HADİSTEN BÜTÜNLEMEYE KALAN ŞEYH!

HADİSTEN BÜTÜNLEMEYE KALAN ŞEYH!

Hz. Peygamber ile başlayan ilmi silsilenin son asırda kopmaya maruz kaldığı konusu şüphe götürmez bir gerçek durumundadır. İlmi silsilenin altın halkaları olan ilim ehli zevat piyasayı terk etmiş gibi gözüküyor… Onların yerini, âlim olmaya gayret ettiği halde, bir türlü seleflerinin derecesine ulaşamayan bilim adamları almaya başladı. Günümüz bilimlerindeki branşlaşma, İslâmî ilimlere de uygulanınca âlim tipi iyice yok olmaya yüz tuttu.

Önceki dönemlerde toplum tarafından baş tacı edilmiş âlim-mutasavvıf veya âlim-derviş modeli, yirminci asrın başlarında gittikçe zayıflayan ve neredeyse son örneklerini zar zor üretebilmiş bir geleneğin en güzel örneklerinden idi.

  1. karşı karşıya kaldığımız acı gerçek, âlim olmayan dervişler ya da derviş olamamış âlimlerle yüz yüze kaldığımız gerçeğidir.

Tasavvuf, İslam Tarihinin daha ilk devrelerinde neşv ü nema bulmaya başlamıştır. Sonraki dönemlerde İslâm Toplumunun yaşadığı itikadî ve amelî buhranlar, tasavvufu ümmetin en önemli eğitim kurumu haline getirmiştir. Başlangıçta insanlara ilim öğretmenin yanında, işin nasıl yapılacağını hedef edinen tasavvuf, daha sonraları hikmeti ve aşkı da işin içine katarak İslâm’ın kısa sürede dünya yüzeyine yayılmasında büyük katkılar sağlamıştır.

Tabi ki tasavvuf kâl ilmi değildir. Lakin bin küsur yıllık tarihi ve teori ve gelişimine hafif bir sarf-ı nazar gösterecektir ki, tasavvufun en önemli özelliği sevgi ve terbiye(eğitim)dir. Açacak olursak; tasavvuf  ‘muhabbetullah’ı ve ibadetin nasıl yapılacağını öğretmeye çalışmış bir müessese konumunda olmuştur. Ancak ve ancak insanların eğitimi için yapacağını yapmaya çalışmıştır. Fakat diğer ilimlerde olduğu gibi tasavvuf da dış etkiler, Hint Felsefesi, Yunan filozofları ve Şaman Kültürü’ne bulaşmadan yoluna devam edememiştir.

Diğer İslami ilimlerde olduğu gibi, müntesipleri ve öncülerinin yaptıkları yanlışlar, tasavvuf içerisinde de neşet etmiş; neticede ifrat ve tefritten tasavvuf da nasibini almıştır. İlk günlerinden günümüze kadar mutedil ve sıratı müstakimden sapmayan tarikatlar mevcudiyetini çok şükür koruyabilmiştir. Bunun yanında aşırı uç kabul edilebilecek hatta din dışı sayılabilecek mistik görüşlere sahip ekoller de var olagelmiştir.

Tasavvufun kendi sistematiği içerisinde olmazsa olmaz olarak kabul edilegelen bazı uygulamaların var olduğunu hepimiz biliriz. Mesela, seyr-i sülük onlardan biridir. Kaynaklardan edindiğimiz malumata göre tasavvuf kendi ilkeleri gereği seyr-i sülukunu tamamlamayan herhangi bir insana şeyh payesi vermemiştir.

Seyr-i Süluk’un ilk kademesi şeriati, yani dini genel hatları ile ana kaynaklardan öğrenmektir. Zeten gerçek mutasavvıfların görüşüne göre (İmam-ı Rabbanî onlardan biridir) dini iyice öğrendikten sonra amel konusunda eksiklikleri olanlar ancak tarikata girmelidirler. Yani, cahil cühelanın, bırakın şeyh olmayı tarikata bile girmeleri pek hoş karşılanmamıştır.

