Afet Duygusallığı

Afet Duygusallığı

Afetler Dünyanın devamı için Allah’ın insanoğluna sunduğu sürpriz olmayan felaketlerdir. Sünnetullah dediğimiz tabiat kanunlarının işleyebilmesi için afetler olmazsa olmaz sonuçlardır. Örneğin depremin dünya yerküresi için bir yenilenme olduğu gerçeği dikkat çekicidir. Tabi ki bu afetlerin bir kısmına insan eli sebep olmaktadır. İnsanın tabiatın gidişatına müdahil olması, hor davranması bir bozulmayı doğramaktadır. Bozulma ise sanki Allah eli ile bir düzletme gerektirmektedir.

Afetler tabiat Üzerinde değişimler meydana getirirken, insan yapısında da birtakım menfi tesirler bırakır. Felaketler Allah’ın azap vesilesi midir? Bu konu her afet sonucunda çokça tartıştığımız konulardandır. Her mümin başına gelen doğal felaketlerde öncelikle nefsini hesaba çeker. Geçmişini gözden geçirir. Yaptığı hataları ve işlediği günahların videosunu zihin ekranında yeniden seyreder. Hemen tövbe eder. Allah’tan özür diler. Hadisenin bir imtihan olduğunu düşünür. Bolluk anında unuttuklarını hatırına getirir. Allah’ın zikrine sığınır.  Bunlar Allah ile bağı olan her kalp sahibinin ilk planda uygulayacağı zaruri işlerdir. Gayet normaldir. Kur’an talebesi olan herkes ve sünnete az çok aşinalık kesp etmiş kişiler için zaten başka türlü düşünmek muhaldir.

İnancı zayıf ve mü’mince düşünme biçimi elde edemeyen felaketzedeler için de afetlerin ibret aracı olarak düşünme vesilesi olması oldukça yüksek bir ihtimaldir. Kendisi musibetlerden zarara gören, bir yakını kaybeden, ya da felaketin dehşetine şahit olan her inançsız ferdin düşünce okyanusunda bir yaratıcıya, İşleri düzenleyen, kâinatı yöneten bir varlığın kesinliğine mevcudiyeti düşüncesine doğru bir inanç fırtınası esmeye başlar. Ya da inançsızlığın boş olduğu, aklen imkânsız olduğu anlayışı kişinin zihnine alel acele hücum eder. Nitekim “Düşen uçakta ateist olmaz” deyişi, can boğaza gelirken Allah’ı tanıma ve Allah’ bağlanma isteğinin son derece arttığına bir işarettir.

Afet ve felaketleri yaşayan insanların dışında, musibeti fark eden, duyan ya da günümüzde olduğu gibi ekranlardan canlı takip eden düşünce sahiplerinde öncelikle elhamdülillah dedirten bir duygu belirir. Bir kurtuluş, bir tür ayakta kalış sevinci, üzüntüye rağmen   gittikçe artar. Zaman zaman empati yaparak öldüğünü tasavvur etme de gerçekleşir. Kişi kendisini normal zamanlardan daha çok hesaba- kitaba çekmeye gayret eder. Bu tür tavırlar elbette olması gereken insani ve imanî tezahürlerdir. Bunların dışında, ne var ki bilhassa ülkemiz dindarları arasında çok kullanılan argümanlardan birisi afetler sonucu zarar gören insanların, hangi sebepten dolayı bu hallere düştüğü sorgulamasıdır. Sosyal medyadan gördüğümüz birçok paylaşımda olduğu gibi çoğu insanın zihin döşeğinde bir musibetin, mesela bir depremin arkasında   yaygınlaşmış bir günah nedeni ile insanların helak olduğu anlayışı yatmaktadır. Gerçekten öyle midir? Ülkemizde gerçekleşen asrın felaketi, zinanın artması, haramların alenen işlenmesi, içkinin çok içilmesi sonucunda mı oluşmuştur? Sorulara vereceğimiz cevap geleneksel olarak ana-baba dan öğrendiğimiz Allah anlayışına göre “evet” olacaktır. Amma velakin diğer taraftan lazer ışını gibi idrakimize hücum eden sorulara nasıl cevap verebiliriz! Kur’an ne der bu konuya? Evvela depremde ölen insanların günah skalasını nereden biliyoruz ki Allah onları günahları sebebi ile elim bir azaba uğrattı diyebilelim! Sonra biz neden kurtulduk! Kurtulmanın sevinci ile sebepler konusunda nasıl ahkam kesebiliyoruz! Üstelik bu gibi düşüncelerle kendini avutarak, kurtuluş sevincine kapılan insanlar günahsız mı? Öte taraftan zinanın daha çok olduğu hatta neredeyse insanları hayatını haramların esir aldığı Batı ülkelerindeki insanları Allah neden bir felaketle helak etmiyor da dindarların yoğun olduğu bilinen şehirlerde binlerce insan ölüyor! Efendim onlar kafir. Peki Allah mümini günahından dolayı cezalandırırken; neden daha büyük günah sebebi ile kafirleri azaplandırmıyor!

