SİZDEN GELENLER- Tehlikeli İnsan Özelliklerinin Sosyolojik ve Psikolojik Yönden Tahlili – 1

İnsanoğlunun yaradılış hikmeti, envai çeşit nimetleri kendisine musahhar kılan, yeryüzünde onu halife olarak yaratan ve yine onu göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten çekindiği akıl ve irade emanetiyle donatan Cenab-ı Mevla’ya kulluk etmesidir.
“Bir zamanlar Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” demişti. (Melekler): “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabb’in): “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.”dedi.” (Bakara/30)
“Görmüyor musunuz ki, Allah göklerde ve yerde olanları size müsahhar (emre hazır-yararınıza uygun) kılmış, açık ve gizli olarak nimetlerini üzerinize genişletip-tamamlamıştır. ” (Lokman /20)
“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir. “(Ahzab /72)
Meleklerden üstün olan (âlâ-yı illiyyîn) insanoğlunun hayvanlardan da aşağı (esfel-i safilin) seviyeye düşmesi; akıl, kalp ve vicdan vb. ulvi özelliklerinin nefs, şehvet, cismani dürtüler vb. sufli özeliklere yenik düşmesiyle olur. Hiç kimsenin tahayyül edemeyeceği kadar dürtü, hırs ve arzulara sahip olan insanoğlu tüm ömrünü yeme – içme, para kazanma, makam – mevki elde etme ve şehvet peşinde sürüklenmeyle geçirir. Eğer akıl ve iradesiyle Allah’a teslim olup takvayı kuşanırsa ve ahlakını güzelleştirirse ebedi saadeti elde etmiş olur; yoksa nefsine uyup Allah’a isyan ederse ve şehevi dürtülerinin esiri olursa, ebedi hüsrana duçar olur.
Hz. Adem’in (as) oğlu Kabil kıskançlık ve gururu uğruna kardeşi Habil’in kanını akıttı, Hz. Yusuf’un (as) kardeşleri kıskançlık ve gururları yüzünden kardeşlerini kuyuya attılar. Yaşadığımız topluma bakıldığı zaman hırs denizinde boğulan insanoğlunun hased, kıskançlık, gurur ve bencillikle birbirlerinin malını gasp ederek hırsızlık yaptıklarını ve canına kastederek cinayet işlediklerini müşahade etmekteyiz. Kâinatın gözbebeği olan insanın böyle suç makinası haline dönüşmesi, nefsinin bedbaht bir kölesi haline gelmesiyle açıklanabilir. İşte insan dürtülerini kontrol edemediği zaman kalbi paslanmış, aklı körleşmiş birer canavar olabiliyor. Sadece bedenin haz ve lezzetlerini tatmin edip ruhi yönünü ihmal eden, mutsuz ve doyumsuz olan, dürtülerine ve zaaflarına hükmedemeyen insandan daha tehlikelisi yoktur.
İnsanın söz konusu bu dürtülerini kontrol etmesi için akıl, ilim, vicdan, eğitim, kanun, emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münker ile inanç sahibi olması gerekir. İlim, dürtüleri kontrol altına alabildiği için âlim kişiler karakol ya da mahkeme yüzü pek görmezler, buralarda işleri olmaz. Vicdan tek başına yetersizdir, mesela Japonya’da yetmiş beş bin masum sivilin ölümüne ve sakatlanmasına neden olan atom bombasını atan hava kuvvetleri pilotuna orgeneral rütbesi vadedip bu görevi verdiler, sonrasında aklını yitiren bu pilot ölünceye kadar ‘ben bir caniyim, yetmiş beş bin suçsuz insanı öldürdüm’ diye diye sayıklayıp can vermiştir; makam – mevki hırsı, vicdanına galip geldiğinden son pişmanlığı fayda vermemiştir.
