İslam’ın İlk Döneminde Ümmilik Ve Okuryazarlık

İslam’ın İlk Döneminde Ümmilik Ve Okuryazarlık

Sözlükte genel kabul olarak “anne” anlamına gelen ümm kelimesine nispet edilen ümmî kavramı “okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş; az konuşan, konuşurken hata yapan kimse” demektir. Bu durumda “annesinden doğduğu gibi kalmış, tabiatı bozulmamış, sonradan okuma yazma öğrenmemiş” anlamına gelir.

Dilciler kelimenin bu manayı kazanmasını, Arap toplumunun Kur’an’ın nazil olduğu dönemde genelde okuma yazma bilmeyenlerden meydana gelmesiyle açıklamaktadır.

Ümmî, Kur’an’da iki yerde Hz. Peygamber’in bir vasfı şeklinde kullanılırken genel olarak Araplar kastedilerek de kullanılmıştır.

Ümmî, hadislerde de “yazı yazmayı bilmeyen, tahsil görmemiş kimse” anlamında geçer. Bunlardan birinde Efendimizin, “Biz ümmî bir topluluğuz, yazı yazmayız ve hesap yapmayız” sözü nakledilmiştir (Buhari, Müslim).

Hz. Peygamber’in ümmîliğinin kelimenin “okuma yazma bilmeme, eğitim almamış olma” biçimindeki anlamına uygunluğu konusunda müfessirler arasında görüş ayrılığı yoktur. Tahsil görmemiş bir ümmî iken Kur’an gibi bir kitap getirmiş olması onun bir mucizesi kabul edilir. Bu sebeple başkaları için bir eksiklik sayılan ümmîliğin Rasul-i Ekrem için bir meziyet kabul edildiği vurgulanır.

Efendimizin vazifelendirildiği dönemde Arap toplumunda bugünkü anlamda yazı yoktu. Dolayısıyla buna bağlı olarak yazılı kitap, okul, öğrenci, öğretmen gibi kavramlar ve sosyal hayatta karşılıkları da yoktu. Geçmiş dönemlerdeki bilgiler dilden dile ve ezber yolu ile aktarılırdı. Kur’an indirilinceye kadar, hatta Efendimizin vefatına kadar bunlara ihtiyaç da duyulmamıştı.

Yazı olarak değerlendirebileceğimiz şey ezberde/hafızada bulunan şeyleri hatırlamak için kullanılan az sayıdaki ‘işaret’lerden ibaretti. Ses çeşitliliği çok fazla olan Arapça yaklaşık on civarında harfle yazılabiliyordu. Bu nedenle yazılan metni ezberinde tam olarak bulundurmayanların sağlıklı okuması mümkün değildi. Bu yazıya vakıf olan fazla kimse de yoktu.

Efendimize Hira mağarasında Cebrail “oku” dediğinde, “ben okuma bilmem” demişti.

“Yaratan Rab adına oku!” emri ile birlikte ilahi vahiyi okuyabilme kabiliyeti ona öğretildi.

“Sana Kur’an’ı okutacağız ve sen onu asla unutmayacaksın.”(A’la, 6)

“(Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur’an’ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu haberleri) elbette bilmeyenlerdendin.” (Yusuf, 3)

“Allah sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.” (Nisa, 113)

Peygamberimize yöneltilen ‘oku’ emri, yazma ve okuma emri değildi. Çünkü O hayatının sonraki devrelerinde de ‘okuyup yazmamış’tır. Öğretilen bu ‘okuma kabiliyeti’ ilahi mesajın Yaratan Rab adına okunup insanlara ulaştırılmasından ibaretti.

Peygamberimizin vefatı ile birlikte Müslümanların hükmettikleri toprakların çoğalması, Arapça bilmeyen milletlerin egemenlik altına alınması ve çoğunun Müslüman olması sebebi ile ‘herkesin aynı şekilde okuyup yazabileceği’ bir yazı ihtiyaç haline geldi. Bu durum hem devletin resmi yazışmaları hem de Kur’an’ın ve dolayısıyla dinin mesajlarının toplumun çeşitli kademelerine daha da önemlisi yeni nesillere aktarılabilmesi için hayati bir önem taşıyordu.

Bu ihtiyaç ilk olarak Hz Ebubekir döneminde savaşlarda Kur’an’ı ezberlerinde bulunduran çok sayıda sahabenin şehit olması ile hissedildi ve Hz Ömer tarafından dillendirildi. Bu süreçte bir adet ‘Ana Mushaf’ teşekkül ettirilerek koruma altına alındı.

Hz Osman döneminde devletin çok genişlemesi ve yeni bir neslin ortaya çıkması ile birlikte yazı sorunu daha önemli hale geldi. Yetersiz işaretlerle yazılan yazıların ve metinlerin çok değişik şekillerde okunmaya başlanması üzerine Halife Hz Osman, Ana Mushaf’ı ve Kureyş lehçesini esas alarak yeni nüshalar hazırlattı ve eyalet merkezlerine gönderdi. O döneme kadar yazılı bulunan bütün Kur’an parçalarının ve yazılı metinlerin imha edilmesi emrini verdi.

Efendimizin vefatından sonraki yaklaşık 80 yıl yazı problemi devam etti. Zaman zaman ortak bir okuma yazma yazısı oluşturma çabaları olsa da miladi 700’lerin başında Irak valisi Haccac’ın çabaları ile harflerin üzerlerine veya altına noktalar konularak bugünkü harfler ve yazı teşekkül etti. Haccac da Hz Osman gibi Kur’an’ı yeni yazı ile yazdırıp çoğalttı ve bütün eski nüshaları toplatıp imha ettirdi.

Sahabe ve tabiin neslini içine alan süreçte toplum alışkanlığı ve sağlıklı yazı olmaması sebebiyle birkaç kişisel not haricinde bugünkü anlamda yazılı eser bulunmamaktadır. Bu dönemde Kur’an ve Hadis eğitim öğretimi hoca ve talebe arasında karşılıklı okuyarak ve dinleyerek ezberleme şeklinde yapılırdı (arz ve sema).

Ezberde belli bir seviyeye gelen öğrenciye yazma izni hocası tarafından verilir, ezber tamamlandığında ise yazılı metinler başkasının eline geçerek ihtilaf konusu olmaması için yaktırılırdı.

Yazının tam anlamı ile teşekkül etmesinden sonra önceki nesillerden intikal eden bilgilerin aktarma zincirleri (sened) belirtilerek derlenmesi ile birlikte yazılı eserler dönemi başladı. Böylece İslam Tarihi’nde yeni bir dönem başlamış ve ‘ümmi’ dönem sona ermiş oldu.

İslam’ın o dönemde özellikle Afrika ve Asya’da ümmi milletler içerisinde hızla yayılması, okuryazar olan ve önceki dönemden yazılı kaynaklara sahip Yahudi ve Hıristiyanlar arasında az kabul görmesi de ilginç bir not olarak zikredilebilir.

“O, ümmilere, içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler” (Cuma, 2)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.