ZEKİ SOYAK HOCAEFENDİ

ZEKİ SOYAK HOCAEFENDİ

10 Kasım 1938’de Kayseri’ye 20 km uzaklıktaki Süksün kasabasında doğdu.İlkokulu, doğduğu kasaba olan Süksün’de bitirdikten sonra rahmetli dedesinin bir iş için Kayseri’ye gittiğinde yeni bir okul açılacağını, adının İmam Hatip Lisesi olduğunu ve burada dini eğitim verileceğini öğrenmesinin ardından babasıyla yapılan istişare sonucunda buraya yönlendirildi. Tek itiraz, ilkokul öğretmeninin “Hangi okula gideceksin?” sorusuna aldığı “İmam Hatip” cevabı sonrası “Sen o okula gidip ne yapacaksın, ölü yıkayıcısı mı olacaksın?” çıkışıyla geldi.
Daha çocuk yaşta öğretmeninden işittiği azar ile  kafası karışıp da olayı dedesine anlattı ve o liseye gitmek istemediğini söyledi. Ancak durumun ciddiyetini anlayan dedesi tavrını daha da netleştirdi ve İmam Hatip’te ısrarcı oldu. Öğretmenin dediği değil ailenin istediği oldu ve Zeki Soyak, İmam Hatip Lisesi’ne yazıldı.

Doğduğu kasabadan ayrılıp lise için Kayseri’ye geldiğinde tek odalı bir evde o yaşta tek başına kaldı ve zor şartlarda eğitimini tamamladı. 1959’da Kayseri İmam Hatip Lisesi’ni ikinci dönem mezunları arasında bitirdi.

Zeki Soyak Hocaefendi, Süksün kasabası’nda nasıl bir ortamda yetiştiğini şöyle anlatır; “Çocukluğumdan beri peygamber kıssalarına, tarihe, medeniyetlere, geçmişimize ilgi duyarım. Bu ilginin sebeplerinden biri doğup büyüdüğüm kasabamızda ecdadımızın misafirhane olarak yaptırdığı Fazlıoğlu Konağındaki candan sohbetlerdir. Kayseri-Ankara yolu üzerindeki misafirhanemiz yolcu ve misafirlerle dolup taşardı. Uzun kış gecelerinde kasabının imamı Siyer-i Nebi okur, çok anlamlı sohbetler yapılırdı. Ben de babamla birlikte bu sohbetleri huşu içinde dinlerdim. Rüyalarıma kadar giren bu sohbetler ruhumda çok derin izler bıraktı. Anlatılan hadiselerin, savaşların, kıssaların kahramanlarına göre yeri gelir bir âlim, bir arif, bir mücahid, bir serdar olmayı bilseniz ne kadar isterdim. Onun için hayatım boyunca sohbetleri önemsemişimdir.Sohbetlerde yetişmeyen bir kişinin noksan kalacağına inanmışımdır”.

1961’de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü kazandı. Başta Sadreddin Yüksel, Ömer Nasuhi Bilmen ve Mahir İz olmak üzere Osmanlı medreselerinde yetişmiş son devrin âlimlerinin derslerine devam etti. Dört yıl Kayseri, dört yıl da Urfa’da çalıştıktan sonra kendi isteğiyle 1974’te Nevşehir İmam Hatip Lisesi müdürlüğüne geçti. Nevşehir İmam Hatip Lisesi’nden ise haksız uygulamalar, ideolojik baskılar ve hakkında verilen sürgün kararı nedeniyle emekliliğine bir buçuk yıl kala istifa etti. Üst düzey bürokratlık tekliflerini “Talebelerime kıyamadığım için” diyerek kabul etmedi.

 Birlikte çalıştığı memur arkadaşları ve Rıza-i İlahi uğrunda beraber hizmet ettikleri Nevşehir halkı kendisine bu dönemde sahip çıktı. O, birkaç işyerinin muhasebe kayıtlarını tutmayı tercih ederek geçimini sağladı. Memur değil işçi emeklisi olduğundan daha mütevazı bir emekli maaşıyla geçindi. ‘Kişi, başına gelen bela ve musibetlere sabretmelidir. Sabır, belanın geldiği ilk anda gösterilen sabırdır. İlk anda isyan edip sonradan sabretmeye çalışmak sabır değildir’ diyen biri olarak yaşadıklarına sabrediyordu.

