İLKADIM KİTAPLIĞI- Kayıp Tarihin İzinde / Beyazıt Akman

Kıymetli İlkadım Kitaplığı okuyucularımız! Bu ayki sayımızda Kopernik Yayınlarından çıkan Beyazıt AKMAN’ın kaleme aldığı Kayıp Tarihin İzinde isimli kitabı inceleyeceğiz.
Tarih, toplumun büyük kesimi tarafından merak edilen, okunan, yorum yapılan bir alandır. Konu özellikle yakın tarih olursa herkesin söyleyeceği bir cümle mutlaka vardır. Herkes kendi düşünce sistemine göre bir yorum yapar. Cümleler de genellikle -mış/miş ekiyle biter ki bu da kulaktan duyma bilgi anlamına gelir. TV’den ne duyduysa ya da çeşitli sohbet ortamlarında konu nasıl geçtiyse o yüzde yüz doğru gibi algılanır ve inanılır.
Hâlbuki tarih ilmi, belgeler ilmidir. Belge varsa konuşulur, belgeler üzerinden yorum yapılır ve erbabı tarafından da sonuca ulaşılır. Özellikle kısıtlı belgelerin olduğu tarihi olay ya da kişilerle ilgili yorumlar çok fazla yapılır. Çünkü ortada kanaatle doldurulabilecek alan geniştir. Ama belgeler çok ise o alanda fazla söz edilmez. İşte Beyazıt AKMAN belgelerle konuşan yazarlarımızdan biri.
Beyazıt AKMAN’ın kitabını elime aldığımda kısa bir tereddüt yaşamadım değil. Acaba tarihin hangi alanını ele aldı ve en önemlisi nasıl ele aldı? Ama kitabı okumaya başladıktan sonra bitirmeden de bırakamadım. Ön yargıyla başladığım bu kitabı okudukça sevdim, sevdikçe okudum.
Kitabımız 12 bölümden oluşuyor. Yakın Doğu Kütüphanesiyle tarih yolculuğumuza başlıyoruz. Amerika’ya gidip kendini bulan yazarımızın kısaca bu kendini buluş serüvenini öğreniyoruz. Batı’nın Dünya’nın Son Günü olarak nitelendirdiği İstanbul’un fethinin Avrupa’daki etkilerinin günümüzde de hala nasıl sürdürüldüğünü hayretler içerinde okuyor ve Batı’nın bizlere olan kininin asıl sebebini de bir nebze anlamış oluyoruz.
Tarih yolculuğumuza Fatih Sultan Mehmed’in meşhur portresinin, ayrıca gül koklarken çizilmiş minyatürünün çiziliş hikâyesini öğrenerek devam ediyoruz. Yolculuğumuzun diğer durağında bizlere matbaayı icat etmiş gibi gösterilen Avrupa’nın aslında hangi gayelerle matbaayı bu kadar çok kullandığını, Osmanlı âlimlerinin de matbaaya karşı oldukları iddiasının tamamen bir algı operasyonu olduğunu fark ediyoruz.
Osmanlı güzeldi. Güzeli severdi. Yazıyı da güzelleştirdi. Yazıyı bile sanatlı hale getirerek hat sanatını daha da güzel hale getirdi. Ve ortaya güzeller güzeli eserler ortaya çıktı ki hala o yazmalara paha biçilemiyor.
Tarih yolculuğumuzdaki bir sonraki durakta Amerika’nın Keşfi ve İslam arasındaki ilişkiyi irdeliyoruz ve hayretler içerisinde kalıyoruz. Her şeyden çok bu bölümde beni yüreğimden yaralayan ve daha önce hiç düşünemediğim husus; Amerika’ya çalıştırılmak için götürülen ve hem götürme esnasında hem de götürüldükten sonra eziyetlere maruz kalan kişilerin büyük çoğunluğunun Müslüman olması.
Bizi bekleyen diğer duraklarda neler olduğunu merak ediyorsanız okumanız gereken bir kitap.