CİHAD DERSLERİ- Kubbetü’s-Sahra

CİHAD DERSLERİ- Kubbetü’s-Sahra

Dünya üzerinde çok şehir vardır ama Mekke, Medîne ve Kudüs şehirlerinin Allah indindeki ve Müslümanlar nezdindeki yerleri ayrıdır. Mekke, dünyanın merkezidir; çünkü Beytullah yani Allah’ın evi olan Kâbe oradadır. Medîne, Peygamber efendimizin şehridir. Asıl adı Nebî’nin şehri mânâsına gelen Medînetü’n-Nebî iken, muzâfun ileyh hazfedilerek geriye muzâf kalmış ve şehrin adı Medîne olarak meşhur olmuştur. Kudüs, Yüce Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de çevresini mübârek kıldığını beyan ettiği bir şehirdir. Bu üç şehirde önemli üç mescit vardır. El-Mescidü’l-Haram Mekke’de, Mescidü’n-Nebî Medine’de, el-Mescidü’l-Aksâ da Kudüs’tedir. İnsanın vücudundaki kalp gibi, bu üç mescidin de kendi içlerinde kalpleri vardır. Kâbe el-Mescidü’l-Haram’ın kalbi, el-Kubbetü’l-Hadrâ Mescidü’n-Nebî’nin kalbi, Kubbetü’s-Sahra da el-Mescidü’l-Aksâ’nın kalbidir.  

El-Mescidü’l-Aksâ, yüz kırk dört dönümlük arazi üzerine kurulmuş bir külliyedir. Bu külliyenin içindeki binalardan biri de Kubbetü’s-Sahra’dır. Kubbetü’s-Sahra denilince insanlar, sahra kubbesi veya çöl kubbesi gibi bir şey anlıyorlar. Diyeceksiniz ki, bunun böyle olduğunu nereden biliyorsunuz? Filistin olayları münasebetiyle verdiğimiz konferanslarda, yaptığımız sohbetlerde ve anlattığımız derslerde dinleyicilere Kubbetü’s-Sahra ne mânâya gelir diye soruyorum. Aldığım cevaplar beni bu yazıyı yazmaya sevk etti.

Arapça ‘kubbe’ ve ‘sahra’ kelimelerinden meydana gelen bu izâfet terkibi yani isim tamlaması bir binanın adıdır. Kubbenin ne demek olduğunu herkes bilir. Burada bilinmeyen, kaya mânâsına gelen ‘sahra’ kelimesidir. O zaman bu terkip Türkçeye ‘kayanın kubbesi’ diye tercüme edilir. Kayanın kubbesi, el-Mescidü’l-Aksâ külliyesi içerisinde, sekizgen kasnak üzerine oturulan altın sarısı rengindeki kubbedir. Bu kaya, Hz. Peygamber efendimizin miraç gecesinde üzerinden semâya yükseldiği kayadır. Bu kaya halk arasında da ‘muallak taşı’ olarak bilinir. Bu kubbeyi Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervân yaptırmıştır. Kubbetü’s-Sahra, İslâm mîmârisinin bilinen ilk kubbeli eserlerindendir.

Binanın üzerinde bulunduğu kutsal kaya (sahra, el-hacerü’l-muallak) rivâyete göre Hz. Mûsâ (a.s.)’ın kıblesidir. Ayrıca Hz. Peygamber efendimizin, kıble değişikliğiyle ilgili âyetler gelinceye kadar namaz kılarken yöneldiği Kudüs’ten maksadın da işte bu kaya olduğu söylenir. Kayanın altında biraz boşluk vardır. Bu sebepten dolayı bu kayaya havada asılı mânâsına gelen “el-hacerü’l-muallak” yani “muallak taşı” denilmiştir.

