Söyleşi: Tahir Dağaslanı ile “İlim-Amel Bütünlüğü” Üzerine

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
1967 Aksaray doğumluyum. Eğitim ve kısa süreli öğretmenlik için ayrıldığım yılları saymazsak çocukluğumdan itibaren Nevşehir’de yaşıyorum. 1990 yılında Mısır El Ezher Üniversitesi Usuluddin Fakültesi Tefsir bölümünden mezun oldum. Çeşitli okullarda öğretmenlik ve memurluk yaptım. Halen yapmaktayım. Evli ve dört çocuk babasıyım.
Baciyan dergimizin bu ayki konusu ilim-amel ilişkisi. Bu konuda görüşlerinizi alabilir miyiz?
Böyle bir konuyu sizinle konuşmaktan mutluluk duyarım. Öncelikle dergimizin bu konuyu seçmesi çok önemlidir. Söz ve davranış birlikteliğini sağlamak çağlar boyu insanlığın sorunu ola gelmiştir.
Peygamberimiz döneminde böyle bir sorun var mıydı? Yani ilimsiz amel ya da amelsiz ilim var mıydı?
Konuya bazı kısa tanımlamalarla başlamak isterim. Öncelikle hareketle amelin basit bir ayrımını yapmak isterim. Hareket elin, kolun, dilin, kısaca bedenin istemli ya da istem dışı fiilleridir. Amel ise akıllı bir varlığın inancına, bilgisine, çıkarlarına, konjonktüre… uygun olarak şuurluca yaptığı bilinçli ve istemli bir hareket, söz, davranış ve tutumdur. Buradan hareketle amel mutlaka bilinçlidir ve arkasında bir bilgiye ve kurguya dayanmaktadır. Bu anlamıyla da kişiler yaptıklarından sorumludurlar. Bilgiyi depolayamayan, bilinci tam gelişmemiş ve kurgularla olaylar arasında ilgiyi kuramayanları İslam sorumlu tutmamış ve masum saymıştır.
Gelelim “Efendimiz zamanında böyle bir sorun var mıydı? Yani ilimsiz amel ya da amelsiz ilim var mıydı?” sorunuza;
İslam, bilgiyi ve bilinci ıslah ederek evrende salih ameli yayıp mü’minin iki cihan saadetine ulaşmasını hedefler. Efendimiz Allah adına bir çağrıcı idi. O, Beşir ve Nezir yani müjdeleyici ve uyarıcı olarak insanlığın bilincini ve bilgisini ıslah eden bir mürşit, bir yol gösterici ve bir öğretmendi. “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” (A’la, 1-5) ayetlerine muhataplığı ile başlayan Müddessir, Müzzemmil ve diğer sure ve ayetlerle devam eden irşat hayatı 23 yıl sürdü. O, kalbindeki imanı, ilmi, ahlakı, söz ve davranışları ile mükemmel bir insandı. Cenab-ı Allah, O’nu ve ahlakını yani ilminin gereği olarak yaptığı amelini, kısaca hayatını Kur’an’da övdü ve bize örnekledi. O Yüce Resule ve diğerlerinin hepsine selam olsun ki Allah peygamberlerini masum kılmıştır.
Peygamberlerin dışındaki insanlardan sözleri ile davranışları uymayanlar her devirde olduğu gibi Efendimiz zamanında da vardı. Bu nedenle Efendimiz aleyhisselam “İnsanoğlunun her biri hata yapar. Ancak hata yapanların en hayırlısı tövbe edenlerdir.” buyurmuştur. O dönemde de dedikodu edenler, az da olsa hırsızlık eden, zina eden, alkol kullanan, ferdi haklara saygısızlık eden, asayişi bozanlar vardı. Bunlardan açıkça cezayı gerektiren suçları işleyenler cezalandırılmış, tövbe etmesi gerekenler tövbeye davet edilmiştir.
İlim ve amel uyumu; kişinin inandıklarını ve doğru bildiklerini hayatında gerçekleştirme oranıdır. “Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” mısrası ile Ziya paşa sözlerin değil yapılanların önemini çok veciz bir şekilde anlatmıştır.
İlim amel bütünlüğü olmayan Müslüman bir kişide ne gibi zafiyetler oluşur?
Bu soru çok orijinal oldu. Zira arkasında koca bir hayatın daha doğrusu dünyanın hikâyesi var. İlmi ile amil olmayanın yanlışları şahsi hayatı ile ilgili ise belki zararları sınırlı tutulabilir. Bu hali kişi için bir anti sosyallik olarak değerlendirilebilir. Aile ve toplumla ilgili yapılan bilinçli yanlışlar daha yaralayıcı ve yıkıcıdır.
