Yılmayan Mücahit

Yılmayan Mücahit

İnsan kafasını fare kafasından ayıran en büyük özellik zalime karşı duyduğu öfkedir. Küfre öfkesi olmayan bir Müslüman, Kelime-i Tevhid’i tam anlamamış demektir. Her yaştan Müslümana küfre karşı öfkeyi öyle bir öğretelim ki zalime karşı ‘Osman Batur’ nasıl olunurmuş anlaşılsın.

Osman Batur öyle bir adam ki ayeti kerimede geçen müjdeye mazhar olmuş…

“Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler(adamlar) var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (Ahzab, 23)

Osman Batur, Doğu Türkistanlı… ‘Her şey bitti’ denildiği bir anda “Bir gün biz kâfirleri yine çöllerin öbür tarafına atacağız. Sayıları Taklamakan Çölü’ndeki kum taneleri kadar olsa bile” diyen ve bu sözünü de ispat eden bir mücahit.

Küçüklüğünde bir süvari gibi at sürer ve aynı zamanda okuluna devam ederdi. Büyüdüğünde bir gün yengesiyle beraber çarşıda alışveriş yaparken moğol askerleri Osman Batur’u ve yengesini Müslüman kisvesi içerisinde görürler. Bunun üzerine moğol askerlerinden biri diğerine der ki “gel şu çarşaflıyla ve dobbalı ile bi dalga geçelim.” Dobba; Doğu Türkistan’a has, erkeklerinin taktığı bir takkedir. Osman Batur ve yengesini tutuklayıp götürmeye çalışırlar. On-on beş adım sonra Osman Batur bir aslan gibi askerlerin üstüne atlar. İki askeri de bayıltır ve evine döner. Bunu öğrenen moğol karakolundan bir memur Osman Batur’un yanına gelip tutuklamak istediğinde Osman Batur der ki;

“Evet, bu işi ben yaptım. Fakat bunu, iddia edildiği gibi şahsî bir çıkar sağlamak için değil, milletimizin zaten yüce olan şanını gücüm nispetince daha da yükseltmek için yaptım. Eğer bunu şahsi anlarsanız bunu yanlış anlamış olursunuz.” Bunun üzerine karakola dönen moğol memuru Osman Batur’un dediklerinden etkilenerek Osman Batur’u bulamadığını söyler.

Bu olayların ardından Osman Batur, daha da güçlü olduğunu hissetmişti. Yani o da biliyordu ki her cihat, her amel, küfre karşı duruş onun heyecanını artırıyordu. Şimdi hak yolunda bir zulme dur demişti. İlerde daha büyüklerine dur diyebilme şecaatini kendisinde gördü ve kendine güveni daha çok arttı.

Osman Batur çok zikreden bir Müslümandı. Hep Rabbine sığınır, hep zikrederdi. Bir yerden bir yere giderken -bu olaydan sonra- Hasbunallah zikrini çok fazla tekrarlamaya başladı. Her tekrarladığında bu olay aklına gelir ve Allah Teâlâ’ya tevekkülü artardı.

Osman Batur ailesiyle birlikte çiftçilikle uğraşıyordu. Osman Batur geçimini böyle sağlıyor, namaz vakitlerinde camiye gider, diğer zamanlarda Kur’an-ı Kerim ve şeri ilimlere dayalı ilim kitaplarını okurdu. Yine bir gün camiye giderken havada bir yanık kokusu ve bağrışma sesleri duydu. Camiye yaklaştığında bu koku ve sesler artıyordu. Camiye geldiğinde bir baktı ‘kızıl çin’ camiyi ateşe vermiş ve mabetleri yakma kararı almıştı. Osman Batur’un gözleri sinirden dolmuştu. Öyle bir öfke ki sanki dünyada tüm güç şu an ondaydı.  Bir dokunuşla tüm çin’i toprağa gömebilirdi. Bu öfkesini bir anlık kararla bitirmedi, o zaman ne yapması gerekiyorsa onu yaptı. Öfkesinin bir kısmıyla oradaki komünist Çinlilerden dövebildiği kadar dövdü. Öfkesini sineye çekip mana ve madde planında çözümler bulup bu çözümle de harekete geçerek onları yenmekti planı.

‘Ya sabır’ diye bağırdı.  Eve gelince annesi ağlıyor, dedesi durgun şekilde evin bir köşecine geçmiş ‘ne yapacağız deyip’ düşünüyordu. Babası ise dedesinin karşısına geçmiş öylece bakıyordu.

Osman batur şu ayeti kerimeyi okudu;

“Rabbim! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.”(Nuh, 28)

Bir ay geçti bu süre içerisinde Çin her gün bir cami yakıyordu. Karşı gelenleri öldürüyordu. Müslümanlar bu zulümden iyice yılmışlardı. Çoğu kabileler silahlarını teslim ediyor buna rağmen bazıları esir alınıyordu. Osman Batur’un ailesi de bu düşüncedeydi. ‘Silahlarımızı verelim. Etliye sütlüye karışmayalım. Sessizce kendi evimizde namazımızı kılar, orucumuzu tutar, zikrimizi çekeriz.’ dediler. Ama Osman Batur biliyordu ki bunu Kur’an’ın sahibi istemez.

