Ah Şehadet Seni Sahabe Gibi Karşılayabilsem

Yarın savaş olsa ve ben savaşa katılsam. Karşıma güçlü biri çıksa, o çetin bir savaşçı olsa, ona sert bir şekilde saldırsam. Oda bana aynı şekilde saldırsa… Sonra beni öldürse, kulağımı burnumu kesse, sonra kıyamet günü Rabbimin huzuruna çıktığımda, “Kulağın, burnun neden kesik?” diye buyurduğunda, “Rabbim, senin ve Resulünün yolunda kesildi.” desem. O de “Doğrudur, Cahş bin Abdullah benim yolumda kesildi.” dese…
Ya da eşin dostun, hısım akrabanın dualarla gönderdiği dünya evine ilk adımı attığım mutlu yuvamda uyandığım ilk sabah gusletmem için hazırlanırken “hayyealel cihad” sedalarının kulağıma çarpmasıyla, içimdeki heyecanı bastıramayıp gusletmeyi bile unutarak, zamanın silahını kuşanıp cihad meydanlarına koşsam, yalın kılıç küffarın arasına dalsam, ilerlesem, ilerlesem, ilerlesem… Derken şahadet nasip olsa, beni de şehitlerin yanına defnetseler. Peygamber efendim beni meleklerin yıkadığını görse, sahabeden Ebu Said şehitlerin arasında beni bularak saçlarımdan yeni yıkanmanın verdiği ıslaklıklara şahit olsa… Hanzala gibi kararları uygulamakta gecikmelere fırsat vermesem.
O kutlu Nebi’nin sohbetlerine tüm aile efradımla katılsam. İlmek ilmek vahiy gergefiyle işlensem. İmanı her zerremde hissetsem, yaşasam. O can Nebi aleyhisselam’ın katıldığı her sefere katılsam. Deseler ki Uhud’da savaş olacak ama sen katılamazsın; özürlüsün, engellisin. Yürüyemezsin gitme! Kıskansam yavrularımın cihad ve şahadet arzularını. Çevrem, arkadaşlarım, gören herkes beni cihaddan alı koymak isterken, cennetime vesile olacak hayat arkadaşım, çocuklarımın annesi, cihada ve şahadete olan aşkımın kendisine olan aşkımdan daha ileri olduğunu bildiği halde, savaştan kaçtığımı söyleyerek bu sözleriyle beni tahrik etse. Taze bir abdestle, arınmış bir kalple iki rekât kıldığım namazdan sonra kalbimin ta derinliklerinden, sızlayan bir kalple ellerimi açsam. Ilık ılık akan gözyaşlarımla şahadet dilekçeme, beni herkesin cihaddan caydırma gayretlerine rağmen, Cemuh oğlu Amr gibi “Ya Rabbi! Bu cihada çıkışta beni evime döndürme.” desem.
Rabbime, sızlayan bir kalple yazdığım dilekçemi onaylatmak için ALLAH RESULÜ’NÜN huzuruna varsam. Cihad için savaşa katılmaya can attığımı bildirerek: “Topal bacağımla cennette girip dolaşmak istiyorum ya Rasulullah.” desem. O da mazeretimi beyan etse, ısrarım ve cihada katılamama korkumdan ellerim titrese, gözyaşlarıyla baksam kutlu Nebi’nin o mübarek gözlerine, ağzından çıkacak iki kelimeyle onaylandığını görsem savaşa katılmamın. Ve sevinçle, heyecanla haykırsam; “Allah’a yemin olsun ki cenneti, şehadeti arzuluyorum.” diyerek. Dalsam küffarın arasına ben önde, neslim arkada savaşsak Uhudlarda, Bedirlerde… Ve şehit olsam. Hayat arkadaşım beni önden gönderse cennete. Uhud’dan alsalar, Medine’ye defnetmek isteseler, deve geriye dönse. Medine’ye değil davamın şehitlerinin, şehitlerin şahı Hamza’nın yanına Uhud’a dönse deve…
Ve dualarımın kabul olduğuna herkes şahid olsa. ALLAH ve RESULÜ’NE, kutlu davama Cemuh oğlu Amr radiyallahu anh gibi gerçek aşkla bağlansam, bağlanabilsem…
Her peygamberin yaptığı bir işi yapsam mesela… Köyde yaşayıp koyun otlatsam. Yanımda yeğenim olsa Medine’ye varsam. İçimde yanan hasretle arasam Rasulullah’ı. Uhud’da kâfirlerle savaşta olduğunu söyleseler. Koşsam Uhud’a, kuşansam silahımı. Arasam Rasulullah’ı. O’nun sesini duysam birden. O ses yankılansa kulağımda “… cennette benimledir. Kim bunları dağıtır uzaklaştırırsa, cennette benimledir.” dediğini duysam. Gözüm kararsa, kılına zarar gelmesine razı olmadığım, olamayacağım Efendim’in önünde siper olsam. O yaşasın, O’na bir şey olmasın ama binlerce ben feda olayım uğruna diyerek savunsam Efendim’i. Yani Kabus oğlu Vehb radiyallahu anh olsam meydanlarda. Bütün gücümle saldırsam gruba ve Efendim aleyhisselam’ın etrafından uzaklaştırsam kâfirleri. İki, üç… derken şehid olsam efendimi savunurken. Sad bin Ebi Vakkas’tan duysanız ki, şahadetimden sonra peygamber, Kabus oğlu Vehb’in başucunda ayakta durdu ve şöyle buyurdu: “ALLAH SENDEN RAZI OLSUN, BEN SENDEN RAZIYIM.”
