal ortada.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.