KAPAK – Dr. Ömer Karaoğlu İle Söyleşi

KAPAK – Dr. Ömer Karaoğlu İle Söyleşi

“Rabbimiz İntikam Sahibidir.”

 

İlkadım: Kendinizi tanıtır mısınız?

ÖMER KARAOĞLU: 1967 İstanbul doğumluyum. Yaklaşık 20 25 senedir müzik çalışmalarıyla meşgulüm. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunuyum. Bir dönem üniversitemizde görev yaptım, daha sonra üniversiteden ayrıldım ve aktif olarak yine sanatla ilgili çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Sürdürdüğümüz televizyon programlarımız var. Geçmişte de kısa dönem olarak radyo programcılığı ile uğraştım. Fırsat buldukça uzmanlık alanımızla ilgili bir şeyler yazmaya, çizmeye çalışıyoruz ama müzikle ilgili daha çok uğraşıyoruz. Halkımızla yurt içinde yurt dışında konser etkinlikleri ile beraber oluyoruz. Bunun dışında fırsat buldukça vakıflarımızla, derneklerimizle etkinliklere katılıyoruz. Son olarak da Mavi Marmara Gemisi’nin yolcularıyız.

İlkadım: Nasıl karar verdiniz? Özel bir istek mi oldu yoksa siz mi arzu ettiniz?

ÖMER KARAOĞLU: Bu çalışma malumunuz İHH’nın içerisindeki kardeşlerimizin yıllardır üzerinde durdukları Filistin meselesi ile ilgili, özellikle işgal altındaki topraklarda yaşayan kardeşlerimizin acılarına, ızdıraplarına ortak olabilme, onlarla birlikte olduğumuzu işaret etmek adına yapılmış bir çalışmadır. İ.H.H vakfının davetiyle son seyahat tarihinden önce üç aydır Türkiye’de birçok ilimizde ve ilçemizde ziyaretlerde bulunarak bir dizi etkinlik gerçekleştirdik. Kardeşlerimiz meseleyi Anadolu’da il il gezerek bire bir anlattılar. Bizler o programlarda yine aynı hususları paylaştık. Bir dizi de konser verdik. Amaç bu girişime insanların dikkatini çekmek, soğumaya yüz tutan meseleyi tekrar hatırlatmaktı. Çünkü yakın bir tarihte Gazze’ye bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleştirilen hava saldırısında binlerce insan hayatını kaybetti. Bunların çok büyük bir bölümü malum çocuklar ve kadınlardı. Bu trajik hadiseyi bütün dünya görmesine rağmen yapılan fazla bir şey olmadı. Dört yılı aşan bir süre içerisinde İsrail bu topraklarda özellikle Gazze bölgesinde zulüm yapıyor. Neden Gazze’nin seçildiğini çok iyi biliyoruz. Orada halkın oylarıyla seçilmiş bir Hamas yönetimi vardı. Yönetimin hükümet etmesine izin verilmedi, hayat damarları adeta tıkandı, dünyaya açılan bütün pencereleri kapandı ve bir açık hapishaneye dönüştürüldü. Gazze direniyor. İsrail’in yıllardır sürdürdüğü, yalan üzerine kurduğu bir düzenbazlıktır. Dolayısıyla olayların soğumasına müsaade etmemek adına arkadaşlarımız Gazze’deki her türlü ambargonun mutlaka kaldırılması gerektiğini anlatmak için Türkiye’de son üç ay içerisinde kırka yakın oldukça yoğun bir dizi faaliyet gerçekleştirdi. Bu çağrıda, bu kervanda bizim olmamamız düşünülemezdi. Doğrusu bunun nasip ve takdir işi olduğunu da yeri gelmişken belirteyim. Hamdolsun o yolculukta tarihi tattık aslında Rabbimizin lütfuyla.

