Şeriat

Şeriat kelimesinin kökü “şera’a” yol açtı demektir; örneğin “şera’tü lehü tarikan (ona yol açtım)” (1) denilir. Şer’a, şir’a ve şeriat “geniş yol, su yolu” anlamında fiilin masdarlarıdır ve ıstılah olarak Allah’ın beyan ettiği husus, vaz’ ettiği yol, açtığı çığır anlamlarına dayalıdır. Bazı alimler, ‘şeriate, doğrulan hakikat üzere o yola koyulanın kanıp temizlenmesi bakımından su yoluna (şeriat’ül-ma) benzetmeyle şeriat denilmiştir.’ demişlerdir. (2) (Araf /7-163)’te geçen şurra’a kelimesi de, kökündeki açıklama ya da yol vaz’ etme anlamları sebebiyle gözükmek, su üstüne çıkmak ya da akın etmek halini ifade etmektedir: “O gün balıklar su üstüne çıkarak akıntı halinde gelirlerdi.” Yazır da ayete “balıklar onlara açıktan açığa, sürüler halinde geliyorlardı” diye anlam vermektedir. (3) Yazır, (Maide /5-43) ayetinin tefsirinde de şöyle demektedir: “Şir’a, şeri’a ve meşraa, asıl lügatta bir ırmak ve veya herhangi bir su kaynağından suç içmek veya almak için gidilen yol demektir. Ya kapalı bir şeyi yarıp açmak, beyan ve açıklamak manasına “şera’a” masdarından veya bir şeye girmek manasına ‘şur”dan alınmıştır. Birincisi şari’a (yol göstericiye), ikincisi salike (yola girene) göre münasebeti demek olur.” (4)
Yazır; “din demektir” ifadesiyle birlikte, ayetteki şir’a ve minhac kelimelerinin bir manadan ibaret olmadığını belirtirken “Şir’a, zamanların ve zeminlerin, ahval (durumlar)ın değişmesiyle değişebilen, dinin furu’u; minhac da daima sabit, açık ve devamlı olan, dinin asıllarıdır ki, şir’a bunun şubeleri ve çeşitleri demektir.” (5) açıklamasında bulunur. “Sana da önceki kitapları tasdik eden ve denetleyen Kitab’ı hak ile indirdik. aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, sana gelen hakkı bırakarak onların tuttuklarına uyma. Sizden hepinize bir şeriat bir minhac belirledik. Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, ama verdikleriyle sizi denemek için (böyle yaptı)….. …yleyse iyiliklerde yarışın…3
Peki şeriat dinle aynı anlamı mı ifade eder, başka bir deyişle din olarak İslam ile şeriat arasında içlem-kaplam farkı var mıdır? Bazı alimler şeriatın, akaid, ahlak ve fıkhın konularını içerdiğini; kullar için gerek fer’i-ameli diye isimlendirilen, amellerin nitelikleriyle ilgili gerekse asli-itikadi diye isimlendirilen, itikadın keyfiyyetiyle ilgili olsun Allah’ın koyduğu hükümler olduğunu söylemişlerdir. “Şeriat, din ve milletin anlamı birdir, Allah’ın kulları için koyduğu hükümlerdir. Ama bu hükümler konulması, açıklanması ve istikameti itibariyle şeriat diye; onlara boyun eğme ve onlarla Allah’a kulluk etme itibariyle din diye; insanlara yayılması itibariyle de millet diye adlandırılır.” (6) Bilmen ise “Şeriat, din dilinde Cenab-ı Hakk’ın kulları için vaz’ etmiş olduğu dini, dünyevi ahkamın heyet-i mecmuasıdır. Bu itibarla şeriat, din ile müteradif olup hem ahkam-ı asliye denilen itikadi hükümleri, hem de fer’i-ameli hükümler denilen ibadet, ahlak ve muamelatı ihtiva eder.” demektedir. Bununla birlikte yine Bilmen’in ifade ettiği gibi şeriat tabirinin yalnız fer’i hükümler için kullanılması daha yaygındır. (7)
Şeriate, yalnızca amel kısmı verilince, dinin görünen yanı olur ve İslam’ın bütününü ifade etmez; amel ve inancı içerince de dinle eşanlamlı ve aynı muhtevada olur. Ancak hangi tarifin daha doğru olduğuna bakmamız gerekir.
“Allah, dini ikame edin ve onda ayrılığa düşmeyin, diye dinden Nuh’a tavsiye ettiğini; sana vahyettiğimizi size şeriat kıldı.” (Şura; 42-13) ayetinde “mined-din” tabiri şeriatın dinin bir kısmı olduğunu ifade etmektedir. Burada şeriat kılınansa dini ikame etmek ve dinde ayrılığa düşmemektir, yani ameli bir iştir, itikat değildir.
Yine (Şura /42-21)’de yukarıdakine yakın bir anlatım vardır: “Yoksa onların, Allah’ın izin vermediğini onlara şeriat koyan ortakları mı var?” Burada “dinden şeriat koyma” yukarıdaki ayetle anlaşıldığında daha iyi olacaktır. Çünkü “Allah’ın izin vermediği” tabiri şeriatı açıklamakta ve böylelikle şeriatın dinin bütünü olmadığı ortaya çıkmaktadır.
“Sonra, seni emr’den bir şeriat üzere kıldık: O’na uy, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma.” (Casiye /45-18) ayetinde geçen şeriat lafzını, bazı alimler Allah’ın kullarına çığır açtığı hükümler olarak geniş bir mana da alırlarsa da sonraki alimler akide ile şeriatın, iman ile amelin arasını ayırırlar. Şeltut, İslam’ın iki şubesi olduğunu söyler: Akide ve şeriat.
