Zor Zamanlarda Müslüman Kalmak

Zor Zamanlarda Müslüman Kalmak

Henüz 18’ini yeni bitirmiş bir kızdı Nihal (1). Ailesi dini vecibelerini yerine getiren bir aileydi ancak; kendisi tesettürlü veya ibadet ehli değildi. Ailesi ile birlikte ülkemizin büyük şehirlerinden birinde yaşamakta iken, ülkemizin küçük şehirlerinden birinde bulunan 2 yıllık bir yüksekokulu kazandı. Kazandığı bölüm, hayatında kayda değer değişiklikler oluşturabilecek bir okul değildi ama o yine de okula kaydını yaptırdı. Kayıt esnasında tanıştığı diğer kız arkadaşları ile birlikte öğrenci evi kiraladılar. Okula başladıktan kısa süre sonra bir erkek arkadaşı oldu. Hem okumak hem de çalışmak istediğini erkek arkadaşına söyleyince, erkek arkadaşı ona (daha çok ayak takımı kişilerin uğrak yeri olan) bir Cafe’de garsonluk ayarladı.  Ailesinin maddi durumu, çalışmasını elzem kılmıyordu ama o yine de çalışmaya başladı.

Okul ve iş bir arada devam etmekteyken, çalıştığı yere sık gelip giden ve pek çok zararlı alışkanlık mübtelası olan biri onu farketti. Nihal (kendi ifadesi ile) dert dinlemeyi seven bir kimseydi ve adamın kendisine olan yakınlaşmasından/dertleşmesinden, arabasıyla kendisini gezdirmesinden rahatsız olmadı. Muhtemelen bu esnada kendisini daha kıymetli de hissetti ama işler Nihal’in umduğu gibi gelişmedi. Nihal çok geçmeden adamdan kurtulması gerektiğini anladı ancak bazı şeyleri değiştirmek ilk dönemlerdeki gibi kolay değildi artık. Nihal sonunda hamile kaldı. Adamın rahatsız etmeleri devam edince resmi işlemler başladı ve Nihal yatılı bir kuruma yerleştirildi. Nihal ile görüşenler “vicdanını rahatlatmaya çalıştığı” çok kolay fark edebiliyordu. Akıl ve vicdan sahibi olanlar, Nihal’e karşı suçlayıcı bir tutuma girmediler. Çünkü biliyorlardı ki, ona en ağır sözleri söyleyen (onu deyim yerindeyse perişan eden) yine kendi vicdanıydı. Yaşadığı olayları farklı yansıtabilir, kendisi dışındaki pek çok kimseyi suçlayabilirdi ama vicdanı hep en zor soruları soruyordu ona. Ve kendi kendine yalan söylemek çok zordu…

Nihal’e doğumun yaklaştığı hatırlatılıp, doğum sonrası için planının ne olduğu soruldu. Yaşı 18’in üstündeydi ve ondan habersiz ailesiyle irtibata geçilmesi, ailesinin olanlar hakkında bilgilendirilmesi hoş olmayacaktı. Nihal planını çok kısa bir şekilde özetledi: “Doğumu yapıp, çocuğu evlatlık vereceğim. Sonrada kendime yeni bir hayat kuracağım…” Bu plan kusursuz işlerse, işler yolunda gitmiş olacak ve Nihal rahatlayacaktı. Ancak ne hazindi ki Nihal’in planlarında, doğacak olan çocuk için yer yoktu. Nihal’e göre çocuk, kötü bir hatıranın bugüne uzantısından ibaretti ve bu yüzden de bir an önce kurtulması gerekiyordu ondan…

Sancılar artınca Nihal, doğumu yapabileceği ve sonrasında belli bir süre daha kalabileceği uygun bir ile/kuruluşa nakledildi. Ancak nakil öncesi halledilmesi gereken önemli bir problem vardı: Nihal’in ailesi. Çünkü doğum yaz aylarına denk geliyordu ve bu dönemde okul tatildi. Ailesi mutlaka arayıp soracaktı Nihal’i.  Bu problemin çözümü için Nihal’in hocaları devreye girdi. Aileye telefon açan hocalar “Nihal’in stajı var ve çok önemli. O yüzden birkaç ay gelemeyecek. Anlayışınız için teşekkürler” mealinde cümleler kurdular. Sonra Nihal ve çocuğu yeni bir hayat hayali ile yeni bir ile uğurlandı…