İlkadım: Gemiye katılımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

ÖMER KARAOĞLU: Gazze’de bir insanlık suçu işleniyor. Orada bir varlık mücadelesi veriliyor. Oradaki çocukların özellikle medikal ihtiyaçları, evlerin yapı malzemeleri, gıda ve diğer ihtiyaç malzemeleri kara yolarının tıkanması sebebiyle temin edilemiyordu. Yüreğinde vicdan sahibi olan her dinden, her mezhepten, her meşrepten, her görüşten, her gruptan insanlar bu durumun sona erdirilmesine bir katkı sağlamak amacıyla bu gemide bir araya geldiler. Bu anlamda organizasyonu bizim hılfu-l fudul dediğimiz Hz. Peygamber aleyhisselamın risaletten önce içinde bulunduğu o hayırlı meclise, “erdemliler ittifakı”na benzetebiliriz. Risaletinden sonra da “şimdi çağırılsam yine katılırım” buyuruyordu. Bir ortak payda vardı, bir ortak kaygı vardı. Hak ve adalet paydası üzerine, zalime karşı, mazlumdan yana anlayışı ile bir araya gelmiş olduk. O çabayı hatırlıyorum, sizler de daha sonra bize ulaşan görüntülerde izlemişsinizdir. Bir Batılı gazeteci ki muhtemelen Hıristiyandır. O merdivende o mücadelede ısrarla askerlerin üzerinden düsen resimli listeyi uzatıyor ve anlatmaya çalışıyordu. Olan biteni, yaralıları, şehitleri, oradaki kayıplarımızı ya da bir başka ifade ile kazançlarımızı heyecanla, hararet ile anlatmaya çalışıyordu. Aslında şu anda sizlere yansıtmak istediğimiz de aynı cümlelerdir. Bence netice de hâsıl olmuştur. Hakikaten yüksek bir bedel olmuştu. Dokuz şehidimiz var, çok sayıda yaralımız var. Filistin topraklarına şehitler verdik. Bunun sonuçlarını göreceğiz İnşallah. Bedeli yüksek de olsa biz meseleye bütün dünyanın dikkatini çekmek adına önemli bir çalışmanın önemli bir hareketin içerisinde olduğumuza inanıyoruz.

İlkadım: Bir sanatçı bakışıyla gemideki o manzarayı nasıl değerlendirirsiniz?

Ömer KARAOĞLU: Çok zamandır söylemek istediğim şeyi bu vesileyle söylemiş olayım. İnsana iki yol sunulmuştur; haktan adaletten yana mı olacak, zulümden, zalimden yana mı olacak kendi tercihine bırakılmıştır. Sanatçı olma iddiasında olan insanların önce insan olmayı başarması gerekir. Bu noktada sanatçı duyarlılığının bu tür mücadelelerde yeterli olmadığına inanıyorum. Ülke için, dünya için sınırlı katkıları olduğunu görüyorum. Sanatçı duyarlılığından önce insan olma duyarlılığı olmalı. Sanatçı, kalbi, yüreği incelmiş insan demektir. Gönül ve zihin noktası daha duyarlı, daha hassas olması beklenen insandır. Oysaki bir çok hadise yaşandığı anlarda, bunun öncesinde ve sonrasında şöyle bir baktığımızda bizim eğlence ve sefahat dünyamızda değişiklik, sanatçıların gündemlerinde bir değişme yok. Meseleye dair söz söyleyen, olumlu bir katkı yapan çok az sayıda sanatçımız var. Dolayısıyla sanat dünyası iflas etmiştir. Sanat dünyası çok kötü bir sınav vermiştir. Ben orada bir sanatçı kimliğiyle bulunmaktansa insanca, Müslüman’ca bir çabanın mütevazı bir örneği olarak anlaşılmamı isterim. Bu yolculuğun bizim için riskli bir yolculuk olacağını biliyorduk. Ama adamlar (bunlara adam demeye de şahit lazım, adam demek de çok doğru değil, Siyonist İsrail yaratıkları/ dabbe diyelim) doğrudan silahlı saldırı yaptılar biliyorsunuz. Tüm bir dünyaya adeta posta koydular. Bu, uluslararası kamuoyuna da uluslararası siyaset dünyasına da devletler dünyasına da aslında bir meydan okumadır. Dünya namusunu temizlemek zorundadır. Böyle kınamalarla, beyanatlarla geçiştirilmemelidir. Gemiye gelince çok yüksek moralli bir yolculuktu. Sefer halinde iken gemide dualar, tesbihler, tekbirler, ilahiler, marşlar vardı. Geminin her köşesinde sohbetler, zikir halkaları vardı. Müslüman olmayan birçok insan vardı. Bendeniz de birçok yeni dostluklar kazandım.

