8300 Km Uzakta Geçen 30 Gün, Malezya Günlükleri (1)

Çocukken dünya haritasını çevirip elimizi bir noktaya koyardık. Adlarını telaffuz etmekte zorlandığımız ülkeleri okuyamadıkça birbirimize gülerdik. Kıtalar vardı, aşılamaz diye baktığımız. Evet, biz Asya kıtasındaydık ama İstanbul’a gidince Avrupa’ya geçiyormuşuz, öyle diyorlardı. Rabbim nasip etti, bir vesileyle ikinci yurtdışı tecrübemi yaşadım. Bu seferki baya yurtdışıydı yalnız. Bir uzak doğu ülkesi, Malezya.
Bir ada ülkesi olan Malezya tropikal iklimi ve onun getirdiği ilginç meyve türleri, başkentteki İkiz Kuleleri, birçok etnik grubun bir arada yaşamasına olanak sağlayan sosyolojik yapısı ve farklı yemek kültürleriyle dikkat çekmekle beraber sömürgeden kurtulalı yarım asır geçmiş. Yer altı zenginlikleriyle bilinen bir ülke.
Türkiye Gençlik Vakfı’nın düzenlemiş olduğu ‘İngilizce Dil Eğitimi’ programıydı bu. Başvuru, ön eleme ve mülakat süreci sonrasında Modern İslam Ülkesi olarak nitelendirilen Malezya için yola çıktık. On buçuk saat süren uçak yolculuğumuzda uçakta kıble tayin edip verilen battaniyeler üzerinde kıldığımız namazların ardından Kuala Lumpur semalarında iniş için hazırlıklar yapıldı. Pasaport kontrolü gibi işlemlerimizi halledip kendimizi Malezya’nın tropikal nem ve sıcağına teslim ettik. Türkiye’ye göre 5 saat ileriden yaşamaya başladık hayatı. Başkent Kuala Lumpur’dan 450 km’lik bol molalı otobüs yolculuğuyla ülkenin kuzeydoğusunda yer alan ve başkente nazaran daha sakin olan Kuala Terengganu şehri, Sultan Zeynel Abidin Üniversitesi’ne (Unizsa) geçtik.
Otobüs yolculuğu sırasında ilk dikkatimi çekenler ise düzenli inşa edilmiş evler ve ormanların arasında çok sık rastladığımız adeta gelişiyoruz dedirten köprü, yol, tünel inşaatları ve bir de renkli kubbeli alışılmadık mimarideki camiler. İlk gün akşam yapılan açılış programında Üniversite Rektörü Prof. Dr. Hassan Basri’nin konuşmasına Fatiha Suresi ile başlaması, batıya özenerek şekillenen ve “Doğunun ışığı”ndan mahrum kalan bizlere güzel hasletlerimizi nasıl teker teker kaybettiğimizi hatırlattı. Açılış programının ardından birçok kimseyle tanıştık, oyunlarına dâhil olduk. Bunlardan birisi de eğlenerek oynadığımız tahta üzerindeki küçük disklerle oynanan Carrom’du.
Tek kelimeyle ‘Güleryüzlü’ olarak tarif edeceğim Malaylar ile keyifli vakitlerin bizi beklediği aşikârdı. Bulunduğumuz üniversitede yurtdışından da birçok öğrenci vardı ve genelde yüksek lisans için orada bulunuyorlardı. Bunlardan bir kısmı Ürdünlü, Mısırlı, Libyalı, Filistinli, Nijeryalı idi. Her biriyle farklı mevzuları aynı düzlemde konuşabiliyorduk. Çünkü hepimizin ortak bir penceresi vardı, İslam.
İlk günlerde adapte olmamız gereken birçok şey vardı. Kafeteryadaki kendilerine has baharatlı yemek kokuları, ani bastıran yağmurlar, sokaklarda sıkça rastladığımız dev kertenkele türleri ve bazı arkadaşlarımız için hayat memat meselesi olan soldan akan trafik. Bunlara alışmamız uzun sürmedi dersem yalan olur, gerçekten zorlandık.