Maaşları ile yetinemeyen kardeşlerin bu hallerini gereksiz harcama ve kaldıramayacakları külfetlerin altına girmelerine bağlar, israftan uzak durmalarını telkin ederdi. ‘Çok şükür zengin olma tehlikesini atlattık’ diyecek kadar kanaat ehliydi. “Müslüman demir leblebi gibi olmalı, düşmanı onu ağzına alırsa dişini kırmalı, yutarsa midesine oturmalı ama asla erimemeli ve taviz vermemeli” derdi.

 Vefatından önce hasta yatağında “Ya Rabbi, yirmi yaşındaki gencin hizmet heyecanını taşıyorum. Eğer ecelim gelmediyse senden hizmet ömrü istiyorum” diye dua ediyordu. Oğlu Nurettin Soyak’ın ifadesiyle “Hastalık dönemindeki en büyük sıkıntısı hizmetlerden geri kalmaktı”. Zor günlerin hasat zamanı olduğunu söyler, bu zamanlarda az amelle çok sevaplar alınacağını vurgulardı.

İstikametin Kur’an ve Sünnet yolunda olmaktan geçtiğini söyler, tasavvuf ehli biri olarak ‘Ben şeriat adamıyım’ derdi.Dini, geleneksel tasavvuf anlayışında olduğu gibi sadece iç dünyamızın tezyini için değil bütün hayatımızı kuşatan ve yönlendiren bir sistem olarak görüyordu.”Peygamberler başarılı olmaya değil ilkeli olmaya özen gösterirlerdi. Zira başarmak, ilkeli olmak anlamına gelmez. Nitekim Kur’an’da zikredilen peygamberlerin önemli bir kısmı geldikleri toplumda başarılı olamamışlardır. Ancak hepsi de ilkeli olmuşlardır. Başarmak, insanlar için bir değer ölçüsü değil, ilkeli olmak bir değer ölçüsüdür” şeklinde düşünür ve hareket ederdi.

Eğitim için üniversitenin şart olmadığına, bir Müslüman hanımın kendisi için faydalı olan yayın ve çalışmaları takip ederek kendisini yetiştirebileceğine inanırdı.İşte bu yüzden İlkadım Dergisi’nin yeni sayısı geldiğinde önce Baciyan Dergisi’ni okurdu. Yaptığı ikramlara önce kız torunlarından başlardı.

Hastalığı döneminde “Ameliyat olmanız gerekiyor” denildiğinde “Niçin?” diye değil de “Bir-iki ay sonra olsam olmaz mı?” diye sorup sebebi merak edildiğinde “İlkadım Dergisi abonelerine verilecek olan Kıssalar Hisseler kitabını ancak o zaman bitirebilirim, bunun için söz verdim” diyerek asıl derdinin verdiği söz olduğunu hatırlatmıştı.Yapılan incelemeler sonucunda kanser teşhisi konunca bunu önemsemeyip “Ölümün hastalıkla değil ecelle olduğunu” ifade edenlerdendi.Geçmiş olsuna gelen misafirlerini hasta yatağındayken elbiseleri ile oturur vaziyette karşılayanlardandı. Sorulmadıkça hastalığından bahsetmez, onun yerine sohbet ederdi.

Vefat ettiğinde doktoru “Hazinemi kaybettim”demişti. Hayatında olduğu gibi hastalığında da örnek olmayı başarabilmişti.
Zeki Soyak Hocaefendi, müjdelenen fethin 552. yıldönümü olan 29 Mayıs 2005 tarihinde vefat etti. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.

Zeki Soyak Hocamızdan Notlar

Dünyada rahatlık arayan, yok olanı arıyor demektir. Huzur arayan ise mutlaka onu bulacaktır ve kalbi huzura erecektir. Bunun sırrı, senden gelen her ne ise razıyım, lütfun da hoş, kahrın da hoş diyebilmek, onun sırrına ermek, teslim olup boyun eğmektir.

Şayet bu hususta samimi olursak, Rabbimiz de kalbimize kendine yöneltecek, masivadan temizleyecek, O bizi sevecek, biz de O’nu gerçekten seveceğiz. “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever” sırrı tecelli edecektir

 

Kaynakça: İlk Adım Dergisi

Mehmet Erturan

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.