ZÜMER SURESİ

İnsanı yaratan, ona iyi ve doğru yolu vahiy yoluyla ileten, bununla da kalmayıp örnek ve önder şahsiyet gönderen Allah’ın şanı ne yücedir bizi başıboş bırakmadı, hata ve kusurlarımızdan dolayı bizleri kulluktan reddetmedi, kendini inkâr edeni bile besledi, yedirdi, içirdi, ona mühlet verdi. Böyle bir yaratıcıya boyun eğilmez de ne yapılır? Rabbimiz bizden sadece kendisine kul olmamızı istiyor ve ahirette sadece bundan razı olacak. Rabbim bizleri has kullarından eylesin. Ona giden yolları sevimli, güzel kılsın…
Uzun süredir devam ettiğimiz kurana yolculuğun bu ayki misafiri Zümer suresi. Suremiz, Mushaf’taki sıralamada otuz dokuzuncu, iniş sırasına göre elli dokuzuncu sûredir. Sebe sûresinden sonra, Mü’min (Gâfır) sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemesi gerektiğini belirten 53. âyetten itibaren üç veya yedi âyetin Medine döneminde indiği yolunda rivayetler varsa da bu rivayetler zayıf bulunmaktadır.Sûreye ad olan ve “guruplar, topluluklar” anlamına gelen “zümer” kelimesi, inkarcıların gruplar halinde cehenneme sürüleceğini, müminlerin de yine topluluklar halinde cennete götürüleceğini anlatan 71. ve 73. âyetlerde geçmektedir. (1)Rabbimiz dünyada iken hangi grubun içindeysek kalben kimlere yakınsak kimin yolunda gidiyorsak ahirette de onlarla beraber kılacak bizleri. Duamız odur ki salihler zümresinden olalım.
Sûrenin temel konusu Allah ve âhiret inancıdır. Bu çerçevede hiçbir şeyin Allah’a ortak ve denk tutulamayacağı, O’nun mutlak ve eşsiz yaratıcı olduğu, bu nedenle insanın her durumda O’na yönelip bağlanması gerektiği belirtilmekte; bu şekilde inanan ve yaşayanların ulaşacağı ahiret nimetlerine ve cennet hayatına dair bilgi verilmekte; inkarcıların olumsuz duygu ve davranışları değerlendirilmekte; bunların kötü sonuçları hakkında uyarıda bulunulmaktadır. Her şeye rağmen Allah’ın rahmetinden ümit kesilmesinin doğru olmadığı, çünkü Allah’ın, dönüş yapıp kendisine yönelenlerin bütün günahlarını bağışlayacağı müjdelenmekte ve insanlar, âhiret azabıyla yüz yüze gelmeden önce, fırsat eldeyken inançlarını ve yaşayışlarını düzeltmeye çağırılmaktadır. Sûre, müminlerin âhiret mutluluğunu tasvir eden âyetlerle son bulmaktadır. Hz. Aişe, Resûlullah’ın genellikle her gece yatmadan önce Zümer ve Benî İsrail (İsrâ) sûrelerini okuduğunu söylemiştir.(2)Allah ve ahiret inancı kişide otokontrolü sağlar. İnsanın dünyaya geliş esprisini anlatır. Yaşam ve ölümün hikmetini ortaya koyar. Bir önceki suremizde ve bu suremizde de Allah’ın varlığına ve birliğine değinilir. Tevhit inancı İslam’ın temel konularından biridir. Sık sık tekrar edilmesinin sebebi de budur. Allah’a katıksız iman edenler, kurtuluşa erenlerin ta kendileri olacaklardır. İslam dinini güzel kılan sebeplerden biri de her şeye rağmen Allah’tan ümit kesilmemesidir. Öldükten sonra hesaba çekileceğine inanan insan rahatça kul hakkı yiyebilir mi, mazlumun bedduasını alıp yetimin hakkını gasbedebilir mi, dünyanın geçici nimetleri için İslami kişiliğinden taviz verebilir mi, tabi ki bunları yapamaz. Bunun yanında insan, hata yapabilen varlıktır. Zaten hatasız olsaydı o dünyadan giderilir yerine yeni topluluklar getirilirdi. Hata yapanın en hayırlısı tövbe eden değil midir? Allah’ın rahmetinden umut kesmeyendir. Allah kendisine dönüş yapanların tüm günahlarını bağışlayacağını bu suremizde vaat eder, müjdeler. Sadece bu vaat bile İslam’a girip yaşantımıza çeki düzen vermemize vesile olmalıdır. İnancımızın göstergesi, yaşantımızdır. Bugün geldiğimiz noktada kimse kimsenin inancından şüphe içinde değildir ama herkes herkesin yaşantısından, tavır ve davranışlarından, verdiği zararlardan,ifsattan,yalandan,riyadan şikayetçidir. O halde hayatımızda doğru gitmeyen bir şeyler olduğunu söyleyebiliriz. Daha az konuşup daha fazla çalışmalıyız. Bu çalışma kendimizi ve toplumu ıslah edici çalışmalar olmalıdır. Ailemizi ıslah edici faaliyetler olmalıdır. İşte böyle güzel yaşantısı olanlara suremizde müjdeler verilir. İşte suremizin son ayetleri adeta ayaklarımızı yerden keser:
“Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da guruplar halinde cennete sevk edilecek. Nihayet oraya vardıklarında cennetin kapıları açılmış olacak; bekçileri onlara, “Selam size! Hoş geldiniz! Ebedî olarak kalmak üzere buyurun girin cennete!” diyecek. Onlar da “Bize verdiği sözü yerine getiren ve cennetten bize dilediğimiz yerinde mesken kurabileceğimiz yurt bağışlayan Allah’a hamdolsun!” diyecekler. Çalışıp çabalayanların ecri ne güzeldir! Meleklerin de Arş’ın çevresinde dönerek Rablerini hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Böylece insanlar hakkında doğruluk ve adalet ölçüsüne göre hüküm verilir ve şöyle denir: Bütün övgüler âlemlerin rabbi olan Allah içindir.“zümer suresi 73-75
Ne mutlu cennette “Bütün övgüler âlemlerin rabbi olan Allah içindir. “diyebilene. Ne mutlu bu sözü dünyada kendine ilke edinene.
Suremizin 9.ayeti adeta uykularımızı böler, hayata bakış açımıza yön verir, bizi sarsar, rahata düşkünlüğümüzü sorgulatır: “ (Bu adam mı,) yoksa âhiret kaygısıyla ve Rabbinin rahmetine nail olma ümidiyle gece vakitlerinde secde ederek, ayakta durarak kendini ibadete veren kişi mi (daha iyi)?” De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Doğrusu ancak akıl iz ‘an sahipleri bunu anlar. “Rabbimiz bizi de o akleden izan sahiplerinden kılsın. Bilmek, bizi sorgulatan ve eyleme götüren bir bilme olmalıdır. Peygamberimizin dilinden faydasız bilme, bilme değildir. Faydalı olan, iyileştiren, güzelleştiren bilme, bilmedir. İlla amel şarttır.
Bu surenin, kendisinden önceki (Sâd) süresiyle ilişkisi şu iki noktada kendisini göstermektedir:
1- Allah Tealâ, bir önceki sure olan Sâd suresini, “O, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.” buyurarak bitirmekte, bu sureye de “Bu kitabın indirilmesi, Aziz ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.” diye başlamaktadır. Bu durumda adeta şöyle denmiş olmaktadır: “Bu Zikir, Allah katından gelen bir indirmedir.” Şu halde bu ikisi bir tek ayet gibidir ve aralarında kuvvetli bir irtibat ve kaynaşma vardır.
2- Allah Tealâ Sâd suresinin sonunda Adem (a.s.)’in yaratılışı kıssasını, bu surenin ilk kısmında da başlangıçtan sonuna kadar bütün mahlukâ-tın ahvalini zikretmekte ve bunu, önceki surede zikredilen Hz. Adem’in yaratılışı ile ilişkilendirmektedir.(3)
İbn Abbas (r.a)’dan nakledildiğine göre, şirke düşen ve çeşitli günahları işleyen bazı kişiler, Hz. Muhammed (s.a.s)’e gelmişler ve: “Senin anlattığın ve insanları ona davet ettiğin yol (din), güzel bir şeydir. Yaptığımız çeşitli kötülükleri affettirecek herhangi bir şey var mıdır? Bize bu hususta bir bilgi verir misin?” demişler. Bunun üzerine aşağıdaki âyet nazil olmuştur:
“(Tarafımdan onlara) de ki: Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok esirgeyen, çok bağışlayandır” (53.ayet)Müslüman, umutsuz olmayandır. Her şartta ve ortamda bütün olumsuzluklara direnen, çalıştıktan sonra rabbine tevekkül edendir. Bu güzel dinimizin ilahi bir din olduğunun en büyük delillerinden biri de budur. Kuluna küsen ondan yüz çeviren bir rab değil, affeden bağışlayan bir rab….Elhamdülillahı rabbil alemin….
KAYNAKLAR:
1-Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/521.
2- Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu: IV/522.
3- Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/241.