Hikâyenin tamamını Allah Teâlâ ve Nihal dışında kimse bilmiyor. Nihal olanları gizlemeyi başarabildi mi acaba? Gerçekten kendisine yeni bir hayat çizebildi mi? Ya o küçük yavru… Evlatlık mı verildi yoksa hala yatılı devlet kuruluşlarında mı kalıyor? Eğer evlatlık verilmediyse, her dönem farklı bir kişiye “anne” diye hitap ederken ne hissediyor acaba? Sorular uzayıp gidiyor ve bu soruların hiç birinin kesin cevabını bilmiyoruz. Ve Nihal de, çocuğu da, onların başına bu işleri açan kişi de bu toplumda yaşamaya devam ediyor…

Ülkemizde yaşanmakta olan olaylardan sadece birini mahremiyet ilkesine dikkat etmek şartıyla aktarmış olduk. Peki, yaşanan bu olayda kimi suçlamalı?

– Kendileri ibadetlerini yerine getirmesine rağmen çocuklarına bunları aktarmayan, çocuklarını mütemadiyen arayıp/sorup/ziyaretine gidip istenmeyen olayların oluşmasını engellemeyen Nihal’in ailesini mi?

– Risk unsurlarını hiçe sayarak cesur kız(!) tavırlarıyla kendisinin ve çocuğunun hayatını mahveden Nihal’i mi?

– Küçük bir ildeki üniversiteye bile sirayet edemeyen, oradaki gençleri manevi değerlerle buluşturamayan STK’ları mı?

– STK olmayı bile başaramayan, mevcut STK’larını bile desteklemekten aciz, bizim gibi tuzu kuruları mı? Ya da soruyu şöyle de sorabiliriz: Bu olay neden oldu?

Olayın oluşumu ile ilgili pek çok neden saymak mümkün ama en temel amil kültür. Toplumumuzun genelinin oluşturduğu kültür ve gençlerin kendi aralarında oluşturdukları alt kültür. Nihal gençler arası alt kültürün oluşturduğu baskıya boyun eğdi sadece. Tıpkı selde sürüklenen kütükler gibi… Getirisi fazla olmasa da sırf itibar için yüksekokula gitti, özgürlükçü takıldı ve ailesinden uzaklaşmayı bir kazanç zannetti. Manevi değerleri önemsemeyerek daha çağdaş olabileceğini düşündü, sevgili edindi, haram/helal hududunu önemsemeden çalışıp gelir elde etmeye çalıştı. Sıkıntılı günler geçirdiğinde bile dini öğelere değil kendi çözüm mekanizmalarına (hocaları devreye sokup ailesini kandırmak, günahsız bir yavruyu evlatlık olmaya veya 4 duvar arasında büyümeye mahkûm etmek vb) güvendi…

Kültüre veya alt kültüre rağmen manevi değerleri yaşamak çok zorlu bir süreç. Bilindiği üzere Mekke ve Arap Yarımadası’nda oluşmuş bir kültür vardı ve Peygamber Efendimiz’in getirmiş olduğu dinin nihai hedefi, cahiliye insanlarının “atalarımızın dini” diye özetlediği bu kültürü kaldırıp yerine “güzel ahlakı tamamlamak” olarak özetlenen yeni/eşsiz bir kültür oluşturmaktı. Ve oluşturdu da. Önceki kültürde değersiz olan kadın, diri diri gömülen kız çocuğu, kat kat faiz altında ezilen insan, sermayesi acımasızca gasp edilen tüccar, emeğinin karşılığını bir türlü alamayan işçi, eşyadan farksız olan köle, çıplak tavaf edilen Kâbe, canlı canlı vücudundan parça koparılan hayvan… Hepsi yeni kültürle gerçek değerine kavuştu. Ancak, yine hepimizin iyi bildiği üzere, bu kültür değişimi hiç kolay olmadı. Sihirbaz, şair vb ithamlar ile kişiliğe yapılan saldırıları fiili saldırılar, fiili saldırıları boykot, boykotu hicret, hicreti savaş, savaşı mümin/münafık ayrımı izleyip durdu.