Ah sevda, bu kara sevda olmasaydı, sahabe sahabe olur muydu? Ve defnetse bizzat kendi eliyle Resul, toprağa verse, şehadet gülümsemelerimle veda etsem şu fani dünyaya. O güzelim amellerinden hiçbirini yapamadığım halde Hz. Ömer’i bile imrendiren bir ölümle veda etseydim sizlere, Efendim’in elleriyle toprağa konarak.
Bir sohbet ortamında olsaydım mesela. Bedir’de, bir çadırda otursak o sevdalımız Resulle.
Efendimiz “Kalkın.” dese, “Genişliği yerle gök arasından daha çok olan cennete doğru ilerleyin. O cennet muttakiler için yaratılmıştır.” buyurduğu anda olsam mesela. Sahabeden Hammam oğlu Umeyr’in yaptığı gibi ah çeksem. Efendim neden ah çektiğimi sorduğunda “Ya Rasulullah ben de o cennetliklerden olmak isterdim.” desem. Rasulullah “Sen de onlardansın.” buyursa. Bu cevaptan sonra çıkınımdan bir hurma çıkarıp yemeye başlasam cennet hayalleriyle. Bir anda şimşekler çaksa beynimde, “Bu hurmaları yemek uzun zaman alır. Nasıl beklerim bu kadar uzun zamanı?” diyerek fırlatsam hurmaları, kuşansam zamanın silahını, atılsam cihad meydanlarına, çarpışsam şehid olana dek. Resulün öğretisindeki davamın, şehadetin, cennetin kadrini bilerek…
Ah şehadet…
Zamanın Mute’lerinde Abdullah bin Revaha olsam, olabilsem keşke. “… İLERLEYİN, İLERLEYİN Kİ, İKİ MUVAFFAKİYETİN BİRİ BİZİMDİR.” diyerek motive etsem kendimi; ŞEHİDLİK VEYA ZAFER… Bir avuç kutlu insanların arasına katılıp milyonlarca muarıza karşı motive olabilsem. Ya da zamanın Mute’lerinde Cafer olabilsem. Atının ayaklarını, geri dönüşüm ve kaçış ümidim olmasın diye kesen Cafer. Sarılsam zamanın kılıcına, dalsam küffarın arasına. Alsam o sancağı, kirlenmiş ruhların ellerinden. Beni benle, beni inancımla vurmak için sancağımızı taşıyan sahtelere bırakmasam sevdamı. Sancağı sağ elime alsam mesela, sancak düşsün diyenler sağımdan saldırıp yaralayınca sol elime alsam, LA İLAHE İLLALAH diyerek. Onu da yaralasalar. Düşürmesem tevhid sancağını, göğsüme bastırarak. Hatta ağzımla sancağın yere düşmesini engellemeye çalışsam. Son nefese, son damla kanım akana kadar. Son nefesimde la ilahe illallah diyerek düşerken ben yere, Necmeddinler, Muhsinler, Ahmedler, Tayyipler alsalar sancağı, düşürmeseler yere. Cesedim şehid gardaşlarımın yanında bulununca doksan yara olduğunu saysalar sahabe gibi.
AH DAVA, AH ŞEHADET… ÜÇ GÜNDÜR BİR ŞEY YEMEYEN AMA BULDUĞU BİR KAÇ LOKMAYLA KARNINI DOYURAN ABDULLAH BİN REVAHA GİBİ OLABİLSEYDİM. Kardeşinin şehadetini duyunca sancak düşmesin diye koşarken yaralanan kolumu, zamanın silahını kullanırken engel oluyor diye ayağımı basıp koparabilseydim. İlerlerken düşmana doğru, tereddüt geçirmeme sebep olacak fısıltılara cevap verebilseydim. Deseydim ki Abdullah bin Revaha gibi “Ey gönül, hala geride neyi arzuluyorsun ki savaşmakta tereddütlü davranıyorsun. Karını düşünüyorsan bin defa boş olsun, kölelerini düşünüyorsan hepsi azad olsun, malını mülkünü düşünüyorsan hepsi Allah yolunda sadaka olsun.” diyebilsem. Bir kırabilsem, kurtulabilsem şu dünyanın çepeçevre kuşatmasından.
Ah şehadet…
Hangisine baksam her birinin davası uğruna nelerden vazgeçtiklerini göreceğim sahabe efendilerim, tâbiin efendilerim gibi bir olabilsem. Dünyaya değer vermeyip ahiret için gayret gösteren yıldızlardan birine tabii olup yolumun aydınlanmasını sağlasam. İşte o zaman kurtulmuş sayacağım kendimi. Rabbim yardım et.