ŞAKİK’İ BELHİ

Belh’te doğdu. Ticaretle uğraştığı ve hayli zengin olduğu, ticaret için Türkistan’a gittiğinde karşılaştığı bir putperestle aralarında geçen konuşmanın onu züht hayatına yönelttiği nakledilmektedir. Rivayete göre Şakİk putpereste, kendisine hiçbir faydası olmayan putlara tapmaktan vazgeçip alim ve kadir olan Allah’a iman etmesini söylemiş, putperestin, “Eğer böyle ise Allah kendi şehrinde sana rızık vermeye kadir değil miydi?” diye karşılık vermesi üzerine ticareti bırakıp memleketine dönmüştür . Daha sonra hacca gitmiş, ilim tahsili için seyahat etmiş, İmam Ca‘fer es-Sâdık’la görüşmüş, Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmam Züfer’den ders almış, başlangıçta Irak re’y ekolüne mensupken daha sonra hadis ehli olmuştur. İsrâîl b. Yûnus es-Sebîî, Abbâd b. Kesîr, Kesîr b. Abdullah’tan hadis aldığı ve sünnete titizlikle uyduğu kaydedilir (Ebü’ş-Şeyh, IV, 307). Şakīk-ı Belhî, Mâverâünnehir bölgesindeki savaşlara katılmış ve Kûlân savaşında (194/810) şehid olmuştur
Şakik-i Belhi tevekkülün mahiyetini, sebeplerini, hikmetlerini, tevekküle ulaşmanın yollarını inceleyerek bunun müridin sülüküne yapacağı tesir üzerinde duran ilk zahit olarak tanınır (Ferîdüddin Attâr, s. 262, 266). Rivayete göre hac sırasında karşılaştığı İbrâhim b. Edhem’e geçimini nasıl temin ettiğini sormuş, İbrâhim b. Edhem eline bir şey geçerse şükrettiğini, geçmezse sabrettiğini söyleyince, “Belh köpeklerinin de yaptığı budur” demiş, bunun üzerine aynı soruyu İbrâhim b. Edhem kendisine sorunca, “Bulduğumuzda dağıtırız, bulamadığımızda şükrederiz” karşılığını vermiştir (İbn Hallikân, I, 32). Şakīk bu olayın ardından İbrâhim b. Edhem’in müridi olmuştur. Onun Râbia el-Adeviyye ile görüştüğü ve Mâlik b. Dînâr ile sohbet ettiği kaydedilir.
Şakik’in tevekkül anlayışında çalışıp kazanç elde etmeye karşı olumsuz bir bakış vardır. Çarşıda efendisinin zenginliğinden dolayı sevinen bir köleyi görünce bütün mülkün sahibi Allah’ın kendisinin de rızkına kefil olacağını düşünüp dünya meşgalesiyle ilgilenmeyi terk ettiği rivayet edilir. “Kazanmayı, sebeplere sarılmayı istemeyi terk edip ahirete hazırlan, Allah’a tevekkül et” diyen Şakik’e göre (Ebû Nuaym, VIII, 58-59) rızık peşinde koşmak tevekküle aykırıdır. Bâyezîd-i Bistâmî, iki somun ekmeği sağlamaktan kaçınan ve bunu tevekkül anlayışının bir gereği sayan Şakik-i Belhi’yi eleştirmiştir (Hücvîrî, s. 433). I. Goldziher, özellikle bu bakış açısından hareketle onun Hint mistisizminin etkisinde kaldığını ileri sürer. Kulun Allah’a karşı mutlak bir varlık ve mülkiyet iddiasında bulunamayacağını ifade eden Şakik, bu sebeple ihtiyaçların sadece mülkün gerçek sahibi olan Allah’tan istenmesi gerektiğini ifade eder. Zira tevekkül Allah’ın vaadine gönlün tamamen güvenmesidir (Sülemî, s. 63). Şakik’e göre bir kişiyi tanımanın yolu, onun Hakk’ın vaat ettiğine mi yoksa halkın vaat ettiğine mi daha çok güvendiğini bilmekten geçer. “Allah nasıl sizi yarının namazından sorumlu tutmuyorsa siz de yarının rızkını Allah’tan isteyemezsiniz, belki yarına varamayacaksınız” diyen Şakīk’a göre (Ebû Nuaym, VIII, 69) kişi yarını düşünmemeli, yarının rızık kaygısını taşımamalıdır.