Biliyordu ki taviz tavizi doğurur.

Biliyordu ki ileri yıllarda ‘Çin domuzu’ evlere girecek.

Biliyordu ki oruç tutturmazlar.

Biliyordu ki zulüm çoğalır.

Bunun üzerine babasına dedi ki “Bugün silah veren yarın canını verir. Benim Çinlilere verecek silahım yok. İstiyorlarsa gelip kendileri alsın. Korkanlar silahlarını teslim edebilirler.” deyip köyün meydanına çıktı. “Var mı, benle beraber Bedir’i yaşamak isteyen?”

İki üç arkadaşı oraya geldi ve “Ben, Hamza olmak isterim.” dedi bir tanesi ve böylece direniş başladı. Beş altı derken 100 kişi oldular. Çin, Osman Batur’u kendisini tehdit eden bir yapı olarak görüyordu. Sed çekemezlerdi ki ne yapmaları gerekiyordu acaba?

Çin düşündü taşındı ve Rusya abisiyle iş birliği yaptı. Gizlice Osman Batur’un köyüne geldiler ve baskın yaptılar. İlk önce Osman Batur’un evine girmek istediler.  Osman batur ise orada değildi sadece annesi vardı. İki üç tane komünist Çin askeri eve girdiler. Ve gördüler ki mücahide bir bayan… Tek başına, dişi aslan gibi orada karşılarına dikilmiş bunlara bakıyor. Neticede aslanın dişisi de aslandır.

Dedi ki Osman Batur’un annesi;

“Ben oğlumu bu günler için doğurdum. Siz asırlardır koyun boğazlar gibi biz Müslümanları şehid ediyorsunuz. Bizim canımız, bizden önce şehid olanların canından daha kıymetli değildir. Bizden sonrakilerin yaşaması için ben ve diğer çocuklarım ölmeye hazırız.”

Bir Çinli atağa geçti ve Osman Batur’un annesi o Çinlinin kafasını yardı ve öldürdü. Diğerleri de saldırınca güç yetiremedi ve orada Osman Batur’un annesini şehid ettiler. Bunu duyan Osman Batur köye arkadaşlarıyla beraber girdi ve 300 küsur Çinliyi leş haline getirdiler.

Kızıl Çin’e kan kusturan Osman Batur ve arkadaşlarının mücadelesi devam ediyordu. Bu yolda anadan, babadan, yardan geçmekti asıl dava. Bunu biliyordu. Osman Batur tüm arkadaşlarına silah üzerine şu ayeti kerimeyi yazmalarını emretti.

“O, dilediğini rahmetine dâhil eder. Zalimlere gelince, onlar için elem verici bir azap hazırlamıştır.”(İnsan, 31)

Bu mücadele 1943 yılında Altaylardan bütün Çinlilerin yenilmesiyle sonuçlanır. Altay Türkleri artık bağımsızdı. Altay Geçici Halk Cumhuriyeti Başkanlığı’na seçilen Batur, 2 yıl sonra Tanrı Dağları’nın kuzeyindeki Doğu Türkistan Kazak Türkleri’nin yaşadığı yerleri de Çin işgalinden kurtardı. Çinliler, halkın gözünü korkutmak için uçaklardan broşür atıyorlardı. “Osman’ı terk edin, onunla olanlar Osman’ın yanına, hükümetin yanında olanlarsa hükümetin tarafına geçsin. Osman’ı yakalayacağız ve yanındakilerle birlikte öldüreceğiz” yazan broşürlerle Osman Batur’u yalnızlaştırmaya çalışan Çin tabi ki o zaman bunda başarılı olmadı. Çünkü artık halk da mücahitti.

Ulvi olan yol ancak Allah Teâlâ’nın rızasına uygun olan yoldur, gerisi yol değil zillettir. Bir süre sonra, şubat ayında Çinliler Osman Batur’un kızını esir aldı. Osman Batur çok öfkeli ve tek başına karakolu bastı. O karakolda 200 kişi vardı, hepsi Osman Batur’a hücum etti. Onlardan 20-25 civarındakileri öldürebildi. Cephanesinin de tükenmesiyle Osman Batur’u esir aldılar. İki ay boyunca işkence ettiler. İdam edilmesine bir ay kala kulakları canice kesilmişti. Ama Osman Batur yine de “yol Allah’ın yoludur ben onun yolundan gidiyorum” demeye devam ediyordu. İdamına son bir hafta kala ise iki kolunu da kestiler. Çin hala hırsını alamamıştı. İdam günü ise otuz kişi Osman Batur’u kurşuna dizdiler ve şehid oldu.

Şehadet ki her kimseye nasip olmayan bir derecedir, ne mutlu o dereceye yükseltilenlere…

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.