KUR’AN İKLİMİ- Allah Katında Tek Üstünlük Ölçüsü Takvadır

Allah Teâlâ, Âl-i İmrân Sûresi 13. âyette şöyle buyurmaktadır:
إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ﴾ ﴿ “…Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.”
Yüce Allah, bu âyette işaret edildiği üzere üstünlüğün tek ölçüsünün takva olduğunu belirtmiştir. Takva kelimesi Arapça, وقى “veka” kökünden türetilmiş olan “sakınmak, korunmak” gibi anlamlara gelen bir isimdir.[1] Terim olarak takva ise, “dinin emir ve tavsiyelerine uyma, yasak ve günahlardan sakınma hususunda duyarlı olma” anlamına gelmektedir. Takva sahibi duyarlı kişiye muttakî denilir.[2]
Bir gün Hz. Ömer, Übey b. Ka’b adındaki sahabiye, “Takva nedir?” diye bir soru sorar.
Übey b. Ka’b da ona: “Hiç dikenli bir yolda yürüdün mü?” diye sorduğunda,
Hz. Ömer (r.a.): “Evet, yürüdüm.” diye cevap verir.
Übey b. Ka’b: “Peki, ne yaptın?” diye sorduğu zaman,
Hz. Ömer (r.a.): “Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün gücümü sarfettim!” cevabını vermiştir.
Bunun üzerine Übey (r.a.): “İşte takvâ budur!” buyurmuştur.[3]
Hz. Ali (r.a.) ise takvayı şöyle tarif etmiştir:
اَلْخَوْفُ مِنَ الْجَلِيْلِ، وَالْعَمَلُ بِالتَّنْزِيْلِ، وَالْقَنَاعَةُ بِالْقَلِيْلِ، وَالْاِسْتِعْدَادُ لِيَوْمِ الرَّحِيْلِ اَلتَّقْوَى؛
“Takva; Celîl olan Allah’tan korkmak, Kur’ân-ı Kerîm’in buyruklarıyla amel etmek, aza kanaat etmek ve göç gününe hazırlanmaktır.”[4]
İnsanlar genellikle, soy-sop, mal-mülk, makam-mevki, gençlik, sağlık ve sıhhat gibi özellikleriyle birbirlerine üstünlük taslarlar. Hâlbuki soy-sop bir üstünlük ölçüsü olamaz. Çünkü insanlar anne-babasını, soyunu sopunu kendileri seçmemektedirler. Bu tamamen Allah Teâlâ’nın takdiridir. İnsanın kendi elinde olmayan, kendi tercihine bağlı olmayan özelliklerinden dolayı üstünlük taslaması ve diğerlerini aşağılaması asla doğru değildir.
İnsanlar arasındaki diğer üstünlük ölçüleri olan; mal-mülk, makam-mevki, gençlik, sağlık ve sıhhat gibi sebepler de gelip geçici özelliklerdir. İnsan bugün zengin olabilir ama yarın fakir duruma düşebilir. İnsan bugün makam-mevki sahibi olabilir ancak makam-mevki de gelip geçicidir, sürekli değildir. Bunun için atalarımız “Mahkeme kadıya mülk değildir.” demek suretiyle bu hakikati dile getirmişlerdir. Gençlik, sağlık ve sıhhat de gelip geçici bir özelliktir. Bunlardan hiçbiri insanın diğer insanlara karşı övünebileceği gerçek bir üstünlük ölçüsü olamaz. Bunların Allah katında hiçbir değeri yoktur. Yüce Allah, âyetin sonunda gerçek manada üstünlük ölçüsünü açıklamıştır. Allah katında gerçek manada üstünlük ölçüsü yalnızca takvadır.
Dinde takvadan daha üstün bir mertebe yoktur. İnsan, bu yüksek mertebeye ancak Allah’ın emir ve buyruklarına harfiyen uymakla, yasaklarından harfiyen sakınmakla ulaşabilir. Kimin daha çok takva sahibi olduğunu da ancak Allah Teâlâ bilir. Zira Yüce Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.
Nitekim bu hususta Allah Resulü, 120 bini aşkın Müslüman topluluğuna yaptığı Veda Hutbesi konuşmasında insanlığa şöyle seslenmiştir:
“Ey İnsanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah katında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Arap’ın Arap olmayana, beyazın siyaha, siyahın beyaza -takvadan başka- bir üstünlüğü yoktur.”[5]
İslâm dini gurur ve kibri yasakladığı gibi insanın kendi soyunu üstün görerek başkalarına karşı övünmesini de yasaklamıştır. İslâm’a göre ırkçılık haramdır. İslâm dini menfi manadaki ırkçılığı asla kabul etmemektedir. Ancak insanın mensup olduğu milleti sevmesi gayet tabiidir. Nitekim bir gün Allah Resulüne; “Kişinin soyunu, sülalesini (kavmini, ulusunu) sevmesi asabiyet (kavmiyetçilik, ırkçılık) sayılır mı?” diye sorulduğu zaman Hz. Peygamber şöyle cevap vermiştir: “Hayır fakat kişinin kavmine zulümde yardımcı olması asabiyettir/kavmiyetçiliktir.”[6]
Bir gün Allah Resulü’nün (s.a.v.) mescidinde bir grup sahabi halka kurmuş, birlikte sohbet ediyor ve soy soplarını zikrederek övünüyorlardı.
