20. YÜZYILDA GÜZİDE BİR AİLE: TOPBAŞ AİLESİ

Toplumun çekirdeği ve özü mesabesinde olan aile, aynı zamanda önemli bir eğitim müessesesidir. Özellikle fertlerin karakter ve ahlaki hususiyetleri büyük ölçüde aile ortamında şekillenir. Karaktersizce hareket eden birisi için “Okul mektep görmemiş, üniversite okumamış…” demezler fakat “Bu adam aile terbiyesi almamış.” derler. Bu sebeple belki öğretim için okullar önemlidir, lakin eğitim hususunda hiçbir kurum aile kurumuyla boy ölçüşemez. Çocuk; cömertlik-cimrilik, doğruluk-yalancılık gibi her türlü karakter hususiyetini anne babasını gözlemleyip taklit etmek suretiyle kazanır.
Atalarımız “Asil azmaz, bal kokmaz.” demekle ailenin fert hayatındaki önemine dikkat çekmişlerdir. Lakin bu, genel bir ifadedir. İstisnaları elbette olmakta; âlimden zalim, zalimden âlim doğabilmektedir. Mesela Hz. Nuh’un dört oğlundan biri inançsız idi. Hz. İbrahim, putperest bir babanın salih evladıydı. Fakat genel itibariyle bakılırsa “Hz. İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve Yusuf aleyhisselam” örneğinde olduğu gibi peygamberlerin pek çoğunun birbiri ile akraba olduğu görülmektedir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selemin mübarek soyundan gelen seyit ve şeriflerin genel itibariyle mütedeyyin ve muhterem insanlar olduğu görülmektedir.
Topbaş ailesi de aslen Konya Kadınhanlı olup 1917 yılında İstanbul’a hicret etmiş, cömertlik ve faziletleriyle meşhur güzel bir ailedir. İslam Konferansı Örgütü genel sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası Yozgatlı Müderris İhsan Efendi, Topbaş ailesi hakkında şunları söylemektedir: “Ahmed Hamdi Topbaş ve ailesi; oğulları Nuri, Hulusi, Musa, Muammer ve Abidin Beyler; dua almış bir ailedir. Böyle, erkeği, kadını, büyüğü küçüğü Allah yolunda olan namazlı, abdestli, zekâtlı, faziletli bir aile zor bulunur. Birçok asil aileler vardır da, amelin, takvanın, İslam terbiyesinin kesilmeden devam etmesi, ailelerde zor oluyor. Bunlarda ise devam ediyor… Bunlar, Avrupa’ya gitmekten çok Hicaz’a, Harem-i Şerif’e gelmeyi severler. Her sene de gelirler…”
Hem zengin olup hem de mütevazı ve cömert olmak gerçekten çok zordur. Topbaş ailesinin fârik vasıflarından birisi cömertliktir. Her türlü İslami faaliyeti, meşrep ve mezhep taassubu göstermeksizin desteklemişler, fakir fukaranın yanı sıra İslam âlimlerini koruyup kollamışlardır. Musa Efendi Hazretlerinin dedesi Mehmed Hulusi Efendi, su sıkıntısı çeken Kadınhan’a her gün yüzlerce işçi çalıştırarak 14 km.lik mesafeden kanalla su getirtmiştir. Bu iş için servetinin yarısını harcadığı rivayet edilir. Musa Efendi Hazretlerinin babası Ahmed Hamdi Topbaş, Cumhuriyet döneminde işsiz güçsüz kalan medrese hocalarına aylık maaş bağlayıp zor günler yaşayan âlimlerimizin geçimlerine vesile olmuş; buna mukabil hususi taksi yerine trene binmeyi tercih edecek kadar iktisada riayet etmiştir. Tasarruf mevzusunda son derece hassas olup fuzuli en ufak bir harcamaya yer vermeyen bu güzide ailenin fertleri tasadduk mevzu bahis olunca alabildiğine eli açık olmaktadırlar. Musa Efendi de tıpkı babası gibi bir peçetenin yarısını kullanıp yarısını da yırtıp bir sonraki sefer kullanmak üzere cebine koyacak kadar iktisada riayet etmiştir. Buna mukabil darbe sonrası günler gibi sıkıntılı dönemlerde pek çok İslam mütefekkirine yardım etmiş, bazılarının yurt dışına çıkmasına ve orada geçimlerini devam ettirmesine vesile olmuştur. Topbaş ailesi İslam âlimlerini ve İslam adına çalışan her insanı koruyup kollamayı bir vefa borcu olarak görmüştür. Zira bu güzel ailenin fertlerinin fârik vasıflarından birisi de vefa sahibi olmalarıdır. Musa Efendi Hazretlerinin ilk oğlu Osman Nuri Efendi’nin doğumundan sonra doktorlar ümitsizce konuşmuşlar, buna rağmen genç bir hemşire, anne şefkatiyle onunla ilgilenip hayata tutunmasına vesile olmuştu. Musa Efendi bu hemşireye o zaman türlü türlü ikramlarda bulunmuştu. Aradan 50-60 sene geçtikten sonra yine o hanımefendiyi buldurup hatırını almış ve yine pek çok ikramlarda bulunarak güzel bir vefa örneği sergilemişti. Musa Efendi Hazretleri, üstadı Mahmud Sami Ramazanoğlu hazretlerine de vefa ve sadakatle bağlı idi. Kış aylarının başında sevenleri ziyarete gelmişti. Musa Efendi soğuk evinde battaniyeye sarılı bir şekilde oturuyordu. Niçin sobayı yakmadığını sordular. “Üstadımız henüz sobasını yakmadı.” cevabını verdi. Sami Efendi Hazretleri’nin niçin sobasını yakmadığını sordular. “Fakirler henüz sobalarını yakmadıkları için…” cevabını verdi.
