Ahmed Yesevî

Türkistan’da yetişen ve Orta Asya Türkleri arasında İslamiyet’i yayan büyük velî. İsmi, Ahmed bin İbrahim bin İlyâs Yesevî olup, Pîr-i Türkistan, Hazreti Türkistan diye de tanınırdı. Ahmed Yesevî Yesî’de doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1193 (H. 590) senesinde vefat etti. Kabri Yesf’dedir.
Mübarek babasından feyz alan Ahmed Yesevî hazretleri Arslan Baba hazretlerinin de talebesi idi. Onun kalplere hayat ve huzur veren sohbetlerine ve teveccühlerine mazhar olarak kısa zamanda yüksek makam ve derecelere kavuştu. Arslan Baba hazretlerinin vefatından sonra, onun manevî işareti ile Buhârâ’ya gitti. Orada ehlisünnet âlimlerinin en büyüklerinden Yûsuf-i Hemedânî’den manevî ilimleri tahsil etti. İnsanlara ilim öğretmek ve doğru yolu göstermekte ehil olduğunu bildiren icazet aldı ve onun halifelerinden oldu. Hocasının vefatından sonra bir süre Buhârâ’da talebe yetiştirmekle meşgul oldu.
Bir müddet sonra talebelerin terbiye ve yetiştirilmesini Yûsuf-i Hemedânî’nin en büyük talebesi olan Abdülhâlık Gücdüvânî hazretlerine havale edip Yesî’ye döndü. İnsanlara faydalı olmaya burada devam etti. Büyüklüğü ve kıymeti kısa zamanda Türkistan, Mâverâünnehir, Horasan ve Harzem’e yayıldı. Kendisinde, daha çocuk yaşta iken başlayan evliyalık hâlleri ve dereceleri git gide arttı. Zamanında bulunan âlimlerin ve evliyanın en büyüklerinden oldu. Hanefî mezhebinden olup, zahirî ve bâtıni bütün ilimlerde derin âlim idi.
Ahmed Yesevî hazretleri, vakitlerinin birçoğunu Allah Teâlâ’ya ibadet ve tâat etmekle, talebelerine zahirî ve bâtınî ilimleri öğretmekle geçirirdi. Kendisinin ve talebelerinin ihtiyaçlarını karşılamak için zanaatla uğraşır ve elinin emeği ile geçinirdi. Bu iş için az bir zaman ayırır ve bu kısa zaman içinde kaşık ve kepçe yapardı. Bir öküzü vardı. Bu öküzün sırtına bir heybe asar, içine de yaptığı kaşık ve kepçeleri koyardı, öküz pazara çıkar, isteyenler kaşık veya kepçe alırlar, ücretlerini yine heybeye koyarlardı. Ücretini vermeyen olursa, öküz o kimsenin peşini bırakmaz, her gittiği yere gider ücretini heybeye koymadıkça yanından ayrılmazdı. Öküz, akşam olunca, Hâce Ahmed hazretlerinin evine gelirdi. Hâce hazretleri heybedeki paraları talebelerinin ihtiyaçları için sarf ederdi.
Ahmed Yesevî hazretleri çocukluğundan itibaren, Rasulullah efendimizin sünnetine yapışmakta hiç gevşeklik göstermemiştir. 63 yaşına geldiği zaman, Rasulullah efendimize olan sıkı bağlılıklarından dolayı, bu yaştan sonra yeryüzünde bulunmayı münasip görmeyip, yer altında, kendisine mahsus, merdivenle inilen bir hücre yaptırmıştır. Bu durumu divanında şöyle anlatır:
Altmış üçte nida geldi: Kul yere gir;
Hem canınım, cananınım, canını ver.
Hû kılıcını ele alıp nefsini kır!
Yâ Rabbi! Dîdârını görür müyüm?
Kul Hâce Ahmed nefsi teptim, nefsi teptim;
Ondan sonra cananımı arayıp buldum,
Ölmeden önce can vermenin derdini çektim;
Ey Allah’ım! Dîdârını görür müyüm?
Mezara benzeyen bu hücrede vefatına kadar devamlı ibadet, taat ve Allah Teâlâ’yı düşünmekle meşgul oldu. Gelenlere ilmi burada öğretirdi. Kendisini vefat etmiş, kabre konmuş şekilde hissederek, huşu ile ibadetlerini yapardı. Burada evliyalık yolundaki makam ve dereceleri kat kat arttı.