İlkadım: Kaç gün kaldınız gemide?

ÖMER KARAOĞLU: Toplamda sanıyorum dört beş günlük bir yolculuk olmuştu. Çok dolu dolu geçen yolculuktu bu. Ben dört ya da beş saat uyuduğumu tahmin ediyorum. Gemide bütün katlarda uyku tulumlarımız vardı. Uyuyacak insan için uyumaya çok müsait bir yerler vardı ama kimse uyumak istemedi. Salonlar doldu, sabah namazları birlikte kılındı. Geminin önündeki yayın olan bölgede daha çok zaman geçirdim. Dünya televizyonlarına, Türkiye’ye saat saat, dakika dakika kanallar ile bağlantı kurarak uydu vasıtasıyla sürekli haberimizi iletmeye çalıştık. Elhamdülillah İsrail bir medya travması yaşadı.

İlkadım:  Sizce İsrail neden bu çapta tepki gösterdi?

Ömer KARAOĞLU: Şüphesiz bu mücadelenin birçok boyutu olacak ama medya alanı en etkili mücadele zemini oluşturacak diye düşünüyorum. Bu, zaten gemiler yola çıkmadan önce başlamış bir süreçtir. Bu meseleyle ilgilenenler çok iyi bilir ki oraya zaten tekneler, küçük çaplı gemiler gidip gelmektedirler. Bu kez ne olmuştur da İsrail bu kadar çıldırmıştır? Çünkü ilk defa dünya kamuoyunun gündemine bu kadar etkili, bu kadar geniş çaplı bir filo, böyle büyük çaplı bir organizasyon sunulduğu anda Filistin meselesine, Gazze meselesine dikkatler çekilmiş olacaktır. Zaten Avrupa’dan, Batı’dan bazı aktivistler sürekli tepki eylemleri gerçekleştiriyorlardı. Bu organizasyonun farkı ise daha geniş çaplı olması ve gerçekten Gazze’nin nefes almasına yol açmak üzere daha sistemli, daha bilinçli, daha ses getirebilecek bir hadise olmasıydı. Bu yönüyle çok anlamlı ve önemliydi. İsrail bu anlam ve önemi fark etti. Başından beri bir propaganda diliyle bu işi engelleyeceğini ilan etti. Evet, biz bir engellemeyi bekliyorduk onu söyleyeyim. Yani mutlaka engellenme konusunda İsrail’in çaba sarf edeceğini imkânlarını seferber edeceğini tahmin edebiliyorduk. Ama biz Gazze sahiline ulaşma umudumuzu da hiç yitirmedik. Emin olun saldırılar esnasında bile bunu hissettik. Bu umutla yolculuğumuzu sürdürdük. Çünkü bu insanlar insan öldürmek için değil, ihya etmek için yola çıkıyorlardı. Katillerden daha huzurluyduk dolayısıyla da umutluyduk. Bugün de aynı huzuru ve umudu aynı aşkı taşıyoruz. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Hem İsrail askerlerinde hem de İsrail yönetiminde aynı huzursuzluğu, panik halini, korkuyu, dehşeti yüzlerinden okuyabiliyoruz. İfadelerine yansıyor zaten. Dolayısıyla orada bizi huzursuz kılacak hiçbir şey yoktu. Ama beşeri olarak, insani olarak elbette ki bu korkunç saldırı bizde tabii ki bir endişe oluşturdu. Olmadığını söylemek insani değil. Ama insanlarımız metanetlerini korudular, sabırlı davrandılar. Çiğdem Hanımın önünde şehit düşen eşini nasıl ağırladığını, nasıl karşıladığını biliyoruz. Allah şehitlerimizin şahadetlerini kabul etsin. Biz bu hesabın şüphesiz uhrevi boyutuna iman ediyoruz. Kıl kadar zulmedilmeyeceğini biliyoruz. Rabbimiz intikam sahibidir. Hem de O’nun intikamı hiçbirimizin intikamına benzemez. Bundan hiç kuşkumuz yok. Bu, yüreğimizi ferahlatıyor. Ama biz bu dünyada bizim elimizle de Rabbimizin hesap soracağına inanıyoruz. Ümidimizi taşıyoruz. Çünkü hiçbir zalimin zulmü yanına kar kalmamalı. Kalmamalı ki bu dünya yarına umutla bakabilsin. Bizim çocuklarımız alınları ak yürüyebilsin bu topraklarda. Aslında bu hepimizin üzerine düşen bir sorumluluktur. Bir tür farz-ı kifayeye benzetir arkadaşlarımız bunu. Birileri yapmalıydı bunu. Bu yolculuğu organize eden arkadaşlardan Allah razı olsun. Yeni kervanlarla bu sahil, bu yol açılacaktır. Biz buna inanıyoruz. Sadece Gazze için değil. Biz bu duyarlılığı