Duygusallık insanı bencilleştirir. Burada duygusallaşan insan deprem sonucu ahirete irtihal edenleri ya da zarar görenleri bir acıma ve kader kalkanı ile koruma altına alırken, kendisini hem günahsız kabul ediyor hem de Allah’ın felaketlerine duçar olmayan şanslı(!)  kul mesabesinde tutuyor.

Kur’an’da geçmiş ümmetlerden bir kısmı felaket ve afetlerle terbiye edilmiştir. Lakin bu sıradan ve habersiz aniden geliveren bir afet şeklinde olmamıştır.  Allah Teâlâ azgın ve günahkar kavimlere önce peygamber göndermiş, tebliğe aldırmayan topluluklara peygamberler Allah’ın cezalandırma tehdidini sunmuşlardır. Yine aldıramazlarsa tekrar yapılan bir ikaz sonucunda durum hala değişmiyorsa bu sefer felaket gelmiştir. Pompei halkının deprem ve yanardağ patlaması sonucu helak olması buna güzel bir örnektir. Tarih boyunca bu azaplandırma şekli dışındaki bütün afet ve felaketler tabiatın kanunlarının Allah tarafından uygulanması sonucu varit olmuştur. O halde Allah’ın rahmeti yerine gazabını öne çıkartma duygusallığını terk etmek gerekmez mi?

Konu buralara kadar gelmişken depremi nasıl anlamalıyız? Bir nebze dalalım meseleye. Deprem öncelikle başta izah ettiğimiz gibi Allah’ın Sünnetullah dediğimiz kanunları uygulaması sonucu ortaya çıkar. Burada tesadüfe asla yer yoktur. Yaratan Allah’tır. Sonuçta deprem bir musibettir. Lakin azaplandırma sebebi değildir. Peki sebep ve sonuç bakımından depremlerin düşünce tarafı hiç yok mudur? Tabi ki var. Hatta her felaket bir ibret levhası doğurur. Esas önemli olan duygusallığı ibret için yoğunlaştırmaktır. Afet ve felaketler insanın acziyetini ortaya çıkartan en önemli vesilelerdir. Her bakımdan ibret alınmalı ve ibreti, hem madden hem manen tedbire çevrilmelidir.

Afetlerden her bakış açısı kendine göre bir ibret levhası üretir. Yaşlılar ahirete yönelik düşünce derinliklerinde ibret almaya çalışırken; çocuklar ve gençler daha ziyade dünya hayatını anlama ve ahiret duygularını geliştirmeye yaracak ibret vesikalar üretir. Depremde yakınlarını kaybeden çocuk ve gençler hayatta kalabilme sevinci ile ayakta kalabilirler. Öbür yandan felaketler sonucunda İnsan nimetlerin daha çok farkına varır. Sahip olduğu nimetlerin bir kısmını kaybetmenin diğer nimetleri daha çok hatırlamasına da vesile olur. Felaketler sonucunda kişiler zihnen bir tecdid-i hayat Yaşarlar. Felaketi dışarıdan takip edenler ise duygusallığın zirvesinde bir halet-i ruh ile felaketzedelere evini, ocağını açar ve şahsiyet olarak başka bir insan için yurt olmaya kolayca ikna olur.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.