Yürürlükteki kanunların caydırıcılığı ve cezai müeyyidesi vardır, ancak herkesin başına polis dikmek mümkün olmadığı için insandaki Allah korkusu ve ahirette hesap verme inancının kanundan daha etkili olduğu unutulmamalıdır. Emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münker yani iyiliği emredip kötülükten sakındırma, toplumda iyilerin kötüleri denetleme mekanizmasıdır, eğer bu görevi içimizden birileri yapmazsa Allah’ın azabı çeşitli şekillerde toptan hepimizin üzerine iner.
“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir. ” (Enfal/25)
“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah dönüş yapsınlar diye işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor. “(Rum /41)
Huzeyfe (r.a)’den rivayet edildiğine göre, Nebî (sav) şöyle buyurdu: “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten 9)
Yanlışlar, haksızlıklar, gayri ahlakilikler ve usulsüzlükler ister yönetici siyasilerden, ister yetkili amirlerden, ister zengin iş adamlarından gelsin, iyiler uyarma görevini hiç korkmadan ve yılmadan cesaret ve metanetle haykırabilmelidir. Aldatma ve yalanın sıradanlaştığı, haklının baskıya ve şiddete maruz kalarak kıstırılıp susturulduğu, kanunların güçlüyü koruduğu şartlarda bile doğruların savunucusu olmak, erdemli bir toplumun özlemini çeken yiğitlerin harcı olsa gerek. Türkiye’nin yarınlarının temellerini hakkın gücüne inanan, mazlumun duasına mazhar olacak olan bu yiğit neferler atacak. Bugünün var olan sancılarını sarmak için adalet, fazilet, ahlak ve erdemin hüküm sürmesi adına çalışanlar unutulmayacaklar. Güçlülerin zayıfları ezip korkutmaya çalışması, gerçeklerin üzerine örtemeyeceği gibi sallanan tahtlarının devrilme tehlikesini de haber vermektedir.
Şimdi tehlikeli insan denilince ne anlaşılmakta? Kimler hangi durumlarda tehlikeli olmaya başlar? Tehlikeli insanların tanınmaları hangi emarelere bağlıdır? Bahsedilen tehlikenin boyutu nasıl hissedilir ve bu tehlike nerelere varabilir? Gibi birtakım sorulara elimizden geldiğince yanıt bulmaya çalışacağız. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer, elini veren kolunu kaptırır, yara sıcakken sarılır, akacak kan damarda durmaz gibi atasözleri de gelebilecek muhtemel tüm tehlikelere karşı teyakkuz halinde olmamızı ve yaşanmış tecrübelerden ders almamızı vurgulamaktadır.
İbn Hazm (rahmetullahi aleyh) dürtülerini kontrol edemeyen, ihtiraslarına yenik düşen insanlarla ilgili olarak şunları söyler: “İnsanın insanlardan çektiği acılar, yırtıcı hayvanlardan, zehirli yılanlardan çektiği acılardan daha fazladır. Çünkü bütün bu söylediklerimizden korunabiliriz; fakat insanlardan tam olarak korunmak mümkün değildir” (el-Ahlâk ve’s-siyer, s. 81). Vahşi ve yırtıcı hayvanlardan daha vicdansız, daha acımasız, daha gaddar olabilen insanoğlu etrafına zarar verip tahripkâr olur. Öyle ki, bu tür insanları durdurmak için kanunlar ve cezai yaptırımlar yetersiz kalmaktadır.
İnsan bünyesinde var olan cimrilik, kıskançlık, nankörlük, dünya sevgisi, inatçılık, hırs, bencillik, gurur ve kibir gibi zaaflar törpülenip kontrol altına alınmadığı zaman insan kendi tabiatına yabancı bir varlık haline gelip yaptıklarına anlam veremez, kendi elleriyle kendi zindanını hazırlayıp çevresine maskara olur. Cimrilik, gurur, kıskançlık ve bencillik bir arada olunca sadist (başkalarına acı vermekten zevk duyan), narsist (aşırı özseverlik, kişinin kendine tapması) paranoyak (ruhsal bozukluk) kişilik tipleri ortaya çıkar. Tatlı yalanları acı gerçeklere tercih eden, özgüvenleri ve egoları yüksek bu tipler para, makam ve güce insandan daha çok değer veren, sorumluluk almaktan kaçınıp başkalarını suçlamak kolaylığına kaçan, kendi çizdikleri senaryoda herkese farklı rol biçen, oyunun kurallarını kendileri koyan kişilerdir. Cemiyette yer edinmesi için hastalık derecesindeki bu zaaflarından vazgeçmesi gerekir, aksi takdirde bu zararlı zaafları kendisini yalnızlaştıracak ya da kendi ayarında insanlarla buluşturacaktır.
