HADİS İKLİMİ – Yemek Adabı

Hz. Aişe’nin naklettiğine göre, Resulullah aleyhisselam şöyle buyurmuştur: “Biriniz yemek yiyeceği zaman, ‘Bismillah’ (Allah’ın adıyla) desin. Eğer yemeğin başında besmele çekmeyi unutursa, ‘Bismillahi fî evvelihî ve ahirihî.’ (Başında da sonunda da Allah’ın adıyla) desin.” (Tirmizi)
Yeme içme, başta insan olmak üzere her canlının hayatını sürdürebilmesi için zorunlu bir ihtiyaçtır. Hayatın tamamını geniş anlamda ibadet olarak gören Peygamberimiz, yeme içme ile ilgili ortaya koyduğu birçok adab ve sünnetiyle, yeme içmeyi daha anlamlı bir hale dönüştürmüştür.
Maddi ve manevi her türlü temizliğin imandan sayıldığı dinimizde, yemek öncesinde ellerin, yemek sonrasında da hem ellerin hem de ağzın temizlenmesi hususunda Hz. Peygamber’in gösterdiği hassasiyet, beden sağlığı açısından dikkate değerdir.
Hz. Peygamber, ellerini yıkadıktan sonra yer sofrasına oturur ve besmele çekerek yemeğine başlardı. Peygamber Efendimiz, yenen her yiyeceğin Yüce Allah’ın bir nimeti, lütfu ve ihsanı olduğu bilinci ile daima şükür hali içinde olmuştur.
Besmeleyi, verdiği nimetler karşılığında Yüce Yaratıcıya peşinen yapılan bir teşekkür olarak gören Allah Resulü, besmelesiz yenen yemeklerde bereket olmayacağını belirtmiştir. Yemeğe başlarken unutulması halinde, hatırlandığı anda besmele çekilmesinin gerekli olduğunu bildirmiştir.
Resulullah, yerken ve içerken sağ elini kullanır ve şöyle derdi: “Biriniz yemek yiyeceği zaman sağ eliyle yesin; bir şey içtiği zaman da sağ eliyle içsin! Çünkü şeytan sol eliyle yer ve sol eliyle içer.” Tüm bunlardan yeme ve içmede sağ elin tercih edilmesinin sünnet olduğu anlaşılmaktadır. Hatta sağ eli kullanmak, Müslümanlar için ayırıcı bir vasıf sayılarak tavsiye edilmiş, yabancılara özenme ya da kibir ve gösteriş amacıyla sol eli kullanmak ise hoş karşılanmamaktır. Kuşkusuz bu tercihte sol elin tuvalet temizliği gibi kirli işlere ayrılmasının da etkisi vardır.
Hz. Peygamber yemekten sonra sofradan hemen kalkılmamasını, diğerlerinin yemeklerini bitirmelerini beklemeyi tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: “Sofra kurulduğu zaman, sofra kaldırılmadıkça kimse kalkmasın. Kişi doysa bile sofradakiler yemeyi bırakmadıkça o da elini çekmesin, kendisine fazla gelse de yemeye devam etsin. Çünkü kişi (yemeyi bırakmakla) yanında oturan kimseyi utandırır ve bu kimse, ihtiyacı olduğu halde yemeyi bırakabilir. “
Efendimizin bu tavsiyesi, henüz doymamış olan kimselerin yemeğe devam etmelerini kolaylaştırmayı ve utanarak yemekten erken kalkmalarını önlemeye yönelik bir tedbirdir. Neyin yenilip neyin yenilmeyeceğinin tespitine ilişkin temel esasları dini hükümler belirlerken yiyecekler arasında seçim yapılmasında kültürel ve bireysel tercihler ön plana çıkmaktadır. Peygamber Efendimizin koyunun kol kısmını sevdiği, kabak yemekten hoşlandığı, buna karşın çekirge yemekten hoşlanmadığı rivayet edilmektedir.
Bu noktada bazı sahabilerin sırf Hz. Peygamber seviyor diye bazı yiyecekleri yemeleri, bazılarını da sırf o sevmiyor diye terk etmeleri dini bir zorunluluktan değil, Resulullah’a olan sevgi ve bağlılıklarından kaynaklanmaktadır. Nitekim Enes b. Malik’in Hz. Peygamber sevdiği için kabak yemeğini sevmesi, Ebu Eyyüb el-Ensari’nin de Hz. Peygamber sevmediği için içerisinde sarımsak bulunan yemeği yememesi bu duruma örnek gösterilebilir.
Peygamber Efendimizin yemek konusundaki tutumunda dikkati çeken hususlardan biri de hangi amaçla olursa olsun bir kimsenin, helal olan bir yiyeceği kendisine haram kılma yetkisinin olmadığıdır. Nitekim “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” (Maide, 87) ayeti, şehevi arzularından kurtularak daha fazla ibadet etmek amacıyla kendisine et yemeyi yasaklayan bir sahabe hakkında inmiştir. Buna göre, daha fazla ibadet etmek için bile olsa sağlık açısından bir sorun teşkil etmediği sürece Allah’ın verdiği nimetlerden faydalanmak konusunda herhangi bir kısıtlama yoluna gitmek doğru değildir. Yemeğe Allah’ın adını anarak başlayan Hz. Peygamber, yemekten sonra da şu ifadelerle Allah’a hamd ederdi: “Elhamdülillahi’llezi et’amena ve sekana ve cealena müslimîn. ” (Bizi yediren, bizi içiren ve bizim Müslüman yapan Allah’a hamdolsun.)
Uzunca dua yapılmasa bile en azından “Elhamdülillah” diyerek verdiği nimetlerden dolayı Yüce Yaratıcıya şükredip minnettar olmak gerekir. Allah Resulü de bu durumu şöyle bildirmiştir: “Kulun, yemeğini yedikten sonra veya içeceği şeyi içtikten sonra O’na hamd etmesi, Allah’ın hoşuna gider.”