Onlardan biri: ‘Ben Temim kabilesinden filanım’ dedi.
Diğeri: ‘Ben Kureyş kabilesinden filanım’ dedi.
Üçüncü kişi: ‘Ben de Evs kabilesinden filanım’ dedi.
O esnada kapıdan Selman-ı Farisî girdi, selam verip uygun bir yere oturdu. Sonra birisi Selman’a dönerek ‘senin nesebin, senin ırkın ne?’ diye sordu. Selman-ı Fârisî kıyamete kadar bütün insanlığa ders olabilecek şu muhteşem cevabı verdi: ‘Ben Allah’ın kulu ve İslâm oğlu Selman’ım’ dedi. Çünkü ben dalaletteydim. Allah, Peygamberi Muhammed (s.a.v.) ile beni hidayete erdirdi. Ben fakirdim. Allah Muhammed Mustafa (s.a.v.) ile beni zenginleştirdi. Ben köleydim. Allah, beni Hz. Muhammed (s.a.v.) ile özgürlüğüme kavuşturdu.
Selman-ı Fârisi’nin sözlerinden etkilenen Hz. Ömer, topluluğa hitaben: ‘Benim de nesebimi öğrenmek ister misiniz?’ dedi. Onlar, ‘evet’ dediler.’ Bunun üzerine Hz. Ömer, ‘ben de İslâmoğlu Ömer’im. İslâmoğlu Selman’ın kardeşiyim’ dedi.”[7]
Allah katında tek bir üstünlük ölçü vardır, o da takvadır. İnsanın Arap, Türk, Kürt olması önemli değildir. Çünkü insan, soyunu sopunu kendisi seçmemektedir. İnsanın kendi tercihi olmayan şeylerle övünmesi, diğer insanlara üstünlük taslaması doğru değildir ve beyhude bir övünmedir. Zira Yüce Allah, “Sura üflendiğinde aralarındaki bütün soy sop bağlantıları kesilecek ve hiçbiri diğerine bir şey soramayacaktır.”[8] buyurmaktadır.
İslâm’a göre insanın değeri, iman ve ameli ile belirlenir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), bir hadis-i şerifinde “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.”[9] buyurmuştur.
Netice olarak diyebiliriz ki, insanlar genelde soy-sop, mal-mülk, makam-mevki, gençlik, sağlık ve sıhhat gibi şeylerle birbirlerine üstünlük taslamaya kalkarlar. Ancak bunların hepsi gelip geçici şeylerdir. Bunlar gerçek manada üstünlük ölçüsü olamaz. İnsanın sahip olduğu mal-mülk, makam-mevki, sağlık ve sıhhat gibi şeyler, Yüce Allah’ın kendisine vermiş olduğu bir emanettir. İnsan, fâni bir varlık olduğu gibi sahip olduğu her şey de fânidir. İnsan, fâni şeyleri bâki zannedip de diğer insanlara karşı kibir ve gurura kapılmamalıdır. Yüce Allah kendi katında üstünlük ölçüsünü takva olarak belirlemiştir. Kimin daha takvalı olduğunu ise ancak Allah Teâlâ bilir. Bize düşen husus, takvalı olmak konusunda dikkatle gayret sarf etmektir. İnsanın malı-mülkü, makam-mevki, unvanı arttıkça tevazuu artmalıdır. Zira mümine yakışan tevazudur. Tevazu sahibi insanı Allah da sever kulları da sever.
[1] İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, “Veka” Md.; İsfahânî, el-Müfredât, “veka” Md.
[2] Uludağ, Süleyman, “Takva” Md., T.D.V. İslam Ansiklopedisi, (İstanbul: 2010), 39/484; Soysaldı, Kur’an-ı Kerim’e Göre Allah Kimleri Sever Kimleri Sevmez?, (İstanbul: Rağbet Yayınları, 2015), 19.
[3] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azim, (Beyrut: 1988), 1/42.
[4] Abdurrahman İsa, Edebü’l-hitabeti’d-diniyye fi’d-da’veti’l-İslâmiyye, (Halep: Dâru’d-da’ve, 1400), 400.
[5] Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Muluk, (Beyrut: ts), 3/169; İbn Hişam, Siretü’n-Nebe-viyye, (Beyrut: ts), 4/250-252; Soysaldı, Dini Hitabet, 3. Baskı, (İstanbul: Step Ajans Reklam ve Matbaacılık, 2014), 196.
[6] İbn Mâce, “Fiten”, 7; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/107, 160.
[7] Bkz., Zeynüddîn Ahmed b. Ahmed b. Abdillatif ez-Zebidî, Sahih-i Buhârî Muhtasar Tecrîd-i Sarîh Tercümesi ve Şerhi, Trc: Babanzâde Ahmed Naim, Kâmil Miras, (İstanbul: 2019), 3/18.
[8] Mü’minun 23/101.
[9] Müslim, “Birr”, 33; İbn Mâce, “Zühd”, 9; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/285, 539.