Bazı İslâm tarihi kaynaklarında bu kaya Beytü’l-Makdis olarak tarif edilir. Hz. Ömer, barış yoluyla Kudüs’ü ele geçirince Kâ‘b el-Ahbâr’ın delâletiyle yahûdîler tarafından çöplük haline getirilen kayanın yerini bulup temizletmiş, bizzat kendisi de eteğinde toprak taşıyarak bu çalışmaya katılmıştır. Kaya, en geniş yeri 17,70 m., en dar yeri 13,50 m. olan ve altında yaklaşık 1,50 m. yüksekliğinde, yontularak düzeltilip genişletilmiş, 4,50×4,50 m. boyutlarında bir oyuk (mağara, mahzen) bulunan gayri muntazam yarım daire şeklinde bir kaya uzantısıdır. Kayanın altındaki mağaraya, Kubbetü’s-Sahra’nın güneydoğu pâyesinin yanındaki 1 m. çaplı bir oyuktan on bir basamaklı bir merdivenle inilir. Burada bulunan düz bir mermer blok üzerine işlenmiş mihrap, ilk olma özelliğiyle İslâm sanat tarihi açısından büyük bir önem taşımaktadır. Kubbetü’s-Sahra mescidden çok bir ziyaretgâh olarak planlanmıştır.

Kubbetü’s-Sahra’nın yapımına 66/685-86 yılında Abdülmelik b. Mervân’ın görevlendirdiği Recâ b. Hayve ile Yezîd b. Sellâm tarafından başlanmış, inşaat 72/691’de tamamlanmıştır. Daha sonra Abbâsî halifesi Me’mûn, 126 m. uzunluğunda lâcivert zemin üzerine altın yaldızlı kûfî mozaik kitâbedeki Abdülmelik’in adını sildirerek yerine kendi adını yazdırmışsa da 72 tarihini olduğu gibi bırakmıştır. Kıyâme, Saûd (Anastasis) kiliseleri ve Busrâ Katedrali gibi Suriye ve Filistin’de mimari gelenek haline gelmiş sekizgen yapılardan esinlenilerek inşa edilen binanın planı, köşeleri merkezî bir daireyle sınırlanan, ortalı bir şekilde iç içe geçmiş iki karenin kenarlarının uzatılıp köşelerinin birleştirilmesiyle elde edilmiştir. Merkezî daire, üzerinde on altı pencere açılmış kubbe kasnağını taşıyan, kemerlerle birbirine bağlanmış dört pâye ve aralarında bulunan üçerden toplam on iki sütunla sahreyi çevreler. Pâyeler, dışarıdan da belli olacak şekilde 20,44 m. çapındaki kubbenin başlangıcına kadar devam etmektedir. Pâyelerle sütunlar üzerine oturan yirmi dört kemer örtüye gerekli desteği sağlar. Kemerler değişik tarzlarda devşirme sütun başlıklarına doğrudan oturmaz.

Korent-kompozit başlıklı antik sütunlar arasına kabartma süslemeler yapılmış altın yaldızlı bronz levhalarla kaplı kalın kirişler yerleştirilmiştir. İç sekizgeni kaplayan pembe taş, cam ve sedef mozaiklerde altın yaldızlı zemin üzerine mavi ve yeşilin hâkim olduğu yirmi beş çeşit renk bulunmaktadır. Dekorda yer yer Bizans ve Sâsânî etkisi gösteren zeytin, hurma ve badem ağaçları, bambu demetleriyle akant ve asma yaprakları, bereket boynuzları, vazo, sepet, çiçek, kozalak, meyve ve mücevher kompozisyonları göze çarpar. Orta sekizgenin dış frizinde mozaik kûfî hatla yazılmış yazı kuşağında besmele, kelime-i tevhid, Hz. Peygamber’e salavatla ilgili Ahzâb sûresinin 56. âyeti, İsrâ sûresinin 111. âyeti, İhlâs sûresi ve binanın yapımıyla ilgili kitâbe, iç frizinde ise Hz. Îsâ’ya salât, teslîsi ve hıristiyan inancını reddeden Âl-i İmrân sûresinin 18-19, 51. ve Ahzâb sûresinin 56. âyetleriyle Ehl-i kitaba dinde aşırı gitmemelerini ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyler söylememelerini emreden Nisâ sûresinin 171-172. âyetleri yer almaktadır.

