Korkusuz Korkak

Korkusuz Korkak

Kötü ahlaklardan temizlenmiş, Kur’an ve sünnet ahlakıyla ahlaklanmış, imanın tadını alabilen bir mü’min olabilmenin şartlarından biri de korku ve ümit arasında olmaktır. Bu, kalbi selamette kılmanın en mühim yollarındandır. Daha veciz bir ifadeyle mü’min kalbinin çok önemli bir özelliğidir. Çünkü iman korku ve ümit arasında sıhhat bulur, kendine gelir ve olgunlaşır.

Günlük hayatımızda sıkça işitiriz kimileri “Allah’tan kork!” derken kimileri de “Allah’tan ümit kesilmez!” derler. Tamam, ama hangisini yapacağız? Ondan korkacak mıyız yoksa ümitli mi olacağız? İkisini de yapamaz mıyız? Hem Allah’tan korkup hem de ondan ümidimizi kesmemek! Mümkündür  ve güzel olan da budur. Fakat bu bir kıvama gelmekle olur.  Kötü olan bunlardan birine saplanıp kalmaktır. Akıllı kişi Allah korkusu ile onun rahmetini umar. Akılsız ise arzu ve isteklerine teslim olup, Allah’ın rahmetini umar. Cehennemlik işler yapıp cenneti beklemek ahmaklık değil de nedir?

Korku ve ümit, hayatımızın eksi ve artı kutuplarıdır. İki taraf da olmadan bataryaların işe yaramadığı  gibi korku ve ümit de bir arada bulunmadığı zaman kâmil bir imandan söz etmek zordur. Hiç kimse Allah’ın rahmetine güvenerek azabından emin olamaz. Yine hiç kimse rahmetinden ümidini kesip kurkuyla Allah’ın azabını düşünerek yaşamamalıdır. Her müslümanın korku ve ümit içinde (Beynel havf ve’r-rec a) yaşaması gerekiyor. İman ve kulluk üzere yaşarken azap endişesi duymalı, günah ve tuğyan içinde de kalsa rahmet ümidini eksik etmemelidir.

Rasululah (s.a.v.) korkmayan kalpten Allaha sığınıyor. Kalpte korku olmalı ama Allah korkusu olmalı. Sadece Allah’tan korkan nesiller yetiştirmemiz gerekirken, her şeyden korkup yalnızca Allah’tan korkmayan nesiller ortaya çıkıyor. Allah Teala “İnsanlardan korkmayın benden korkun.’’ (Maide, 44) buyururken, bırakın insanları, böcekten korkup Allah’tan korkmayan korkusuz korkaklar var. Allah’tan korkmadığını söyleyen birisi Allah’ı bilmiyor demektir. Korku ile ilim arasında kuvvetli bir bağ vardır. Aslandan korkmak için ceylan olmak gerekir. Aslanı ceylan iyi bilir. Çünkü  “Ondan ancak ilim sahipleri hakkıyla korkar.” Bu korkuyla da Allahın nehyettiklerini terk edip, emrettiklerine koşan gerçek muhacirler olurlar. Rabbimiz “İşte size vadedilen bu cennet ki o, Allah’a yönelen, emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahmandan korkan ve Allah’a yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere mahsustur.’’ (Kaf, 32-33) buyuruyor. Rabbimizi iyi tanımalıyız. Onun sonsuz ve sınırsız olan özellikleri arasında rahmetinin, korku ve haşyetinin sınırsızlığı da vardır. Rasulullah (sav) bu konuda şöyle buyuruyor:  “Eğer mü’min Allah’ın azabının niceliğini bilseydi, cennet ümidine kapılmazdı. Kafir de Allah’ın rahmetinin nitelik ve niceliğini tam olarak kavrayabilseydi, onun cennetinden asla ümidini kesmezdi.” (Müslim)  diyor. Biz şu korkusuz halimizle Mevlana’nın mesnevisinde bahsettiği “Korkusuz Kaptan Sinek”ten çok da farklı değiliz. Sinek, küçük ve kirli bir su birikintisinin üzerinde yüzen bir saman çöpünün üzerine konar. Saman çöpü suda ilerledikçe “Burası okyanus olmalı bu da benim gemim, ben de dünyanın en cesur ve en büyük kaptanıyım.” demeye başlar. Bizim de elimizdeki güç ve imkânlar bazen haddimizi aşmamıza sebep oluyor.