Buna göre şeriat, İslam’ın iman ve akidenin dışında kalan bölümüdür. Şeltut, Kur’an’ın akideyi iman ile şeriatı da salih amelle ifade ettiğini tesbit eder. (8) Din, hem amel hem de imandır. Ancak şeriat bu imanı içermez. Çünkü, islam’ın dışa vuran kısmıdır, mümin olmanın cüz-i mukavvimi (varedici, ayakta tutucu unsuru) değil, tamamlayıcı unsudur.
O halde şeriat İslam’ın uygulama ile ilgili hükümleridir. İslam’ın ameli hükümleriyle ilgili ilimleri şeriatın yerine koymak ise tahkik edilmesi gereken bir husustur. Günümüzde şeriatın, daha çok devlet ve yönetimle ilgili bir çerçeve içinde görülen bir İslam hukuku (İslamic Law) olarak anlaşılması yaygınlık kazanmış bir yanlıştır. Çünkü İslam hukuk tüm amelleri içermediğinden, ibadet ve ahlaktan söz etmediğinden şeriatın ancak bir cüz’ü olabilir, şeriatın bütününü ifade etmez.
Peki İslam’ın ameli hükümlerinin konu edilen fıkıh’taki hükümler şeriat mıdır?
Bilmen, “Şer’i hükümler denilince bundan ilahi kanun hükümleri anlamak lazımdır ve bununla, asıl, Kur’an’a, hadise, icmaya açıkça dayalı olan hükümler kasdedilmiş olur. İslam müctehidlerinin kıyas ve ictihad yoluyla istinbat ettikleri hükümler ise fer’i hükümler ve fer’i-ameli meseleler adıyla anılır. Şu kadar var ki, bunlara da şer’i esaslara dayanıklarından şeri hükümler ıtlak olunmaktadır” der. (9) Ancak burada icma’ın şeriat değil, yalnızca şeriatın senedi olabileceğini belirtelim. …bür taraftan şeriat ictihad konusu da değildir, bununla birlikte anlaşılma ve yorum bakımından ihtilaf oluşabilir. Yoksa şer’i hükümler ichihadlara bağlı izafi hükümler, mezheb görüşleri olamaz. Başka bir ifadeyle istinbata dayalı hükümleri içermez; istinbata dayalı hükümleri içeren fıkh da tamamıyla şeriat değildir. Zaten, şeriatı anlamanın metodu ve delillere dayanarak hususi, somut meseleleri kodlama ilmidir; şer’i hükümlerin ummilik esasına karşın fıkıh hususi, somut meselelerle ilgilidir. Fıkha mecazen de olsa şeriat demek aslında doğru değildir; şeriatin yer ve zamana bağlı olarak anlaşılmasıdır.
Diğer bir konu da sünnetin şeriat olup olmadığıdır. Bu konuda yaygınlık kazanan düşünceyi Bilmen’in ifadelerinde bulabiliriz: “şeriatin asıl koyucusu olan Cenab-ı hakk’a “Şari’-i mübin” denir. Bu kanunu insanlara tebliğ etmiş olan peygambere de Şari’ ünvanı verilir.” (10) Ancak ilahi hükümleri şari’ (kanun koyucu) demek, maksadı aşan ve Peygamber (s.a.v.)’in konumunun yanlış anlaşılmasına sebep olabilecek bir ifadedir. Peygamber, şeriati Allah’tan alıp insanlara ulaştırır ve uygular, bu uygulama ise tebliğin haricinde ayrıca bir şeriat değildir. Bununla birlikte şeriatin Muhammed (s.a.v.)’in sünnetinden sözle, fille ya da takrirle olabileceğini, daha doğrusu ifadesini bulabileceğini söylemeliyiz. (11) Yani ilahi şeriat, Hz. Peygamber’in dini maksatla ortaya koyduğu sünnetin vahye dayalı kısmında da bulunabilir.
Şeriatın imandan tam alarak ayrı olup olmadığı meselesinde imanın iki konusunu görmemiz gerekir: Birincisi, teolojik meseleler, kelam ilminin konusu olan uygulaması olmayan (amel dışı) meseleler. İkincisi, amellerin hela, haram, faz gibi teklifi değerleriyle ilgili hükümler. İşte bu ikincisinde şeriatın aynı zamanda bir iman konusu olarak ortaya çıktığını göstermekteyiz. Buna göre şu gerçeğin altını çizebiliriz. Şeriat, İslam’dan ayrı, İslam’ın dışında bir şey değildir. Şeriate karşı çıkmak dine karşı çıkmaktır.
Kaynaklar
1- İsfehani, el-Müfredat, 379
2- İsfehani, a.g.y.
3- Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini, IV/156)
4- Yazır, a.g.e., III/254
5- Yazır, a.g.e., III/255)
6- Zeydan, Abdülkerim, el-Medhal, 34, Rıza, M. R., Tefsirü’l-Menar, II/207’den iktibasla
7- Bilmen, ….N., Hukuk,ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İst. 1985, 1714
8- El-Benna, Cemal, Nahve Fıkhın Cedidin, Kahire ts. 28, Şeltut, Mahmut, el-İslam Akidetun ve Şeriat, 3-4’den.
9- Bilmen, a.g.y.
10- Bilmen, a.g.y.
11- bkz. Zeydan, a.g.e., 34-35