SOL?

Yüzyılın başında genel iyimserlik ortamından sonra, yüzyılın sonları, hangi siyasetin takipçisi olursa olsun herkesin bir yenilgi yaşamasına neden olmuştur. Sosyalizmin değişen dünyayı anlamamakta direnerek, kendi felsefesinden ironik bir şekilde uzaklaşırken kurduğu reel yapılar bütünüyle çökmüştür. (1)
Dünya konjoktüründe yaşanan olaylardan bütün uluslar ve topluluklar az ya da çok bir şekilde etkilenmişlerdir. 1900’lü yıllarda özellikle çarlık Rusyasında ve bazı Avrupa ülkelerinde gelişen sol/sosyalist hareketler Osmanlı İmparatorluğu içerisinde de bazı taraftarlar bulmuştur. 1917’de Rusya’da gerçekleşen sosyalist devrim, o tarihlerde süregiden 1. Dünya savaşına karşı Sovyetlerin gösterdiği tepkiler ve ulusal kurtuluş (anti-emperyalist) savaş çağrıları Osmanlı İmparatorluğu son dönemlerini yaşarken yeni umutlar vaad etmiştir. Kurtuluş Savaşında başarı kazanan genç Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği arasında gerek. Kurtuluş Savaşı sırasında ve gerek sonrasında iyi ilişkiler gelişmiş ve hatta yarı resmi sayılabilecek Türkiye Komünist Partisi kurulmuştur.
Genç Türkiye Cumhuriyeti kitlesel eylemler ve yükselen sol talepler ile ciddi olarak 1960’lı yıllarda tanışmıştır. II. Dünya savaşı sonrası doğan, savaşın yarattığı yıkıntılar içinde, ekonomik, siyasi ve sosyal buhranlar yaşayarak büyüyen kuşak, 60’lı yıllarda pek çok Avrupa ülkesinde, yoğun olarak da Fransa’da, daha çok özgürlük, daha demokratik üniversite talepleri ile kitlesel eylemlere girişmişlerdir. Sovyetler Birliğini ve Afrika ulusları, Çin, Kuzey Kore, Kamboçya gibi sosyalizme yönelen ülkeleri örnek almışlar ve desteklemişlerdir.
68 kuşağı, Amerika’nın başını çektiği kapitalist sistemle, Sovyetler birliğinin başını çektiği sosyalist sistemin oluşturduğu iki kutuplu bir dünyada-ki kıyasıya rekabet içinde büyüdüler (2) Sovyetler Birliği ezilen halkların ve ulusların haksızlığa, eşitsizliğe karşı isyanının temel seçeneğiydi. Sovyetlerin varlığı, bağımsızlık, eşitlik ve özgürlük için mücadele edenlerin umudu ve güvencesiydi.
Aynı yıllarda Türkiye’de de gençlik hareketleri ivme kazanmıştır. Dönemin Türkiye İşçi Partisi’nin düzenlediği 6. Filo ve Amerika karşıtı gösterileri pasif bulan üniversite gençliği daha radikal eylemlere ve tepkilere yönelmişler, yakaladıkları bu hareketlilik ve dinamizmi geliştirme ve sosyalizme kanalize etme eğilimine girmişlerdir.
“1968’de üniversitede reform isteyen gençlik pıtrak gibi çoğalıp yüksek öğretimde köhnemiş kurulu düzeni bozacak rüzgarlar toplumda esmeye başlayınca “statüko”dan yana olanlar ne yapacaklarını şaşırdılar. Solculuk rüzgarı toplumu almış götürüyor, halk tabanına dayanabilecek bir demokrasinin tohumları ekiliyordu. (3) özellikle üniversitelerde başlayan bu dalga toplumun değişik kesimlerinde ilgi görmüş ve toplumda örgütlü yapıların sayısı hızla artmıştır. Toplum her gelişen olay karşısında kitlesel tepkiler göstermeye başlamış ve sol/sosyalist söylemler etkin olmaya başlamıştır.
“70’lerde yaşayan birçok kişi için ‘solcu’ olmak son derece doğal bir durumdu. O dönemde kendilerini sağcı olarak adlandıranların sınıfsal tercihleri dışına çıkamadıklarını, yada bir tür sosyo psikolojik bozukluk içinde olduklarını düşünen insan çoktu.” (4) Bu sebepledir ki toplumsal hareketlilik daha çok sol/sosyalist kampta artış göstermiş. Ve 70’li yılların sonlarına kadar solculuk/sosyalistlik gençlik hareketinde önemli bir unsur, popüler bir sıfat, ait olunması gereken bir grup ve savunulması/uğruna döğüşülmesi gereken kutsal bir dava olarak algılanmış, yorumlanmış ve benimsenmiştir.