İsterseniz gelin toplumun kâbusu olan, doğası gereği yıkıcı, kırıcı ve zarar verici özellikleriyle öne çıkan bu türden insanları daha yakından tanıyalım. Öncelikle tehlikeli insan sınıfından dalkavuk, çıkarcı, her kılığa giren bukalemun, ezik şahsiyetli, silik kişilikli omurgasızlardan söz etmek istiyorum. Tüm ilişkilerini paraya, makama ve gücü göre endeksleyip her zaman güçlü ve zenginin yanında yer alan kişilerdir bunlar. Hani bir yerlere gelmek, makam – mevkileri işgal etmek için, çabuk yükselmek için her türlü naneyi yemekte beis görmeyen insan türleri… İstismarcı, yağmacı, talancı ve yalancı insanlar kişiliklerini hep saklarlar; güç odakları etrafında fırıldak gibi dönerler, ihanet etmeleri an meselesidir, çıkmaz sokağa girene kadar sahte yüzleriyle dolaşırlar, jest ve mimikleri, yüz ifadeleri, konuşmaları ve hareketleri samimi değildir, menfaat üzere plan yaparlar. Hayat prensiplerini kâr- zarar üzerine oturttuklarından hesapçıdırlar: hesapta olmayan şeylerle karşılaştıklarında yollarını rahatlıkla değiştirirler, yola çıktıklarını yolda gördükleriyle takas ederler.
Yunus Emre Hazretleri’nin dizeleri söylediklerimizi özetler mahiyette;
Emeksiz zengin olanın,
Kitapsız bilgin olanın,
Sermayesi din olanın,
Rehberi şeytan olmuştur.
Hayatında ilkesi olmayan, nokta kadar menfaati uğruna virgül kadar eğilen, makam, para ve gücün kuklası olan, haksızlıklara karşı çıkmayıp dilsiz şeytan kesilen, korkudan mazluma yapılan zulme rıza gösteren, yoksula – yetime kol kanat germeyen, horlanan garibana umut olmayan, merhamet duyguları körelmiş, hisleri ölmüş, vicdanları sakat olup sadece bu dünyada kendi çıkarı için yaşayan yaratıklardır bunlar. Sahtelikler benliğine kazınmıştır, konuşması, gülüşü, ağlaması tüm hal ve hareketleriyle pusuya yatmış bir tilkiyi andırırlar. Kendinden üsttekilere yalakalık yapar, alttakilere de tepeden bakıp aşağılarlar. Başkalarını memnun emek için kendinden tavizler verebilen, alkışlanmayı ve pohpohlanmayı seven bu tipler çaktırmadan baş edemeyeceğini anladıkları rakiplerinin egemenliği altına girer.
Ne yazık ki, böylelerine çok kıymet veriyoruz, gereksiz insanlara verdiğimiz değere yazık değil mi? Mevlana’nın dediği gibi “Nice insanlar var, üzerlerinde elbise yok; nice elbiseler var, içinde insan yok.” Meşhur Timurlenk kıssasında olduğu gibi. Hamama keselenmek için giden Timurlenk müşterileri keselemekle görevli keseciyle diyaloğa girer. Timurlenk: “Keseci, sence benim değerim ne kadardır?” der. Keseci: Efendim değeriniz yüz tümendir, der. Bu duruma sinirlenen Timurlenk: “Ey ahmak! Üzerimdeki şal bile en az yüz tümen değerindedir, sen nasıl olur bana yüz tümen değer biçersin?” Keseci: Zaten, ben üzerinizdeki şalı hesap edip yüz tümen edersiniz dedim, der.