Kur’an’ı Kerim bize İsrailoğullarından çok örnekler verir. Onların yanlış davranışlarını bizim de yapmamızı istemez. Örnek olarak Bakara suresi 83-86. ayetler etrafında Allah’a ibadetten, anne ve babaya ihsandan yine yakınlara, yetimlere, miskinlere ihsanda bulunmaktan, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten bahseder. Peşi sıra gelen ayetlerde de birbirinin kanını dökmenin haram olduğundan, birbirlerini ülkelerinden ve yurtlarından çıkarmanın haram olduğundan, yardımlaşmayı nasıl yanlış uyguladıklarından özetle bahseder ve onlara “Yoksa kitabın bir kısmına iman ediyor da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” der. Sonra da sizin sorunuza cevap verir. “Sizden kim böyle yaparsa dünya hayatında rezil, aşağı bir konum ve ahirette de büyük bir azap vardır.” buyurur. Bu durumun en acı tespiti de dünyevileşmektir ve ahiret menfaatlerini uzak görüp ondan vazgeçip dünyaya dönmektir.
Efendimiz zamanındaki mü’minler için de geçerli, bizim için de kıyamete kadar geçerli olan bir uyarı da Hucurat suresidir. Özetlersek; Allah’ın ahkâmının önünde hüküm koymaya kalkışmak, Resulünün sözünün üstüne söz söylemeye çalışmak bütün iyilikleri yok eder. Kaynağı belirsiz ya da maksatlı olan haberlerle mü’minleri tehlikeye atmak, mü’minlerin dedikodusunu yapmak, onlarla alay etmek, onlara lakap takmak, gıybet etmek, onların ayıbını araştırmak ve dinde ukalalık etmek her zaman yerilmiş ve kınanmıştır. Bunları yapanların ateşle terbiye edileceği onlarca ayette ve yüzlerce hadiste izah ve ilan edilmiştir.
İlim amel ilişkisi denilince onlarca kitabı tabir yerindeyse yutmuş, yüzlerce kitap yazmış olanlardan başlamak gerekmez. Onlardan başlarsak nefis muhasebesi yapamayız. Dedikodu yapmayacağız derken, ona buna akıl verirken kendimizi unuturuz. Şu soruları kendimize sormalıyız: “Biz neyi ne kadar biliyoruz? Bildiğimizle nasıl amel ediyoruz? Bu bilginin ve amelin bizden başkasına faydası ve zararı oldu mu? Ben bundan nasıl hissedar olurum?”
Dinin temel konularında ilimsizlik yoktur. Efendimizin yüzyıllar öncesinden haber verdiği gibi helaller de bellidir, haramlar da bellidir. Aralarındaki şüpheli şeylerde ihtiyat gerekir. İhtiyatlı davranmayanlar onurlarını ve şereflerini tehlikeye atarlar. İhtiyatlı yaşayarak kimse dünyasından çok bir şey kaybetmez. Ancak ihtiyatsız yaşayanlar ahiretini kaybedebilirler.
“İlim amel bütünlüğü olmayan Müslüman bir kişide ne gibi zafiyetler oluşur?” diyorsunuz. Bir ölçüde benim bakış açım bellidir. Ben fertlerle çok ilgilenmem. Bu soru ferdi ve şahsı ilgilendiren bir sorudur. Ama topluma verdiği zararlarını değerlendirebiliriz.
Konuya anne baba, aile büyükleri ve âlimler olarak bakarsak bildiklerini yapmayanlar diğerleri nazarında hor, aşağı ve değersiz olmakla kalmazlar, savunduklarına da kimseyi ikna edemezler. Evde Müslüman anne ve baba olmanın rol modelliğini kaybederler. Hatta imanın yüceliği, doğruluk ve sadakatin ulviliği, kardeşlik, birlik ve beraberlik gibi savundukları değerleri de kişinin gönlünde yıkarlar. Böylelere âcizane tavsiyemiz lütfen evinize çekilin ve nefis muhasebesine başlayınız. Her birimizin başımızı yastığa koymadan önce yaptığımız gibi. Muhasebe yapınız.
Peygamberimizin konuyla ilgili hadislerinden bize hatırlatacaklarınız var mı?
Bu konuda en dikkat çeken hadis-i şeriflerden biri belki de “Kıyamet gününde bir adam getirilir, ateşe atılır, ateş içinde değirmen taşı gibi dönmeye başlar. Cehennem ehli onun etrafını çevirirler: “Ey falan! Sen bize iyilikleri emreder, fenalıkları yasaklar değil miydin” derler. “Evet, ama ben size emreder, kendim yapmazdım; sizi yasaklar, kendim yapardım.” der.” hadis-i şerifidir.
Kur’an’da ilim amel bütünlüğü nasıl işlenmiş?
Bu konuda onlarca örnek verilebilir. Ancak peygamber kıssaları bunun en güzel örnekleridir. Onlar gibi yapmalıdır. Ya da İsa aleyhisselam’ın havarileri gibi, Efendimizin sahabeleri gibi yapmalıdır. Âl-i İmran suresinin 146. ayetinden 148. ayetine kadar bir birliktelikten, bir mücadeleden bahsedilir. Bu mücadele peygamberi ile, ümmeti ile yapılan topyekûn bir mücadeledir. İşte öyle olmalıdır. Ayette konu şöyle kıssa edilir;
“Nice peygamberler vardı ki, kendileriyle beraber birçok Ribbiyyun (Allah dostları) çarpıştılar; Allah yolunda başlarına gelenlerden yılgınlık göstermediler, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever. Onların sözleri ancak “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve ayaklarımızı diret, kâfirler güruhuna karşı da bize yardım et!” demekten ibaretti. Allah da onlara hem dünya nimetini hem de ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah güzel davrananları sever. ” (Âl-i İmran,146-148)
Buradaki Ribbiyyun âlimler; vizyon sahibi insanlardır. Bunlar Ümmetin geleceğini inşaya gayret edenlerdir. Peygamber varisi yöneticilerdir. Her kademede marufun öğretilmesine, yaşanmasına ve yaşatılmasına gayret gösterenlerdir.