İri blok taşlardan yapılmış olan 1,30 m. kalınlığındaki dış duvarların yüksekliği 9,50 metredir. Bir siperlikle nihayetlenen dış duvarın her cephesinde üstte yarım daire kemerle kapatılmış yedi uzun, dar ve oyulmuş panel bulunmaktadır. Bunlardan köşelere gelenler sağırdır; diğerlerinin üst kısımlarına ise birer pencere açılmıştır. Mekân, sekiz cephedeki kırk ve kubbe kasnağındaki on altı pencere ile aydınlatılmaktadır. Pencerelerdeki dış duvar dekorunun devamı niteliğindeki çini ızgaralar binanın fazla ışık almasını engeller. Dış duvarlar alttan 4,44 m. yüksekliğe kadar farklı renk ve desenlerdeki mermer plakalarla, daha yukarısı ise siperlik dahil çinilerle kaplanmıştır. Ayrıca kubbe kasnağı da çinilerle kaplıdır; burada bir de İsrâ sûresinden âyetlerin yer aldığı sülüs bir yazı kuşağı bulunmaktadır. Üst pencerelerin kenarlarını süsleyen çiniler Kanûnî Sultan Süleyman dönemine aittir.

Tamirler sırasında rastlanan kalıntılardan buraların daha önce mozaikle kaplı olduğu anlaşılmıştır. Siperliğin üst kısmında sülüs hatla yazılmış Yâsîn sûresini içeren çini bir yazı kuşağı bulunur; kitâbesinde 1293/1876 tarihi ve Hattat Mehmed Şefik ismi okunmaktadır. Siperliğin hemen altına her duvarda pencere aralarına gelecek şekilde altışar çörten yerleştirilmiştir. Dış sekizgenin ana yönlere gelen duvarlarına, üstlerinde birer pencere bulunan 2,80 m. genişliğinde ve 4,30 m. yüksekliğinde dört kapı açılmıştır. Bunların adları kuzeyden itibaren sırasıyla Bâbü’l-cenne, Bâbü’s-silsile (Bâbü İsrâfîl, Bâbü’n-nebî Dâvûd), Bâbü’l-kıble ve Bâbü’l-garb’dır. Diğer kapılardan farklı olan kıble kapısında duvara paralel şekilde dizilen sekiz sütun üzerine oturtulmuş bir saçak bulunmaktadır. Bu kapıdan girince sağda kıble duvarı üzerine yerleştirilmiş bir mihrap ve kapının karşısında orta dairenin kenarında mermer direkler üzerine oturtulmuş müezzin mahfeli (dikke) yer almaktadır.

İç mekânın tavanında bir dizi sundurma ve kirişe yer verilmiştir. Birbirine çok yakın olarak bir yelpaze gibi açılan bu kiriş ve sundurmalar ara desteklerle kubbe kasnağına kadar devam eder. İnce ahşapla kaplanan tavanda üçgen ve dörtgen şeklinde dekor alanları oluşturulmuş, buralar serpme yıldızlarla ve dairevî girift arabesk madalyonlarla süslenmiştir. Tezyinatta yer yer alçı, boya ve yaldız kullanılmıştır. Dışarıdan binaya bakıldığında 2,60 m. yüksekliğindeki siperliğin görülmesini büyük oranda engellediği çatı kurşunla kaplıdır. Çift cidarlı ahşap kubbe, düzgün açı ve aralıklarla kasnağın üstüne yerleştirilen ahşap latalar üzerine oturtulmuştur. Kubbe tabanında yer alan küçük bir kapı iki cidar arasına geçme imkânı verir. 1448’de buraya güvercin tutmak ve yumurta toplamak için giren çocuklar yangına sebep olmuş, 2500 dinar harcanarak yapılan onarımda 36 ton kurşun levha kullanılmıştır. Kubbe başlangıcının zeminden yüksekliği 20,40 m., tepe noktasının yüksekliği 35,30 metredir; aleminin boyu ise 4,10 metredir. Geçmişte üzeri kurşun ve altın kaplamalı veya sade bakır levhalarla örtülen kubbe günümüzde nitrik asitle sarartılmış altın görünümlü alüminyum plakalarla kaplıdır. Kubbenin iç tezyinatında alçı sıva, boya ve yaldız kullanılmıştır; arabesk motifler merkezden aşağıya doğru halkalar halinde genişleyerek açılır.