Topbaş ailesinin bir özelliği de dillere destan cömertliklerini, nezaket ve mahviyetle süslemeleridir. Bosna Hersek’teki katliamın ardından oradaki yaraları sarmak için bir sohbet meclisi sonrası yardım toplanılmaktaydı. Herkes gücü nispetinde kendi adına infakta bulunuyordu. Musa Topbaş (k.s.) yüklü meblağda bir para uzatırken “Bir dostun buraya verilmek üzere fakire emaneti!” diyerek takdim etmişti. Ehl-i basiret müstesna orada bulunanlar bu parayı bir başkasının verdiğini zannetmişti. Ancak onun emanet dediği kendi malı, dost dediği ise Allah Teâlâ Hazretleri idi.
18 Temmuz 1994’te vefat eden Muammer Topbaş hakkında da Mustafa Bilge şunları anlatmaktadır: “1975 yılında babam (Fehmi Bilge) felç olmuştu. Bir akşam eve geldim. Babamı ağlar buldum. Üzüldüm. ‘Babacığım, ağrıların, acıların çok mu arttı?’ diye sordum. Babam dedi ki: ‘Hayır oğlum, kendime ve acılarıma ağlamıyorum. Muammer Bey’in işi bozulmuş, ona ağlıyorum. Çünkü analar bir Muammer daha doğuramaz. Biz onunla yirmi yıldan fazla İlim-Yayma’da çalıştık. O, en çok verenimizdi, en az konuşanımızdı ve kapıya en yakın oturanımızdı. Böylesi bulunur mu?’”
Topbaş ailesinin bir önemli vasfı da çocuklarının dini eğitimi ve terbiyesi için adeta titremeleridir. 1917 yılında İstanbul’a hicret eden Ahmed Hamdi Efendi Eminönü’ndeki işyerine yakın olması sebebiyle başta Aksaray Laleli’ye yerleşmiş fakat oradaki çevrenin ailesi için mahzurlu olabileceği endişesiyle kısa bir süre sonra nezih bir ortam olan Erenköy’e taşınmıştı. Ailesinin maneviyatı için evi ile işyeri arasındaki mesafenin bir hayli artmasına aldırış etmedi. Ahmed Hamdi Efendi oğul ve torunlarının dini eğitim almaları ve Kuran-ı Kerim öğrenmeleri için her türlü zorluğu göğüslemişti. O sıkıntılı zamanlarda hocalar Kuran öğretmeye cesaret edemezlerdi. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Ahmed Hamdi Efendi köylü bir hocaefendi bulup çocuklara eğitim vermeye onu ikna etti. Ona: “Herkes seni bahçıvan olarak bilecek. Her gün bahçede birkaç saat sulama işi ile meşgul olur, sonra kimseye görünmeden evin arkasındaki küçük kapıdan girer, yavrulara dersini verirsin.” diye tembihatta bulundu. Topbaş ailesi çocuklarının manevi tahsilini her zaman maddi tahsilinin önünde tutardı. Musa Efendi lise ikinci sınıfa kadar tahsil hayatına devam etmiş fakat babası Ahmed Hamdi Efendi okullardaki ahlaki ve manevi gidişatı tasvip etmediğinden oğlunun ticari hayata geçiş yapmasını sağlamıştı.
Bizler de aile hayatımızda bu nezih aileyi örnek almalı, onların güzelliklerini hayatımıza taşımalıyız. Bilhassa çocuklarımızın dini eğitimleri mevzusunda büyük hassasiyetler göstermeliyiz. Okulların 20.yüzyıldaki ahlaki vaziyeti ile şimdiki ahvalini mukayese edip elimizi başımızın arasına koymalıyız. Acaba çocuğumuzun maddi tahsili mi manevi tahsili mi bizim için daha önemli? Kuran Kursları ve İmam Hatip okulları mı bizim için öncelikli yoksa karma eğitim veren okullar mı? Yüzakı nesillere sahip olmak istiyorsak doğru cevabı bulup o istikamette hareket etmeliyiz.
Bütün güzel özelliklerini 21. yüzyılda da devam ettiren Topbaş ailesi dileriz ki kıyamete kadar böyle devam eder. Yine Cenab-ı Hak’tan dileriz ki bizim ailelerimiz ve nesillerimiz de kıyamete kadar salihlerden olur… Amin.
Kaynak: Ergül Adem; Sahibü’l-Vefa Hace Musa Topbaş, Erkam Yayınları, İstanbul 2008.