bütün mazlum coğrafyalara yöneltmek zorundayız. Irak’ta yaşananlar, Afganistan’da, Pakistan topraklarında yapılmak istenenler bundan farklı değil. Doğu Türkistan’da yaşananlar. Asya’da, Kafkaslarda yaşananlar bundan farklı değil. Yani, zalimin kimliği değişmiyor. Acı tabelası bir hayli değişse de yapılan iş aynı iş. Ve biz hepsi için mazlumdan yana durmak zorundayız. Böyle bir sorumluluğumuz var. Maalesef “bize ne Gazze’den, bize ne dünyanın uzak coğrafyalarından” diyen insanlar var bu topraklarda. Özür dileyerek söylüyorum aptalca ve ahmakça mukayeseler yapılmış. Yurdu işgal edilmiş, bir direniş topluluğunun, o milletin onuru diye nitelenebilecek topluluğun işgal kuvvetlerle direnişini Türkiye’de malum terör örgütü ile kıyaslamak kadar aptalca bir mukayese olamaz. Bu topraklarda işgali yaşamış ve bedel ödemiş insanların torunları olarak bunları söylemek inanın çok büyük bir bahtsızlıktır. Medyada da bundan sonra bu manipülasyonların devam edeceğine dikkat çekmek lazım. Gerçekten mücadeleyi böyle sürdürecekler. Stratejik ve psikolojik harekât olarak sürdürecekler. Maalesef bizim ülkemizden de taşeronlar kullanacaklar. Bir takım kiralık kalemler kullanacaklar. Bu insanlarla çıkar beraberlikleri olduğunu tahmin ediyorduk, biliyorduk öteden beri ama turnusol kâğıdı gibi bu hadisenin bu insanları deşifre etmesi de elhamdülillah iyi oldu. İnsanlar dostlarını düşmanlarını daha net bir şekilde görmeye başladılar. Siyahla beyaz gibi. Bu kadar net bir hadisede yani uluslararası karasularda yardım götürmeye giden bir gemide “canım onlar da sopayla saldırmışlar” diyebiliyorlar. Hırsızı hiç görmüyorlar. Burada bu büyük resmi gözden kaçırmaya çalışıyorlar, bu aptalca bir çabadır. İnsanlık vicdanı bunu kabullenmez. Amiyane tabirle insanlar bunu yutmaz ama onlar yine bunları söylemeye devam edecekler. Sistematik bir biçimde devam ediyor. Hadisenin sıcaklığı biraz daha soğusun diye bekliyorlar. Emin olun göreceksiniz cesaretleri daha fazla artacak. Daha iddialı yorumlar yapacaklar. Bu hadisenin içerisinde yer almış, kıyısında köşesinde yer almış insanların üzerine ısrarla gidecekler. Ama biz milletimize buradan seslenmiş olalım. Milletimiz bu kadar siyahla beyaz kadar net olan bu fotoğrafta bu manipülasyon çabalarına da prim vermeyecektir. Konuşacak yüzleri olmayan insanlar hala daha konuşmaya devam ediyorlar. Bunu yapacaklar, bu onların işi çünkü.  Siyonist İsrail rejiminin işbirlikçileri, Arap-İslam âleminde de halklarını tenzih ederek söylüyorum bir kısım yönetimler, bir kısım devlet yetkilileri bu işbirliğinin, bu ihanet çarkının içindeler. İsrail’i cesaretlendiren bir bunlar bir de ABD’dir. İsrail yalan makinesi gibi yalan üretmekte, manipüle etmekte, hadiseleri sulandırmakta çok tecrübelidir. Yaşamış olduğumuz tecrübede bunu gördük zaten. Kendi katliamını soruşturmak için kendi heyetini kuracak kadar, bunu söyleyecek kadar izansız adamlardır bunlar. Bunu aklı başında yeni ergenliğe ermiş çocuklar da anlayabilir. Gerçekten komik ötesi bir tavırdır bu. Ben katlettim ben soruşturacağım. Ben uluslararası karasularda korsanlık yaptım, ben soruşturacağım. Bunlar tamamen formaliteden ibarettir. Kendisini aklamayacak çabalardır. Ama diliyoruz, temenni ediyoruz ki insanlığın vicdanı bunu sindirmez, hazmetmez. Şöyle bir endişem de var, yeri gelmişken sizinle de paylaşmak isterim. Bu hadisenin sündürülmesi, tavsatılması ihtimali söz konusudur. Zamana yayılarak unutturulması söz konusudur, böyle bir ihtimal vardır. Ama biz her birimiz, gemideki yolculardan başlamak kaydıyla bunun ısrarla takipçisi olacağız.

