YOL AÇIK

Maddi dünyasını da, gönül yapısını da çok az tanıdığımız insanoğlu kuyunun dibine doğru değil, minarenin ucuna doğru bir yol tutmalıdır. İnsan kararlarını doğru verip esfel-i safilini değil, âlâ-yı, illiyyini tercih etmelidir.
İnsanın yüksek bir fıtrata sahip olduğunu, yaratılmışların pek çoğundan üstün kılındığını biliyoruz. Bu yüksek fıtrata melek yaklaşır, yükseklikler, yücelikler ilham eder, şeytan yaklaşır basitlikler, rezillikler fısıldar. Demek ki insanın şeytana dönük, iblisin istismar edeceği yönleri de var. Buna fücur boyutu diyoruz. Ne ki insan akıl ve iradeye de sahip. İlim yapma, hak ve hakikatte direnme gücüyle de donatılmış. İnsan işin önünü sonunu hesaplayabilir. Dünyaya niçin geldiğini, ölümlü dünyada asıl vazifesinin ne olduğunu merak edebilir. Kararlarını doğru verip, yükselme ve yücelme trendini tercih edebilir. İnsan yol ayrımında zor durumundadır, ama tamamen çaresiz değildir. Vicdanında hak ve hakikat ibreleri çalışır vaziyettedir. Allah celle celaluhu insan iradesini yok saymaz. İnsanın kaderi bir bakıma tercihiyle alakalıdır. Dağ uçlarına, çelik gibi bir havâya doğru mu gidecek, yoksa bataklıklara yönelip sivri sineklere yem mi olacak, kendisi bilir.
Kur’an ve sünnet “ihsan kavramı”’ndan, peygamber sallallahu aleyhi ve selem de “İslam’ın güzel yaşanmasından” söz ediyor.
İnsan Allah celle celaluhu’nun müşahedesi altındadır. Allah kullarıyla ilgilenen, hallerini bilen, taleplerini işiten bir Allah’tır. İnsan da (müslüman da) bunun farkındadır. İnsan rolünü yerlerin ve göklerin sahibinin gözünün önünde oynamaktadır. Bu ne demektir? Rolümü güzel oynamalı, hayatımı harika bir sanat eseri haline getirmeliyim. Çünkü bu hayat büyük makama arz edilecektir. Büyük makama rast gele şeyler sunulmaz.
Peygamberimiz de bir Müslüman hakkında “hasune islamühü” buyurmuşlardır. Demek ki İslam’ı güzel yaşamak diye bir mesele var. Güzel yaşamak, güzel anlamakla ; güzelliği gerçekleştirmek de direnmek ile mümkündür. “Güzel yaşamak”, varsa “güzel anlayamamak”, “güzel yaşayamamak” da söz konusudur. Bütün mesele belki de İslam’ı güzel yaşamanın ne anlama geldiğini tesbit edebilmektedir.
İhsan kavramından, İslam’ın güzel yaşanmasından haberdar olan bir müslüman elbette fücur istikametine meyletmeyecektir. Dahası, ortalama bir hayata da razı olmayacaktır. Mutlaka yükselme ve yücelme trendine girecektir. Bu bir bilgi, şuur ve sabır meselesidir.
İşte tam da bu noktada insan kendi kendine sormalıdır: “Olan ne”, “olması gereken” ne? Yaşadığım hayatla yaşanması gereken hayat arasındaki fark nedir?
İnsan bunu güzel tesbit edebilir, fotoğrafı doğru çekebilirse hasretleri ve özlemleri de hemen devreye girecektir. Hasretlerin başladığı gün önemli ve çok büyük bir gündür. Bu gün öyle mesut bir gündür ki, böyle bir gün için, ömür boyu kutlama törenleri düzenlense yeridir. Bu, gerçek eğitimin de, hakiki mürşitlerin de varmak istedikleri birinci merhaledir. Bu dereceye ulaşılamadıysa, ötesi havanda su dövmektir.
Bu şuur düzeyini tutturmuş olan kişi, artık bulunduğu seviyeyi kafi görmeyecek, gözünü daha yükseklere, zirveye dikecektir. Artık o, olandan olması gerekene doğru sürekli yol alan, hangi aşamaya ulaşırsa ulaşsın bir türlü avunamayan, yüksek hasretlerle yanıp kavrulan bir şahsiyettir. Alêlade günlük hayat ona yetmediği gibi, ulaştığı menziller de susuzluğunu kesmemektedir. O eşyadan insana, insandan Allah’a, yana tüte ilerleyen bir yolcu, yorgun bir savaşçıdır artık. Ne yollar bitmektedir, ne menziller, ne de hasretler.
Bu merhaleden sonra nelere dikkat edilecektir ?
Bir kere “alana etkin bir şekilde” girilmelidir. Bu meydanda kararsızlığa, belirsizliğe, “çalıyı ucundan sürükleme” anlayışına yer yoktur. Biz bu dünyanın gerçek sahipleri, ilahi adaletin uygulayıcılarıyız. Gayesizliğe de güçsüzlüğe de tahammülümüz yoktur. İlgisizlik, bilgisizlik bize göre değildir. Her gelen gün bir öncekine göre daha bereketli, daha mualla olmalıdır. İki günün bir birine eşit olması duraklama demektir. Duran düşer ve düşen ezilir. Ve “kurt kanununda düşeni yemek vardır.”
“Başkalarının dünyasında yaşamak hür olana zor gelir dostum.” Adam kendine göre prensipler belirlemiş. Senin dünyanda esen fırtınaların farkında mı? Senin “özel yaratılış gayenin” farkında mı? Gönül dünyalarının boyutlarından haberi var mı ? Şu halde al kazmanı eline, kendi yolunu kendin aç, kendi dünyanı kendin kur.
“Ah aşk! Sen, ben, bir de Allah, baş başa verip kendimize göre bir dünya kursaydık!”
Bu hasret ne ulvi bir hasrettir.
Bırak, dolgu maddesi olmaya özenenler özensinler. Dama taşı gibi istenilen yere sürülmeye özenenler sürülsünler. Sen biliyorsun ki “her insan başlı başına bir dünyadır.” Rahmetlerin zahmetlere dönüşmemesi için ince ayar, özel dünyalar mutlaka hesaba katılmalıdır. Aksi takdirde kaş yapayım derken göz çıkarılabilir.
“Hayata güven dostum.” Hep kitaplara gömülüp kalma. Okumasını biliyorsan hayat insana kitaptan da, hitaptan da daha güzel şeyler öğretir. Tecrübeye dayanan bilgiler en sağlam, en işe yarayan bilgilerdir.
Hayatın iş üstüne iş, hareket üstüne hareket, bereket üzerine bereket olsun. Her gün ne istediğini sana söyleyecektir. “Ânın vaciplerinin bir bir önüne dizilmiş olduklarını göreceksin. Bir vacipten (vazifeden) diğerine koşuştururken kendi problemlerini unutacaksın. “Dinini dert edinenlerin özel dertlerini Allah satın alırmış” biliyorsun.
Bütün koşuşturmaların hak ve hakikat uğruna olduğundan, kadr-u kıymet bilmezliklere aldırış etmeyeceksin. İnsanlara darılmayacak, kırılmayacaksın. İpe sapa gelmez insanların çiy hareketleriyle karşılaşacaksın. Geç onları dostum geç. Alemdeki bütün dikenleri söküp temizlemenin mümkünü var mı? Dikenler arasında elini kolunu yoldurmadan, üstünü başını yırtmadan “yaşama sevincini” yitirmeden yürüyebilmek de hünerdir.
Yolun açık olsun dostum. Hemen yola çık.