Şahit olduğumuz bazı hadiseler göstermektedir ki, tasavvuf tamamen cehaletin hâkimiyeti altına sokulmaya gayret edilmektedir. Toplumdaki dini eğitimin yetersizliği gelenekten kopuk tarikatlar üretmektedir. Bunlardan bir kısmı alamet-i farikaları ile anında gayri İslamiliğini izhar etmiş olmaktadırlar. Haramlara helallere dikkat etmeyen, kendisinde, yaptıkları yanlışlarda hikmet vehmettiren şeyh efendiler zaten malumundan malumdur. Lakin kadim bir gelenekten gelmesine karşın, -ehil ve layık olmadığı halde- babadan oğluna, ya da kayınpederden damada aktarılan tarikatlar var ki esas bunlar tasavvufun ocağına kibrit suyu dökmektedirler.

Günümüz şeyhleri arasında, kariyer yolunda koşmak isteyip, dışarıdan bitirme imtihanlarında hadisten bütünlemeye kalanları mı ararsınız?

Hz.Ali’den manevi hava yolları ile kendisine gelmiş olan sarığı vitrinde müritlerine sergileyeni mi beğenirsiniz?

Kendisinin ümmi olduğunu izah sadedinde, ümmiliğin sünnet olduğunu, kendisinin ümmi olmasının garipsenecek bir durum olmadığını vurgulayanlarını mı seçersiniz?

Allah’ın ayetlerinden habersizcesine dünyevi işlerini keramet ve mucizelerle hallettiğini iddia edenleri mi tercih edersiniz?

Müritlerinin artmasına paralel olarak gayr-i menkulü de çoğalan şeyh efendilerimize mi meyledersiniz?

Müritlerini yatak odalarında bile izleyerek murakabe ettiğini ima edenlerini mi dikkate değer bulurunuz?

Daha neler neler…!

…………………………..

İlim ve Âlim yetiştirme kanallarının kurumak üzere olmasının getirdiği en önemli sonuçlardan birisi ilim çevrelerinde müsbet tenkit hadisesinin ortadan kalkmasıdır. Gelenek, birbirlerinin ilmi yanlışlarını ve isabetsizliklerini vurgulamayı hedeflediğinde, karşısındakinin başında farz ettiği kuşu kaçırmayacak bir incelikle tenkit metodu geliştirmiş iken; asrımızda bırakın karşıdaki ilim adamının başında varsayılan kuşun kaçıp gitmesini, adamın ciğerini sökercesine rezil ve rüsva etmeyi marifet zanneden âlim(!)lerimizle doludur. İşin bu tarafının can yakıcılığı bir yana, tarikat ve tasavvuf ekollerinin neredeyse hiçbir yapıcı eleştiriye tabi tutulmaması ve bunu yapabilecek İslâmî müesseselerin olmaması ızdırap vericidir.

Hadis âlimleri, Hz. Peygamberin sosyal hayatını: Hz. Peygamberin şeffaf olması, dünya ahiret dengesini mükemmel bir şekilde sağlaması ve insanlara faydalı olmayı öncelemesi şeklinde üç maddeyle özetlemişlerdir.

Evet, Efendimiz şeffaf idi. Mahremiyeti dışında ümmetinden gizlediği hiç bir şey yoktu. Bizler Efendimizin bu özelliğini geri plana itmiş durumdayız.

Bu sebeple insanlar, cemaatler birbirlerine karşı şeffaflığı deneyememektedirler. Şeffaflık olmadan yapıcı tenkit gelişmez. Tenkid olmadan sağ salim yol alınamaz.

Kapalı ortamlarda insan yetişmez.

”Hikmetinden sual olunmaz” anlayışı, ancak ve ancak menfaatçi taraftarlar türetir. Bu taraftarlar ancak, futbol takımı tutar gibi tarikatlarını yüceltirler.

Yapılan işlerin Rıza-i Bari’ye uygun olması kaçınılmazdır. Böyle olduğunda ikazlar da aynı sebebe dayanacağından cehaleti kendinden menkul şeyh efendiler arz-ı endam edemeyecektir. O zaman herkes kendi yoluna revan olma imkânı bulabilecektir.

 

NÜKTE:

DÖRDÜNCÜ ZÂT

Şeyh efendinin birisi müritlerine sohbet ederken şöyle buyurdu:

-Evlatlarım, bu dünya dört kişinin yüzü suyu hürmetine ayakta kalmaktadır:

1) Abdülkadir Ceylan,

2) Beyazıt Bostancı,

3) Cüneyt Bağdatlı,

……………………

Sıra dördüncüye gelince şeyh efendi susmuştu. Biraz sessizlikten sonra, müritlerden, “hımmm….” sesinden başka bir ses işitilmedi.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.