İlkadım:  Geminize saldırıldı. Kendinizi savunmak durumunda kaldınız. Buna rağmen gemidekiler silahını aldıkları düşmanın silahını denize atıyorlar. Düşmanı tedavi ediyorlar hem de kendilerinden önce.

Ömer KARAOĞLU: Mahalle kavgalarına tanık olmuşsunuzdur. Bunu yapabilir misiniz hiç? Ödleri koptu, ağladılar. Biz bu acziyeti gördük. Ona rağmen salıverdik o insanları. Pasif direnişin olacağı zaten biliniyordu. Çünkü emanetler vardı bizim üzerimizde. Ve Akdeniz’in ortasında korsanlara buyur gel, çay iç, diyemezdik. Yani bu doğal bir tepkiydi, insani bir tepkiydi. Bu tepkimizi koyacağımızı başından bu yana ifade ediyorduk. Bunda gocunacak ve suçlanacak bir taraf yok. Biz 100 mil civarında takip edilmeye başlandık, kuşatıldık. Açık denizde, bütün insanlığın ortak denizinde korsanlık faaliyetine uğradık. Ben inanıyorum korsanlar bunu yapmıyor. Somali korsanları, gemi kuşattı, pazarlıklar yaptı, para elde etmeye çalıştı vs. Korsanlar bunlardan izzetlidir. Emin ol ki korsanlığın bir raconu vardır, tabiri caizse. Bu korsanlık da değil bir katliam girişimiydi ve insanlığın ortak denizinde yapıldı. İsrail’in karasularında yapılmadı.

İlkadım: Uluslar arası kamuoyundan ve devletimizden beklentileriniz neler?

