LA HAVLE- Bir Millet İçin Dilin (Lisanın) Önemi

LA HAVLE- Bir Millet İçin Dilin (Lisanın) Önemi

“Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması, Allah’ın varlığının belgelerindendir. Doğrusu bunlarda bilenler için dersler vardır.” (Rûm: 22)

“Kendilerine apaçık anlatabilsin diye, her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik. Allah dilediğini saptırır ve dilediğini de doğru yola eriştirir.” (İbrâhim: 4)

Hakkı hakikati apaçık anlatabilsin diye, kendi milletinin diliyle Peygamber gönderen Allah’a hamdolsun. Peygamberler; her dilden anlar, ama kendi milletinin diliyle konuşurlar.

Peygamberler; dalgalı denizlerde batma tehlikesi geçiren kurtuluş gemisinin korkusuz kaptanlarıdırlar.

Bir dönem Maarif Bakanlığı da yapmış olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, bir millet için dilin önemini belirtirken şu tespitlerde bulunuyor;

Türk dilini, bizim için zengin ve asil iki kaynak olan Arap ve Acem asıllı kelimelerden mahrûm ediniz; devlet kaybolur, millet kaybolur, meclis kaybolur, edebiyat kaybolur, ilim ve sanat kaybolur, tarih kaybolur.”

Kabul edelim ki, “Türk Dil Kurumu” diye bir kurumun başına getirilen Agop Dilaçar görevini(!) titizlikle yerine getirdi. Dilimizi kilitledi, ağzımızda dilimizi kuruttu.

Şimdi ise evlat babanın, dede torunun dilinden anlamıyor! Ve biz hâlâ neler kaybettiğimizin şuuruna varabilmiş değiliz.

Bir çile insanı, mütefekkir Cemil Meriç ise dil konusundaki derdini, acısını, öfkesini, isyânını şöyle dile getiriyor;

“Argo, kanundan kaçanların dili; uydurma dil, tarihten kaçanların.

Argo, korkunun ördüğü duvar; uydurma dil, şuursuzluğun.

Biri günahları gizleyen peçe; öteki irfânı boğan kement.

Argo, yaralı bir vicdanın sesi; uydurma dil, hâfızasını kaybeden bir neslin.

Argo, her ülkenin; uydurma dil, ülkesizlerin.

Ünlü Çin Filozofu Konfüçyüs’e sormuşlar;

“Bir ülkeyi idâre etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?” Konfüçyüs şu müthiş cevabı vermiş: “İşe önce kelimeleri düzeltmekle başlardım.

Çünkü dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz.

Düşünceler iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz.

Görevler gereği gibi yapılamazsa töre ve kültür bozulur.

Töre ve kültür bozulursa, adâlet yanlış yola sapar.

Adâlet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez.

İşte bunun içindir ki; hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

Napolyon, “Fransa’nın sınırları, Fransızcanın konuşulduğu yerlerdir.” diyecek kadar ileri gidip, dil ile ülke sınırlarını eş tutarken; Fransa, Napolyon’un ölümünden yaklaşık bir asır sonra, Fransız dilinin korunması için kanun çıkarmıştır.

Bu milletin ruh köküne Fransız kalanlar da “KELİME” kelimesini, insana “Kelime-i şehâdet”i hatırlatıyor, “Kelime-i Tevhid”i hatırlatıyor ve “Kelâmullah”ı hatırlatıyor diye dilimizden çıkardılar.

Yerine bir “sözcük” iliştirdiler. Kimse söz dinlemeyince, çıkardıkları kanunlarla büyük bir “Dil Katliâmı”na maruz kaldı dilimiz.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.