Yemyeşil bitki örtüsüyle donanmış bir kıyı şehri olan Kuala Terenganuda gezilecek yerlerde vardı elbette. İlk gittiğimiz yer ChinaTown (Çin Mahallesi) oldu. ChinaTown’a geçmeden önce Malezya 13 eyaletten oluşan bir ülke. Ülkede krallık ve başbakanlık var, İngiltere gibi. Bazı eyaletlerin ayrıca bir de sultanı var. Sultanlar sıra ile ve 5’er yıl süre ile ülkenin kralı oluyorlar. Batı Malezya ana karaya bağlı iken, Doğu Malezya Borneo yarımadasında.
Uzun süren Hollanda ve İngiliz sömürge dönemlerinin ardından 1957de bağımsızlığını kazanmış. Sömürge döneminde Çinliler ve Hintliler işçi olarak bu topraklara getirilmiş. Bugün nüfusun %55-60’ı Malay, %25-30’u Çinli, kalanı da Hintli ve diğer milletler. Kozmopolit bir toplum. Malaylar toprağın yerlisi ve sahibi, ülke yönetimi Malaylarda. Malay demek Müslüman demek. Çinliler çoğunlukla Budist, Hintliler ise Müslüman veya Hindu. Bu milletlerin dini, dili, kültürü birbirinden çok farklı olmasına rağmen bir tür çıkar ilişkisi ile bir arada yaşıyorlar. Eğitim dili ise Malayca ve İngilizce.
ChinaTown’a dönecek olursak, Çinlilerin yerleşim yeri olan bu semt tamamıyla farklı. Genelde Çinli restoranları, tapınakları ve pazarlarıyla birlikte duvarlardaki resim ve kaligrafileriyle dikkat çekiyor. Bize rehberlik eden Malay öğrencilere “Buralardan hiç yemek yediniz mi/yer misiniz?” diye sorduğumda “asla, haram!” şeklinde aldığım net cevap hassasiyetlerini göz önüne sermeye yetti. ChinaTown’dan otobüsle geçtiğimiz Kristal Mescid ve Yüzen Mescid’in ardından gezimiz son buldu. (Malezya’da Cami için Mescid, Mescid İçin Surau ifadeleri kullanılmakta)
Bir başka rotamız, Negeri Kuala Terengganu Müzesi. Kısmen göletin üzerine inşa edilmiş ve tahta köprüler ile birbirine bağlanan yapısıyla dikkat çeken Negeri Müzesi Malezya’nın tarihine dair birçok eseri bünyesinde bulundurmakta. Sadece müze olarak değil yeşil alanlarıyla adeta bir görsel şölen olarak karşımıza çıkmakta.
Damak tadımızın çok farklı olduğu aşikar. Her yemeğin içerisinde o ağır kokulu çili baharatı, içeceklerinde ise bolca şeker. Balık haricinde yiyebildiğimiz pek bir şey yok gibiydi. Balık ve diğer deniz ürünleri bu ülkenin ekonomisine can katan ürünlerden. Diğer birkaçını sayacak olursak: Palmiye yağı, Pirinç, Kauçuk, Düryan Meyvesi, çeşitli baharatlar…
Yemek sorunumuzu nasıl çözdüğümüze gelecek olursak. Günlerden… Diyerek sözlerimi bir sonraki yazıma saklayayım. Diğer yazımda şu soruların cevabını vereceğim:
Malezya yemeklerine alışamadım, ya sonra?
Bir orman, kraliyet ailesine ait olursa neler yasak olur?
Malezya’da Kurban Bayramı nasıl geçiyor?
Redang adası tıpkı fotoğraflardaki gibi mi?
Malezya’nın bir köyüne gitsek, orada hayat nasıl?
Başkent Kuala Lumpur’da bizleri neler bekliyor?
Putra Jaya’da et şiş bulduk, peki yiyebildik mi?