Horasan’da tasavvufî hallerden bahseden ilk sûfî olan Şakik fütüvvetin tasavvufî bir muhteva kazanmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Müridi Hâtim el-Esam onu fütüvvet ehlinden sayar. Kuşeyrî, Şakīk-ı Belhî ile İbrâhim b. Edhem arasında geçtiği nakledilen olayı Ca‘fer es-Sâdık ile Şakīk arasında fütüvvetle ilgili olarak zikreder. Buna göre Ca‘fer es-Sâdık, Şakik’e fütüvvetin ne demek olduğunu sormuş, o da “verilince yemek, verilmeyince sabretmek” demiş, bunun üzerine Ca‘fer es-Sâdık, “Bunu bizim Medine köpekleri de yapıyor” karşılığını vermiş ve fütüvveti “verilince dağıtmak, verilmeyince şükretmek” şeklinde tanımlamıştır (Kuşeyrî, s. 329).
Şakik-i Belhi’nin züht anlayışının temelini Allah’ın iradesine aykırı hareket etmeme, şöhretten sakınma, sükût etme, az yeme, uzlet, havf ve fakr kavramları oluşturur. Ona göre zâhid kendi kusurlarıyla ilgilenmekten başkasının kusurlarını görecek fırsat bulamaz. Bunun aksi bir tavır içinde olan kişi zâhid değildir, onun yaptığı zâhidlik taslamaktır (Sülemî, s. 64). “İbadet on parçadır, bunun dokuzu halktan kaçmak, biri sükût etmektir” diyen Şakik, insanlardan uzaklaşmayı kötülüklerden korunmanın bir yolu diye kabul eder ve, “İnsanlarla ateşle arkadaş olur gibi arkadaş ol; faydalı taraflarını al, alevlerinden kaç” tavsiyesinde bulunur.
Sufinin yaşadığı manevi tecrübeler hakkında konuşmasını afet olarak nitelendiren Şakīk-ı Belhî müridi Hâtim’e dilini korumasını, konuşmadan önce iyi düşünmesini tavsiye eder. Onun suskunluğu tercih etmesi zühd anlayışının en önemli unsurlarından biridir. Ona göre zâhidin zühdü fiiliyle, zâhid geçinenin zühdü sözüyledir (a.g.e., a.y.), Nefsin sıkı bir riyâzetle terbiye edilmesinin ardından kalbin dünya arzularından temizlenmesi nisbetinde mârifete ulaşılabileceğini düşünen Şakik-i Belhi’nin marifet anlayışında dört unsur bulunmaktadır: Allah’ı, nefsini, Allah’ın emir ve nehiylerini, Allah’ın ve kendisinin düşmanlarını bilmek. Ona göre bilgi Allah’a yaklaşmaya vesile olduğu ölçüde değer ifade eder. Şakīk’ın mârifetle ilgili bu yaklaşımı sadece Horasan sufiliği ile sınırlı kalmamış, Bağdat sufiliğini de etkilemiştir. Bağdat sufiliğinin önemli temsilcilerinden Hâris el-Muhâsibî anılan unsurları sistemli bir şekilde işlemiştir (Şerḥu’l-maʿrife, s. 20-22, 43-49; er-Riʿâye, s. 126, 158, 197). Muhâsibî’nin mârifet anlayışıyla Şakik-i Belhi’nin görüşlerinin örtüşmesi onun tasavvuf anlayışının çerçevesini ve etki alanını göstermesi açısından önemlidir.
Şakik-i Belhi fakr konusunu mârifet anlayışının bir parçası olarak değerlendirir. Ona göre kişi zenginliğini kaybedeceğinden korktuğu gibi fakirliğini kaybedeceğinden de korkmadıkça gerçek anlamda fakir olamaz (Şa‘rânî, I, 76). Mârifet Allah’ın kudretini bilmekle orantılıdır. İnsan elindeki varlığı Allah’ın alıp başkasına vermeye ve kendisinin ihtiyaç duyduğu, fakat elde edemediği şeyi ona ihsan etmeye gücü yettiğini bilirse Allah’ın kudretini de bilmiş olur. Bu bilince ulaşan kişi nefsinde bir varlık görmez, bütün mülkün sahibinin ve mülkiyetinde dilediği tasarrufu yapacak olanın Allah olduğunu bilir.
TDV Ansiklopedisi