Allah Korkusu, Allah sevgisinden ayrı bir şey değildir. Onun sevgisini kaybetme korkusu bize korku olarak yeter de artar. Onun sevgisine layık olmayan zaten en değerli varlığını kaybetmiştir. Bu nedenle kul  bu mükâfatı kazanmanın ümidiyle onu kaybetmenin korkusunu birlikte taşımalıdır. Allah’ın bize hazırladığı sondan kaçış yoktur. Bizi nasıl yaşatıyorsa vakti geldiğinde öldürecek olan Allah’tan sığınabileceğimiz tek sığınak yine Allah’tır. Gazabı gibi rahmeti de haktır. Bunu düşünerek ümit etmekten başka bir yol da yoktur. Kurtuluş için ibadet ve taatlerimiz yetmez. Kurtuluş Allah’ın lütuf ve rahmetidir. Biz bu rahmeti ve lütfu umarak ibadet ederiz. Hz. Peygamber dahi Allah’ın koruması ve rahmeti sayesinde kurtulduğunu ifade ediyor. Rasulullah (sav) son anlarını yaşayan genç bir sahabenin yanına gider.  Ona  “Ne durumdasın?’’ diye sorar. Genç  Sahabe: “Ya Rasulallah! Allah’ın rahmetinden ümitliyim kendi günahlarımdan da korkuyorum.”deyince Rasulullah (sav) ‘’Bu ikisi yani ümit ve korku hangi kulun kalbinde böyle bulunursa, Allah Teala kendisinden beklenen ümidi lütfeder, korktuğu şeyden de ona güven ve emniyet bahşeder.’’ (Cem’ül-Fevaid)  buyurur.  Yani Allah Teala kulunun rahmet ümidini boşa çıkarmıyor. “Bizim ayetlerimize ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman secdeye kapananlar, büyüklük taslamadan Rablerini tesbih edenler, çok ibadet etmekten vücutları yataktan uzak duranlar, Rablerine KORKU ve ÜMİT ile dua edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak edenler inanır.” (Secde 15-16) ayetleri  Rabbimize yakarırken dahi kalbimizin alması gereken şekli haber veriyor. Görüldüğü zaman Allah’ı hatırlatan insan da işte bu yolla oluyor.

Yalnızca Allah’tan korkan ve ondan ümidini kesmeyen insan yerinde duramaz. Bu duyguların verdiği enerji  ve heyecan ile hep Allah’ın razı olacağı işlerin peşinde koşar. Allah’dan korktuğumuzu  ve ondan asla ümit kesmememizi  her fırsatta söyleyen bizler Allah için ne kadar koşuyoruz? Bu korku ve ümit hayatımızda neyi değiştiriyor? Yoksa buda mı lafta kaldı? Korku ve ümidin bizde etkisini göstermesi, bu etkilerin az veya çok olması bizim bu manada ne kadar samimi olduğumuzun da bir göstergesidir. Korku ve ümit  dilimizi yalandan, gıybetten,  iftiradan, boş şeyler konuşmaktan men etmeli; onu Allah’ın zikriyle, kur’an’la, ilimle meşgul etmelidir. Kalbimizi mü’minlere buğzetmekten, hasetten, zalimlere ve kâfirlere sevgi beslemekten men etmeli;  Allah için sevmeye ve Allah için buğzetmeye sevketmelidir. Midemizi haram yiyecek ve içeceklere karşı iştah duymaktan men  etmeli; helal olana yönlendirmelidir. Ellerimizin harama uzanmasını men etmeli; hayırlara açılmasını ve hakka uzanmasını temin etmelidir. Ayaklarımızı haram ve kötülük yolundan, zulme doğru yürümekten men etmeli; hayır ve taat yolunda ibadet, sohbet ve hizmete gitmeye teşvik etmelidir. Kalbimizdeki korku ve ümit duyguları bunlardan başka haram olan, Allah’ın nehyettiği ne varsa onlara karşı şehvet ve isteği  men etmeli; her türlü istek ve arzuyu hayra yöneltmelidir. Bu saydığımız uzuvları kötülük ve günahlardan korumaya ‘’takva’’ denir. O halde ‘’Beynel – Havf ve’r-Reca’’ bizi takvaya götürmelidir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem :

“Cennet size ayaklarınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.” derken korku ve ümidi temsil eden cennet ve cehennemin insanoğluna aynı yakınlıkta olduğunu belirtiyor. Hz Ömer bu kıvamı şu şekilde ifade ediyor: “Eğer bir kişinin cennete gireceğini bilsem. O bir kişinin ben olabileceğine ümit ederim ve Allah’a güvenirim. Yok, eğer sadece bir kişinin cehenneme gireceğini bilsem. O kişinin ben olabileceğini düşünür ve Allah’tan korkarım.”

İnananlar olarak sadece korkuyla veya sadece ümitle değil, uç noktalarda değil, İkisi arasındaki korunaklı yerlerde yaşamamız tavsiye ediliyor. Korku ve ümit bize dengeli bir hayatı ve kazançlı bir ahireti sağlayacaktır. Rab Teâlâ bizleri bu hassas dengeyi kurabilen ve koruyabilen müstesna kullarından eylesin.

KAYNAKLAR

1.Ölçüler Dengeler (Zeki Soyak)
2.Kalplerin Keşfi (İmam Gazali)
3.Hadislerle Gerçekler (İ.Lütfi  Çakan)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.