Sargısız Kalp

I.
Sabah perdenin açılmasını bekliyor. Açılan perdenin ardından içeri günün ışıkları öyle bir hasretle giriyor ki; sanki bir ana evladına kavuşuyor.
Gözbebekleri küçülüyor Âdemin. Işığa doğru bakıyor, ışığa doğru gidiyor… Belki de onu karartan her şeyden kaçıyordu, bilmiyorum…
Camdan içeri sızan güneş Âdem’i öyle ışıttı öyle ısıttı ki sanki bir ateş böceği oldu Âdem şimdi.
Ey Âdem uç şimdi. Uç şimdi Âlem’e; dağa, taşa, balığa; korkma Âdem gir suya yosuna dokun. Uç Âdem ruhlara dokun. Şimdi güneş seni seçti ve sensin halife. Dağıldıkça aydınlanacaksın Âdem. Alâeddin’in lambası gibi okşandıkça parlayacak ışık yayacaksın.
Şimdi asırlarca güneşten çok gölge görenlerin yanında Âdem. Ey Âdem, karanlıkta aydınlatamıyor diye güneşi mi söndürelim? Hem her köşeye girmeliyiz seninle, bak! Orada yatağının altındaki karanlıkta bir çocuk saklanıyor. Haydi, Âdem git ve yak onu. Lambayı yak Âdem. Gözü görsün de bilsin korkacak bir şey yok.
Evet Âdem, güneş tüm aydığıyla ortadayken ve ısıtırken insanı ve toprağı, yine de karanlık ve ısınmayan bir yer vardır. Çünkü Âdem, güneş nereyi aydınlattığını herkese bildirir ve buna rağmen onun altına girmez insanlar. İnat ederler de kalırlar donuk donuk. Hayatları, konuşmaları, elleri…
Âdem, tut donukları da ısıt onları, hem de en soğuk yerlerinden yakala onları. Bilsinler güneş sıcak. Bilsinler güneş ne kadar mütevazı. Öyle ısıt ki tiryaki olsunlar sana.
Haydi, Âdem bir çiftin arasını düzelt, bir evliliğe müsaade etme, bir çocuğa güneşten bir taş getir, bir kıza gençliğini hediye et. Bir gence müsamaha öğret.
II.
Ey Âdem, güneş seni seçti. Neden biliyor musun?
Güneşin altından kuşlar geçiyordu. Kuşlar Âdemin çırasını yakıyordu. Çıranı yak Âdem, seni yakmayanların çırasını yak.
Çırası yanasıcalar. Söndü herkesin çırası. Bırakın kendi mangalınızı. Ey Âdem, güneş seni seçti, neden biliyor musun? Şimdi git ve devir mangallarını onların. Biri ormanı yakmalı Âdem. Çıra sende. Güneşten aldığın ateş varken yak ormanı. Fidanlarımız yanmadan ölmesinler. Ölenler de ancak yanarak ölsünler.
Ellerim neden özgür değil Âdem. Ey Âdem, kalbime yardım et. Güneş seni seçti madem aklımı doğrult.
Âdem kimdir dişlerimi çatlatırcasına sıktıran. Nedir gözlerimi acıyla kaçıran. Hislerimi çalanlar kimin dolabına koyuyor bunu? Âdem, ey Âdem, çıran nerede?
Güneş seni seçti ve sen umutsun. Soruyorum şimdi sana, kimsin? Sen, ben kimseysem ve kimsesizsem?
III.
Ey Âdem, kuşları avlayanlar var. Korkma ebabilleri kimse vurmadı daha. Ateşten topları ayaklarında hâlâ. Vursalar bilirler gök çökecek başlarına. Yer yükseliyor Âdem. Ey Âdem başları göğe erdi mi, çökmeden?
Biri benden kaçıyor Âdem. Biri bana koşuyor. Biri dilimi tutmuş tat dokularımı çalıyor. Yahu nerde bu Âlem. Şükür Âdem, kimse dokumadı işaret parmağıma…
lV.
Şimdi Âdem’in, ben Âdemim, Âdem ben, yani şimdi Âdemin eli, yahu gönlü işte; Biri açıp baksa olur mu?
Doktor var mı aranızda? Yahu onca orman yaktı diye mi tüm bu çekingenlik. Desenize Âdem kazandı yine. Kazandım Âdem, kazandın.
Doktor yok mu aramızda? Aslında inşaat ustası da olur. O da yok, Âdem; Bu dünyada yok yok, yok yani yok. Garip ama dünya da yok. Neden öyle diyorsun Âdem. Çünkü doktor yok…
Güneşin çıraları sönse kim üfledi demem. Zaten güneş yanıyor. Sormakta çare var. Cehennem daha mı sıcak?
Üşüyenler var Âdem.
Ey Âdem, Güneş seni seçti, neden biliyor musun? Çünkü onun yanındasın toprağın altındayken bedenin. Şimdi biz gömüldüğün yere batıyoruz. Ne dersin?
“Batıp gidenleri sevmem.”
Öyle savruluyoruz ki, hislerimiz, heveslerimiz; güneş bir kez batana dek defalarca batıp, çıkamıyorlar.