Günümüz Müslümanlarının sorunu ilimsizlik mi? Amelsizlik mi?
Kanaatim, sorun ilimsizlikte değil çevresel faktörlerin bilgiyi pratiğe dökmeye olumsuz etkilerinde yani hâlâ çevre çok baskıcı. Dikkat edin, iyi öğretilmemiş demiyorum; iyi eğitilmemiş aileler, ıslah edilmemiş ev ve çevre şartları, alkol, uyuşturucu, fuhuş, sözüm ona çağdaş kültür normları vs. yeni nesli bilmesine rağmen uygulamalarına olumsuz etki ediyor. Tabi ki imtihan salonundaki sınav çeşitliliği başarıyı zorluyor. Buna birde bir şeyler bildiğini iddia eden ve halkın gündeminde olmayan ilgisiz konuları sanki bilgi derinliklerini yarıştırırcasına birbiriyle hakaretamiz bir şekilde tartışan âlimler eklenince imtihan salonu daha da hareketleniyor.
İlmimizi amele dökmemiz için neleri tavsiye edersiniz?
Allah’tan korkmalıyız. İmanımızı sürekli taze tutmalıyız. Kibirden ve riyadan uzak durmalıyız. Dünyanın geçici olduğunu unutmamalıyız. Allah’ın gönderdiği kitapları iyice öğrenip akıl erdirdikten sonra menfaatleri ve kibirleri için âlim kisvesinde olanların tahrif ettiğini unutmayalım. İhlâs ve samimiyetten ayrılmayalım. Allah’ın semi’ ve basar olduğunu ve sürekli murakabesinde olduğumuzu unutmayalım. Lokman aleyhisselam’ın oğluna nasihati aslında öğüt dinleyen her mü’minedir.
İlmin kibri olur mu? Varsa tövbesi nedir?
İlmin kibri olmaz. Âlimin kibirli görüneni olabilir. Bu hal de göreceli bir şeydir. Şayet kişi kalbinden gerçek manada kibirli ise bu kişi âlim değil çokbilmiştir. Bazen kibri ve tevazuyu da karıştırabiliyoruz. Zira bu iki kavramda fiillerle ortaya çıkarlar. Yani zamanlı ve mekânlı şeylerdir. Kişiye ve o anki olaya baktığımız duygu dünyamız önemlidir. Tıpkı aşağıdan bakınca dağları çok yüce mağrur görüp zirvesine ulaşınca aslında çok da yüksek olmadığını düşündüğümüz gibi.
Âlim kişi peygamberimizi örnekler; O, ne ilmini ve hakikatleri anlatmasının engellenmesine müsaade eder ne de ilmin ve âlimin pespaye olmasına müsaade eder. İlmi hakikatleri engelleyenlere ve hakikate düşman olanlara karşı tıpkı gerçek örneği olan Efendimiz gibi karşı koyar. Tevazu âlime en çok yakışan tavırsa da her ilmin ve her konumun bir vakarı vardır. Âlimden tevazu bekleyenler Allah’ın ayetlerde ve Resulü’nün hadis-i şeriflerde övdüğü âlimlere gereken saygıyı göstermelidir. Âlimin Allah katındaki derecesini anlayamayanlar âlimlerin vakur duruşunu kibir zannedebilirler. Nasıl ki anne ve babanın hatta sınıftaki öğretmenin tevazusunu acziyet sayan gençler evin ve okulun düzenini bozarsa buna müsaade etmek ne bilge bir babaya ne de bir âlime yakışmaz.
Tövbe kapısı hepimiz için gece ve gündüz her zaman açıktır ve herkes için aynıdır. Hiçbirimiz unutmayalım ki dünya fanidir. Zümer suresinde bahsedilen gün mutlaka gelecektir. Kalplerimizi ve amellerimizi o güne göre ayarlayalım.
“Yer, Rabbinin nuru ile parlamıştır. Kitap (ortaya) konmuş, peygamberler ve şahitler getirilmiş ve aralarında adaletle hükmedilmiştir. Onlara asla haksızlık edilmez. Herkese ne amel yaptıysa karşılığı tam olarak ödenmiştir. Allah, onların yaptıklarını en iyi şekilde bilmektedir.” (Zümer, 69-70)
Bize vakit ayırıp içten cevaplar verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Son bir şeyler söylemek isterseniz bize neler söylersiniz?
Herkesin hatası ve yanlışı olur. Efendimizin “Rabbim ilmimi ve anlayışımı artır ve beni salihlerle beraber et.” duasına devam edelim.