70’li yıllarda sol/sosyalizm geniş kitlelere ulaştıkça, sürekli artan bir ivme/dinamizm kazandıkça örgütlü yapılar daha hızlı ve daha çok bölünmüştür. Hızla artan sol fraksiyon sayısı ve sosyalizm hedefinden saparak anti-faşist mücadele sınırlarına sıkışan sol anlayışlar kitle dinamiklerini kaybetmeye başlamıştır. 80’li yılların başlarına gelindiğinde ise; “Türkiye’deki solculuk bize has bir garabetlik içine girmiştir. Tarihsel geleneğinden kopuk, tek boyutlu, pozitivist bir yaklaşım içinde, fikriyatının temelini ‘kötü’ olan eskinin değişimine dayandırmakla sınırlamıştır.” (5) Politik temellerinde uzlaşma sağlayamayan ve çoğunlukla var olma nedenlerinden uzaklaşan sol fraksiyonlar aynı zamanda yasal parti olarak parlemento da temsil edilen CHP ve sosyal demokratlar ile köprüleri atmış, tüm bağları koparmıştır.
Bu koşullarda kitleselleşme çabaları gösteren sol 12 Eylül askeri darbesiyle bir çöküş yaşamıştır. Pek çok örgüt bu çöküşü gerek kitle desteği, gerek kadroları, gerek teorisi açısından ağır yaşamıştır. 12 Eylül sonrasında yenilgi yıllarında, ne doğru bir değerlendirme yaparak izlenmesi gereken taktiği geri çekilme olarak formüle edenler, ne de yanlış bir değerlendirme ile ileri atılmaya kalkışanlar yığınların içinde çalışma/örgütlenme ve onların mücadelesini geliştirme becerisini gösterebilmiştir. (6)
80’li yıllarda solcular; ya ömürlerinin geri kalan kısmını kendi cemaatleri içinde eski retoriğe bağlı kalarak geçirmeleri ve giderek katıksız bir devletçiliğe kaymaları, ya da, nihayetinde ‘solcu’ olmaları ve var olan düzenin alternatifleri konusunda, yol ayrımına ulaşmıştır. Bir takım insanlar tarafından ‘solculuk’ titizlikle korunması, savunulması gereken kutsal bir nitelik haline geldi. Kendilerine ‘solcu’ diyen bazı köşe yazarlarımız, bilimadamlarımız ve politikacılarımız da böylece, başlarının üzerinde siyasi mukaddesatı temsil eden bir hale taşıyan modern evliyalara döndüler. Tabi sadece kendilerinin ve müridlerinin gözünde. (8) Bu minval üzeredir ki, birinci gruba dahil olan Türkiye solu dünya sol/sosyalist hareketlerini düştüğü buhran/yenilgi ve sorunları ile birlikte, sol/sosyalist anlayıştan uzaklaşarak solculuğu sadece bir kimlik gibi taşımışlardır. Sol/sosyalist teori adına çok fazla düşünmeden sadece var olan kendi geçmiş kimliklerini kullanarak ‘solcu’ olmaya devam etmişlerdir. İkinci gruba dahil olan Türkiye solu, 80’li yıllarda yaşadığı buhranı, örgütlülük ve strateji eleştirilerini tartışmaya açarak gerek dünya gerek Türkiye solunun felsefi ve politik hedeflerini yeniden tanımlama/belirleme ve geliştirme eğilimine girmişlerdir. Vitrinde görünen solcuların tersine solcular/sosyalistler, teori-pratik ve sosyalist strateji konularını kitleselleştirme mücadelesi vermeye başlamıştır.
Sonuçta ise, görünen Türkiye solu, sol anlayışın siyasi/felsefi çizgisini belirleyen demokrasi, eşitlik, özgürlük, ahlak ve evrensellik gibi temel ilkelerden uzaklaşarak, solculuğu bir din gibi algılayan ve kendilerini gezginci vaiz ilan eden, solculuğu kendi hegemonyaları altına almaya çalışan bir takım insanlardan oluşmaktadır.
Kaynaklar
1- İdeolojiler ve Modernite, Etyen Mahçupyan s. 171
2- Portreler, Oral Çalışlar, s. 16
3- Portreler, Oral Çalışlar, s. 29
4-Osmanlı’dan Postmoderniteye, Etyen Mahçupyan, s. 121
5-Osmanlı’dan Postmoderniteye, Etyen Mahçupyan, s. 127
6- Y. öncü 1989, Sayı 14, c. Moralı s. 65
7-Osmanlı’dan Postmoderniteye, Etyen Mahçupyan, s. 132
8-Osmanlıdan Postmoderniteye, Etyen Mahçupyan, s. 121