Ahmed Yesevî’nin halifelerinden Seyyid Mensur Ata, Hâce hazretlerinin yer altındaki çilehane denilen hücresini görünce, önce çok üzüldü. “Herhâlde bu dar yerde çok sıkıntılı bir hâldedir.” diye düşündü. Bu düşünce içinde iken birdenbire, daracık zannettiği yerin bir ucunun Doğu, diğer ucunun da Batı’da olduğunu gördü. Bu hâl karşısında düşüncelerinin yersizliğini anlayıp, kendi kendine; “Allah Teâlâ, evliyasına sıkıntı çektirmez. İnsanların onları sıkıntı ve acı içinde zannetmeleri, hakikatte Allah adamları için nimettir. Saadet sahipleri görünüşte çok acı zannedilen o sıkıntılardan pek çok zevk ve tat alırlar, rahat gibi göründükleri zaman o tadı duymazlar. Allah Teâlâ, böyle bir kulu için, daracık hücreyi çok geniş yapar. Manevî bakımdan öyle lezzetler ihsan eder ki, zahir olarak çektiği sıkıntılar, o lezzetler yanında hiç kalır. Onun ruhu, zevk ve neşeden uçmaktadır. Vücudunu bin parçaya bölseler ne gam…” diye söylendi.
Ahmed Yesevî hazretlerinin zamanında Türkistan’a ilk Türk ve İslâm devletlerinden Karahanlılar hâkim idi. Hâce hazretleri Karahanlılar (840-1212) devrinde, İslâm dininin Seyhun boylarında ve ahalisi göçebe olan Kazak-Kırgız memleketlerinde kolayca yayılmasını sağladı. Nasihatlerini sade bir Türkçe ile söyleyip, yazdığı derin manalı veciz sözlerden müteşekkil “Hikmet” adlı şiirlerini de bir kitapta topladı. Sohbet tarzında ve sade Türkçe ile söylenen hikmetleri kısa zamanda Doğu’da Çin sınırlarından, Batı’da Akdeniz ve Marmara sahillerine kadar yayıldı. Şiirlerinin tamamı “Dîvân-ı Hikmet” adlı eserindedir.
Ahmed Yesevî’nin yol gösterici bir velî olarak başlıca gayesi; insanlara İslamiyet’i, tasavvuf esaslarını, tasavvuf yolunun adab ve erkânını anlatmaya çalışmak, İslamiyet’i Türklere sevdirmek ve Ehl-i sünnet yolunu yaymak ve yerleştirmekti. Dîvân-ı Hikmet’te, o dönemde kullanılan ve herkesin anlayabileceği sade bir lisân ile söylenmiş manzumeler vardır.
Bismillahla başlayarak hikmet söyleyip,
Taliplere inci, cevher saçtım işte.
Nice riyazetler çekip kanlar yutup,
Ben defter-i sâni sözünü açtım işte.
Kıta’sıyla başlayan Dîvân-ı Hikmet, esasında İslamiyet’i ve İslâm ahlâkını öğreten bir ahlâk ve din kitabıdır. Bu eserde; insanları Müslümanlığa teşvik edici, Muhammed aleyhisselam’ı öven, O’na tâbi olmakla çok yüksek derecelere kavuşan velilerin halleri anlatılır. Şiirlerde; Muhammed aleyhisselam’a ümmet olmanın büyük saadet olduğu, insanı saadet-i ebediyyeye kavuşturan İslamiyet yolunda bulunmanın kıymeti, Allah Teâlâ’yı ve O’nun dostlarını her şeyden çok sevmenin lüzumu, ahirete, cennet ve cehenneme inanmanın ve onlara hazırlanmanın ehemmiyeti, dünyanın geçiciliği, buradaki lezzetlere, zevklere, mal, mevki, görünüş ve gösterişlere aldananların zavallılıkları en güzel şekilde dile getirilmiştir. Herkes tarafından kolayca anlaşılan bu şiirler çok rağbet görmüş, kısa zamanda çok uzaklara kadar yayılmıştır. Ahmed Yesevî ayrıca, Anadolu’daki Türk edebiyatının yeşerip gelişmesine zemin hazırlamış ve Yunus Emre gibi şair dervişlerin yetişmesine sebep olmuştur. O, hikmetleri ile İslamiyet’e çok hizmet etmiş, binlerce insanın Müslüman olup, saadete kavuşmasına vesile olmuştur.
HİKMET
Hak kulları dervişler, hakikati bilmişler,
Hakk’a âşık olanlar, hak yoluna girmişler.
Hak yoluna girenler, Allah’ı zikir edenler,
Erenler izin tutup, Mal ü mülkten geçmişler.
Gönül verme dünyaya, sakın girme harama,
Hakkı seven âşıklar, hep helâlden yemişler.
Hâce Ahmed Yesevî’nin talebeleri; Seyhun ve Ceyhun boylarında, Harzem’de, Mâverâünnehir’de, Kazak ve Kırgız ellerinde, Doğu Türkistan’da, Ural ve İdil boylarındaki Başkurd ve Bulgar Kazan ülkelerine yayıldı. 13. asırda Moğol istilâsı sebebiyle Horasan’dan hicret eden Yeseviyye yolunun büyükleri, Azerbaycan ve Dağıstan’da Halvetiyye yolunun, Anadolu’da hakiki Bektaşilik yolunun kurulmasına vesile oldular.