Mevcut kültüre karşı çıkmak ve kendi inancını yaşamaya çalışmak “zor zamanlarda Müslüman olmak” demek. Ve Ashab-ı Kiram bunu hakkıyla yerine getirdi. Onları takip edenler ve nihayet Osmanlı Devleti/toplumu bu kültürü en zirve noktaya taşıdılar. Öyle ki o dönemde Osmanlı topraklarına uğrayan seyyahlardan Corneille Le Bruyn  “toplumun dilencisiz memleket olmasına” ve “hayvanlar için bile hizmet veren vakıflara”, L.H. Delamarre “misafirperverlik aşkına”, M. De Thevenot “temizlik hassasiyetine”, A. De La Motraye “14 yıl kaldığı halde şahit olduğu suç olaylarının  bir elin parmaklarını bile geçmeyecek sayıda olmasına”, Mouradgea d’Ohsson “yüksek hayâ duygusuna”, Pierre Loti ise “nezaket ve adaba riayet” konularına değinmeden ve takdirlerini dile getirmeden edememiştir. (2)

Osmanlı’nın son dönemi, Cumhuriyetin ilk yılları ve devamında, pek çok istenmeyen olaylar cereyan etti. Dedelerimizi tarif ederken sıralanan pek çok güzel özellik bir bir buharlaştı ve bizler yeniden farklı bir kültür ile karşı karşıya kaldık. Yani bize de bir yerdezor zamanlarda Müslüman olmak düştü. Öyle bir kültür ki; maddi problemlerine çözüm bulmak isteyen veya mülk edinmeye çalışanlar (manevi değerleri önemsediği iddiasında olan bizler tarafından bile) faizli bankalara yönlendiriliyor, pek çok farklı gerekçeyle. Çocuğunu istemeyenler yurt ve yuvalara, kendisinin veya eşinin ebeveynini istemeyenler huzurevlerine yönlendiriliyor, dostları(!) tarafından. Düğün yapacaklara,  çoğu alkolik kişilerden müteşekkil orkestraların iletişim numaraları, kadın/erkek karışık hizmet veren düğün evlerinin yerleri itinayla tarif ediliyor, akrabaları tarafından. Tesettürün ya hiç olmadığı veya anlatıldığı kadar önemli olmadığı, mevcut sistemde faiz ile iştigal edilmesinde sakınca olmadığı, dini yaşamak için sünnete ve hadislere ihtiyaç olmadığı, sınırsız bir ilme sahip olduğuna inandığımız ilahın aslında geleceği bilemeyeceği(hâşâ), islamda reankarnasyonun olduğu, islama göre evrimin mümkün olduğu, ayakkabı ile de kurban olabileceği, kadere imanın bir iman şartı olmadığı, recm cezasının veya kadınların özel hallerinde ibadet edememesi gibi bir durumun İslam’da olmadığı vb hususlar ısrarla anlatılıyor, ilim sahipleri tarafından. Tüm bunlar, bizim isteksiz ve kaytarmaya yatkın yanımızla birleşince, ortaya bambaşka bir kültür çıkıyor ve maddi/manevi krizlerde dini yaşamak daha da zorlu bir hal alıyor maalesef.

Bir de gençlerin kendi aralarında oluşturdukları alt kültür var. Belli bir yaş grubu, etnik kesim vb ile sınırlı olan kültür… 2008 yılında ülkemizdeki 16-24 yaş aralığındaki gençlere yönelik,  geniş çaplı bir araştırma yapıldı. “Gençlik Halleri” diye adlandırılan bu araştırmada çarpıcı sonuçlar ortaya çıktı.(4) Bu arada şunu belirtmeden geçmek haksızlık olur. 2008’den sonra (belki de bu araştırma sonuçları da dikkate alınarak) müspet anlamda pek çok adım atıldı. Kamu ve STK’lar adına açılan ve gençlere pek çok fayda sağlayan Gençlik Merkezleri, İzcilik Kulüpleri, Yaz Kampları, Yaz Kur’an Kursları bunlardan sadece birkaçı. Yani 2008’deki değerlerin değişmiş olması muhtemel ve bizim temennimizde bu yönde. Ancak yine de bu araştırmayı es geçmek mümkün değil. İşte araştırmada ortaya çıkan bazı bulgular…

-Ailelerine haber vermeden bir başka yerde kalabilen erkeklerin oranı %12 iken kızların oranı %9,7(11. sayfa)

-Eğlenmek isteyen genç erkeklerin ilk tercihleri %18,7 oranında bara gitmek. Bu oran 16-24 yaş arası genç kızlarda %12. Eğlenmek hususundaki ilk tercihi Meyhane/Birahane olanların oranı %5,1 (sayfa 25)

-15-24 yaş arası gençlerin %42’si alkollü içki kullanıyor. Bu oran, 18 yaş altı gençlerde %36,3. Dikkat çekici olan bulgu isedindarlık oranı arttıkça alkol kullanımının düştüğünün tespit edilmesi.(sayfa 25)

-Televizyon karşısında her gün 2 saatten fazla zaman geçirenlerin oranı %53,8. Genç kadınların %9,8’i günde 5 saat televizyon izliyor. Genç erkeklerin %67,8’i, genç kadınların ise %58,6’sı interneti en çok chat(sohbet) yapmak için kullanıyor.