Geç Antik sanatla erken Bizans ve İran sanatlarının uyumlu bir şekilde uygulanması Kubbetü’s-Sahra’yı dünyanın en güzel yapılarından biri haline getirmiştir. Bina güzellik ve heybet açısından çok üstün niteliklere sahiptir. Tezyinatta Bizans, İran ve Arap desenleri harmanlanmış durumdadır. Kanûnî Sultan Süleyman’ın imarından sonra buna Türk çinileriyle diğer süsleme unsurları da eklenmiştir. Bina merkezî planlı bir yapı olması bakımından İlkçağ sonlarında ve Ortaçağ hıristiyan mimarisindeki merkezî planlı yapılar geleneğinin İslâm mimarisinde daha ihtiyaca cevap verecek şekilde uygulanışının bir örneği sayılmaktadır.

Kubbetü’s-Sahra, Kudüs’ün Haçlılar tarafından işgali sırasında Templum Domini adıyla kiliseye çevrildi ve çeşitli değişiklikler gördü. Haçlılar kaya üzerine sunak inşa ettiler; binanın içine ve kayanın altındaki mağaraya ikonlar koydular; kubbedeki alemin yerine büyük bir haç diktiler; binanın kuzey kısmına hıristiyan vâizler için hücreler ilâve ettiler. Haçlılar kayaya karşı aşırı bir saygı gösterdiler; bazen ondan bir parça alıp memleketlerine götürüyor, kiliselerinde rölik olarak saklıyorlardı; bazen de din adamları ondan parça koparıp ağırlığınca altın karşılığında satıyorlardı. Haçlı kralları bunun önüne geçmek için kayanın üzerini mermer kaplattılar. Daha sonra Kudüs’ü yeniden fetheden Selâhaddîn-i Eyyûbî, bu mermerleri ve kayanın etrafındaki demir ızgaralar dışında Haçlılar’dan kalan her şeyi kaldırdı.

Kubbetü’s-Sahra, tarihi boyunca bölgeye hâkim olan hemen her hükümdardan büyük ilgi ve saygı görmüş, özenle tamir ettirilmiştir. Bilhassa Eyyûbî sultanları kendi elleriyle kayanın tozunu alır, mescidi süpürür ve gül suyu ile yıkarlardı. Bunlardan el-Melikü’l-Azîz Osman sahrenin etrafına ahşap bir korkuluk yaptırdı. Memlükler’den I. Baybars 1270’te yıkılan kısımları tamir ettirdi ve dış duvar mozaiklerini yeniledi. 1318’de Muhammed b. Kalavun kubbenin içini altın yaldız ve mozaiklerle yeniden dekore ettirip dışını da kurşunla kaplattı. Berkuk güney kapıdan girince göze çarpan mahfeli yaptırdı; el-Melikü’z-Zâhir Çakmak yıldırım düşmesi sonucu yanan kubbesini onarttı. Kayıtbay ise kapılarını üzerlerine kabartma motifler işlenmiş bakır levhalarla kaplattı.

Osmanlılar zamanında Kanûnî Sultan Süleyman tarafından çok köklü biçimde tamir ettirilmiş ve harap olan dış mozaik kaplama çinilerle değiştirilerek pencerelere alçı revzenler yerleştirilmiştir. İmar faaliyeti III. Murad, I. Abdülhamid, II. Mahmud, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid tarafından da devam ettirilmiş, özellikle II. Abdülhamid büyük masraflarla zemine değerli İran halıları döşetmiş, ortaya görkemli bir kristal avize astırmış ve eskiyen çinileri yeniletmiştir. 1948 Eylül ve Ekim aylarında atılan bombalardan kuzeybatı pencereleri zarar gören Kubbetü’s-Sahra, bugün de zaman zaman Filistinliler ile İsrail askerlerinin çatışmaları sırasında tehlikeli durumlara düşmektedir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.