Ömer KARAOĞLU: Bakın, çok özel bir şey söyleyeyim. Ehud Barak’ın Fransa ziyareti vardı. Fransa’daki bir basın grubu bu anlamda Filistin’in yanında yer aldığını, bu hadisede bir katliam gerçekleştirildiğini ifade etti. Bunu yoğun olarak işledi. Tutuklanma endişesi nedeniyle gezisini iptal ettiği söyleniyor, Ehud Barak için. Gideceği fuar da bir silah fuarıymış. Zaten başka bir fuara gitmesi de beklenmez. Temenni ediyorum ki anlaşmalarımızın askıya alınmış olması İsrail’in vereceği cevapla şekillenecektir. Gelen beyanlar bu yöndedir. Zaten biz önceki hükümetler döneminde kurduğumuz ittifak ve dostluk ilişkisiyle yanlış bir mekânda, zeminde dış politika üretmeye çalışıyorduk. Bugün Türkiye, hafızasıyla buluşuyor. Tarihi misyonuyla buluşuyor. Bizi biz kılan misyon buydu zaten. Doğru zemin de bu. Tam bu buluşma esnasında bir takım çevreler, bir takım yerel veya uluslararası kuruluşlar hafızamızı bulandırmak için harekete geçiyor. Biliyorsunuz biz ciddi bir travma yaşadık. Bu travma 100–150 yıllık bir travmadır. Bu travmadan sonra hafızamızı toparladık. Şimdi sağlıklı bir vücut gibi adım atmaya başladık. Söz söylemeye başladık. Ne diyorlar? “Türkiye, dostlarını gücendirmemeli. Bu bölgenin kahramanı sen misin? Neden Don Kişot’luk yapıyorsun?” Biz bu ağızları tanıyoruz. Bu ifadeler teslimiyetçi, acziyet ifade eden, daha dünün devleti olan ve devlet demeye bin şahit isteyen bir organizasyonu meşru kılmak isteyen zihniyetin ifadeleridir. İsrail dediğimiz kaç günlük bir devlettir. Devlet midir? Bu bölgeye saplandığı günden beri ne getirmiştir? Bütün bu soruları daha yüksek sesle sormak lazım. “Bu askerî anlaşmalar Türkiye’ye müsaade etmiyormuş, Türkiye’nin hareket alanı yokmuş, tohum alamazsak domates yiyemezmişiz,” bırakın Allah aşkına. Bütün bunlar Türkiye’nin tarihi misyonuna, duruşuna, bu milletin büyüklüğüne yapılmış açık hakaretlerdir. İsrail bu haliyle bizim kapımızda dolanması gereken bir devlettir. Henüz bulunduğu toprakları yurt olarak edinememiştir ve edinemeyecektir asla. Çünkü buraya monte edilmiş bir devlettir. Bu toprakların devleti değildir. Terör üzerine kurulmuştur. Canlara kıyarak, kanlar dökerek, toprakları, mahalleleri işgal ederek, onları yurtlarından sürerek bir devlet kurduğu iddiasındadır. BM, ABD tanıdı diye devlet olunamaz. İnsanlık ve tarih vicdanında böyle bir devlet yok. Meseleyi böyle ortaya koymamız lazım. İsrail, bölgesinde eğer barış istiyorsa çok ciddi adımlar atması gerekir. Bizler Yahudilerle Hıristiyanlarla yaşamayı bilen bir milletiz. Böyle bir ümmetiz. Katletmek, mahvetmek, imha etmek bizim şiarımız ve şanımız değildir. Bunu onlar yapıyorlar. Eğer bu ortak çizgide buluşmak istiyorlarsa onlara hayat hakkı tanırız. Böyle bakmamız lazım bizim. İsrail’in bize hayat hakkı tanımasına müsaade etmemek lazım. Kim oluyor ki? Bunu doğru sormamız lazım. Bu kadar arkasına aldığı blokla –o ağır eylemiyle- sahip olduğu bu bölgede şımarık oğlan rolü oynadığını biliyoruz. Ama Allah’ın izniyle son gelişmeler bu zulmün sona ereceği yönündeki ümitlerimizi güçlendiriyor.

İlkadım: Teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.

Ömer KARAOĞLU: Ben de teşekkür ederim.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.