-Gençlerin %82’sinin sevgili olmuş veya var.(31)

-16-24 yaş arası gençlerin %31’i zina etmiş. Bu gençlerin %27’si bekar, %31,9’u ise sözlü veya nişanlı. Ev kadınları ve kızları içinde zina oranı %1,5 gibi oldukça düşük bir rakam. Evde kaldıkça zina oranı düşüyor ancak bu defa da TV izleme oranı artıyor…(58)

-16-24 yaş arası gençler STK’larda -neredeyse hiç- aktif değiller.(61)

-Eğitim seviyesi yükseldikçe, sevgililik oranının da arttığı tespit edilmiş. (Belki burada eğitim sisteminin gençleri nasıl etkilediği üzerinde biraz daha kafa yormak gerekiyor.)

-Genç erkeklerin %33,6’sının son 1 yıl içinde silah kullanan arkadaşı olmuş. Daha vahimi ise genç erkeklerin %17,5’inin son bir yıl içinde uyuşturucu kullanan arkadaşının olması.(34-35)

-Genele bakıldığında gençlerin yaşı küçüldükçe internet kullanımının arttığı görülmüş. Bu durum, yeni neslin internetle büyümekte olduğunu gösteriyor.(56)

Bu anket sonuçları göz önünde bulundurulduğunda, Sayın Başbakanın “dindar gençlik” çıkışı sanırım daha bir anlam kazanıyor.

Yukarda tespit edilen bulguların çoğu maalesef, gençlerimizin kendi içlerinde oluşturdukları alt kültürün bir sonucu. Hiç kuşkusuz bu alt kültürü gençlerimiz kendileri icat etmediler. Hollywood filmleri, biri bitip diğeri başlayan ve ülke gerçekleri ile alakasız liseli dizileri (örneğin Arka Sıradakiler, Med-Cezir, Pis Yedili vb…), subliminal mesaj dolu reklamlar vb ile hayatlarına enjekte edildi. Gençlerimizin çoğu, yukarıdaki tespitlerin çoğunu ya özenti ile ya da sosyal çevreleri içinde kabul görebilmek için yapıyorlar. Bu noktada gençlerimiz ile ilgilenen, onlara vakit ayıran ve bir yerde onlara yeni bir kültür/alt kültür sunan cemaatler, STK’lar büyük önem arz ediyor. Bu tür kurumlara giden gençler, kendilerine küresel anlamda sunulan kültür dışında, daha güzel ve insani bir kültürün de mevcut olduğunu fark ediyorlar. Deyim yerindeyse ruhları ısınıyor bu tür yerlerde. Evet öyle, çünkü kendimden biliyorum… Hiç kuşkusuz, maddi/manevi krizlerde İslam’ı en güzel şekilde yaşayabilecek olan gençler bu tür kurum ve kuruluşlardan yetişecek…

Son söz olarak bizim camiadan pek çok kaynak vermek mümkün ama bakış açısının bizi oldukça düşündüreceğine inandığım için, yine İngiliz ve koyu bir Hıristiyan olan T.S.  Eliot’un sözleri ile bitirmek isterim:

“Ortak kültürümüzü korumak ve onu genç kuşaklara iletmek sorumluluğunu yüklenmiş olan Avrupalı yazarlara hitap etmek istiyorum. Hepimizin çeşitli politik görüşleri olabilir fakat bizim görevimiz müşterek kültürümüzü politik etkilerle kirletmemek, muhafaza etmektir. (…) Şu anda birbirimiz ile pek iletişimimiz yok. Özel olarak birbirimizi ziyaret edemiyoruz. Fakat yine de bize emanet edilen müşterek değerlerimizi (eski Yunan, Roma, İsrail ve Avrupa’nın bize bıraktığı 2000 yıllık mirası) muhafaza edebiliriz.”(3)

2. Dünya Savaşı sonrası kaleme alınıp 1961’de hiçbir değişiklik yapmaya ihtiyaç duyulmadan kitap haline getirilen bu fikirler size de tanıdık geldi mi???


DİPNOTLAR:

1: Mahremiyet ilkesi gereği hikâye, isim ve diğer özel bilgilerde değişiklik yapılarak anlatılmıştır.

2: TOPBAŞ, Osman Nuri. Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı, İstanbul, Erkam Yay. 2009, s. 473-496

3: ELİOT, T.S.  Kültür Üzerine Düşünceler, Çev.: S. Kantarcıoğlu, Ankara, Kasım 1981

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.